Almanya seçimleri üzerine: Sermayenin 'merkez'i, sermayenin faşizmi

Almanya'da seçim sonuçları, seçimlerin iktidarı değil, muhalefeti belirlemek için yapıldığını gösterdi. Faşist parti AfD'nin yükselişi ve "kurulu düzen"de yarattığı kısmi tedirginlikse, bu partinin Alman kapitalizmi tarafından beslendiği gerçeğinin üzerini örtmemelidir.

Tevfik Taş

24 Eylül 2017 seçimleri Angela Merkel'in dördüncü kez başbakan seçilmesinin olanaklılığı bir kenara bırakılırsa, taşların yerinden oynadığı bir seçim oldu.

İstikrar kavramının kanıksandığı Alman siyaseti, uzun süreden beri pek de alışkın olunmayan bir siyasal tablo ile karşı karşıya kaldı.

Düzen parametreleri ile düşünme konusunda alışkanlık edinen irice bir kamuoyu kitlesi, pek de teşne olmadıkları bir açık sözlülükle, "Ne oluyor, Nazilerin iktidara geldiği dönem geri mi geldi" kaygılarını dillendirmeye başladılar bile.

Bu kaygılarıdan hareketle olsa gerek, deneyimli marksist aydın Georg Fülberth, Junge Welt gazetesi için kaleme aldığı 26 Eylül tarihli seçim değerlendirmesinde, 14 Eylül 1930 seçimleri ile şimdiki seçimleri kıyaslama gereği duydu.

Makalesine ''Bir kez daha Eylül'' başlığını tercih eden Georg Fülberth, Nazileri iktidara getiren önkoşullar ile bugün arasında çok az benzerliğin bulunduğuna işaret ediyor.

Nazi partisi NSDAP 1930'a kadar seçimlerde yüzde 2 küsür oy almıştı. 14 Eylül 1930'da 18,3'e çıktı bu oran. Şu andaki faşist parti AfD de 2013'de kurulduğunda Avrupa Parlementosu seçimlerinde 7,1 oy almıştı. Ardından 13 eyalet parlementosuna girmeyi başardı. Son seçimde ise 12,6'lık oy oranı ile ülkenin üçüncü büyük partisi konumuna ulaştı.

Ama diyor Fülberth, o zaman Almanları çarmıha geren Versay Antlaşması vardı. Bugün ise, Almanya dünya ihracat şampiyonu. O zaman dünyada devasa bir ekonomik kriz vardı, şimdi ise o çapta bir kriz yok.

Tarihsel olguları kıyaslamanın sınırları var. Bunula birlikte, şimdiye dek içinde nefes alıp verdiği siyasi atmosferin radikal olarak değiştiğini duyumsayan her insan, ister istemez hafızasını yoklama ihtiyacı duyuyor.

MERKEZDEN FAŞİZME

Almanya sıradan bir Avrupa ülkesi değil.

Hollanda'da faşist Geert Wilders'in partisi kıl payı iktidarı liberallere kaptırınca, 'aşırılık'a karşı 'merkez' olduklarını iddia eden düzenin geleneksel temsilcileri, Fransa için kaygı duymuşlardı. Kaygılanmakta haklıydılar. Fransa'da Marie Le Pen'in faşist partisi iktidarı ele alabilseydi durum hiç de Hollanda'ya benzemeyecekti.

Alman emperyalizmi, Avrupa'da en az Fransız emperyalizmi  kadar önemli yer tutan bir devlet olduğu için, burada yaşanacak bir kırılma, tanımı gereği bütün kıtayı hatta bütün dünyayı etkileyecektir.

SERMAYE AfD ADINDAKİ FAŞİST PARTİNİN ANA MUHALEFETE TERFİ ETMESİNE KARAR VERDİ

Düzen partilerinin sol bacağını teşkil eden sosyal demokrat SPD, ikinci savaş sonrasının en kötü yenilgisini aldı. Düzenin ana direğini oluşturan Hristiyan Birlik Partileri CDU/CSU da seçimlerden birinci parti çıkmalarına karşın, uzun dönemdir böylesine büyük bir gerilemeye tanıklık etmemişlerdi.

İki partili, arada bir değişen koalisyon bileşenli Alman siyasetindeki ılıman iklim birdenbire buz kesti.

Alman sonbaharı, mevsim normallerinin dışında bir siyasi soğuma ile karşılaştı. Seçimlerin tekrar edilmesinden tutun da, bileşenleri değişen birkaç opsiyonlu koalisyon hükümeti idmanların kadar her şey günübirlik test ediliyor.

Amaç, 'aşırı'ları merkez diye tanımlanan alandan uzak tutmak. Bundan dolayıdır ki, 24 Eylül seçimi iktidarın değil, muhalefetin kim olacağına karar verilen bir seçim oldu. Gerisi, sermayenin adları değişik de olsa, işlevleri aynı olan farklı fraksiyonları arasında yapılan teknik ayrıntılardan ibaret.

Sermaye, 24 Eylül seçimlerinde AfD adındaki faşist partinin ana muhalefete terfi ettirilmesine karar vermiştir.

Parlamenterizm oyunundan sıkıldığında sahaya faşizmi sokmak geleneksel bir sermaye taktiğidir. Alman sonbaharında olan en kaba ifadeyle bundan ibarettir.

REY BAŞKA, OY BAŞKA!

Özgür iradeyle sandığa giden yüzde 76 karar vermedi mi bu sonuca, denilmesin. Rey başka, oy başkadır! Zira oy ile rey eş anlamlı ama özdeş olmayan kavramlardır. Burjuva siyaseti bu iki olgu arasındaki sınıfsal farkı buharlaştırmak için pek çok bilimsel (!) hokkabazlık geliştirmiştir.

Siyasi partiler ve seçim sistemleri müktesebatı bu numaralarla doludur. Bu hokkabazlıklarda tek bir amaç vardır, o da, emekçilerin iradesinin gerçek anlamda karar merciine yansımaması.

Kitleler oyunu kullanır, ancak oyun rey olması için sınıf bilincine sahip, sağlam örgütlülük içinde bir kitle bilinci gerekir. Bu ön koşulun ete kemiğe büründürülebilme olasılığı, zayıf da olsa elbette mümkündür. Bu gerçeği ta Engels'in son yazılarından beri biliyoruz.

Genel ve eşit oy hakkı bir sınıf mücadelesi kazanımıdır. Bedel ödenmiş, uzun ve zorlu mücadelelerin sonuda kazanılmış tarihsel bir haktır. Oy ile reyin özdeşlik kazanabilmesi ancak ve ancak bir tek ön koşulla hayat bulabilir: Sınıf bilincine sahip örgütlü mücadele ile...

FAŞİST HAREKET KENDİ İÇ ÇELİŞKİLERİ SONUCU NE GERİLER NE DE YOK OLUR

Yeri gelmişken belirtmekte yarar var. Bu satırlar yazıldığında yerleşik düzenin ana muhalefetine oturan yeni partisi AfD'nin bir numarası Frauke Petry, görevinden ve partisinden istifa ettiğini açıkladı.

Alman siyasetinde şok etkisi yaratan bu 'ani' karara sevinip, AfD'nin yeniden bölüneceği (kurulduktan bir buçuk yıl sonra bölünmüştü çünkü), dolayısıyla aşırı sağ olarak kodlanan bu yapının zayıflayacağı öne sürülüyor.

AfD gibi kitleselleşmiş bir faşist partinin bu saatten sonra kendi iç çelişkilerinden dolayı zayıflayacağını ummak düpedüz safdilliktir.

Faşist hareket dünyanın hiçbir yerinde kendi kendine erimemiştir, erimez de. Çünkü arkasında sermaye ve sermaye düzeni vardır ve var olmaya da devem edecektir.

Faşist hareketi süpürecek olan yegane güç, işçi sınıfı ve onun  partisidir, komünistlerdir. Tarih, bir tek bu örneğe şahitlik etmiştir.

Örneğin, Almanya'nın çekirdek faşist partisi NPD (Almanya Ulusal Demokratik Partisi), 2013 seçimlerinde toplam 560 bin oy almıştı. 2017 seçimlerinde bu sayı 176 bine düştü.

Bu duruma sevinmek mi gerekiyor?

Yargımızı netleştirebilmek için önce şu fotoğrafa bakmakta yarar var:

NPD'nin şefi Frank Franz 13 Mart 2016 eyalet meclisleri seçiminde birinci oyun AfD'ye ikinci oyun kendilerine verilmesi için propaganda çalışması yapmıştı.

Yani, Alman faşist hareketinin çekirdek örgütü ile aynı hareketin kitle örgütü arasında doğrudan geçişkenlik var. Kimse bize, 'aşırı sağ merkeze kayıyor' saptamasında bulunma zahmetine girmesin lütfen.

'KÜÇÜK İNSANLARIN PARTİSİ' AfD, BÜYÜK SERMAYE TARAFINDAN FİNANSE EDİLİYOR

Partinin kurucusu ve ilk genel başkanı dizginsiz piyasacı Bernd Lucke, şimdiki yönetim tarafından AfD'den dışlandı. AfD,  ''küçük insanların partisiyiz'' diye propaganda yaptı. Sosyal adaletten dem vurdu.

''Sosyal olan ulusal olandır'' vaazında bulundu.

NPD'nin ''Çingene yerine, nineye para'' gibi çok ucuz ırkçı propaganda yapmadı, ancak  sığınmacı ve göçmen düşmanlığı yapan onbinlerce seçim malzemesini ülkenin köylerine kadar götürdü.

Hangi bütçeyle yaptı bunu AfD?

Junge Welt gazetesinden Kristian Stemmler, AfD'nin seçim malzemelerinin görünen hesabını çıkartan ''LobbyControl'' adındaki bağımsız sitenin verilerini haberleştirmişti 13 Eylül'de.

24 Eylül seçimleri için AfD'nin yaptığı seçim malzemesi harcaması 6 milyon avro yekün tutuyor!

Peki değirmenin suyu nereden geliyor?

''Anonim bağışçılar''dan...

AfD'nin şefi Frauke Petry'nin Saksonya eyaletindeki dokunulmazlığı 29 Ağustos 2017'de oybirliği ile kaldırılmıştı. Bu karara gerekçe olan şey, Petry'in partiye yapılan ''bağışlar'' konusunda milletvekili yeminine aykırı olarak, evrak sahteciliği yapmasıydı. Yani her konuda olduğu gibi akçeli işlerde de sicilleri bozuk.

Küçük insanların partisi AfD, büyük sermaye tarafından besleniyor. Bundan dolayıdır ki Junge Welt, ''AfD Alman sermayesinin partisidir'' başlığını kullandı.

ERDOĞAN'IN ALMAN SEÇİMLERİNE ETKİSİ YOK DENECEK KADAR AZDI

Kamuoyunda ''Erdoğan'ın partisi'' olarak ifade edilen Alman Demokratlar Birliği ADD, yalnızca bir eyalette seçimlere katıldı. Türkiyeli göçmen nüfusun en yoğun yaşadığı Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde bu parti, 41 bin 178 oy aldı.

Erdoğan'ın uzaktan kumandalı partisi ADD seçim sonuçlarına ilişkin olarak yaptığı açıklama adeta şaka gibi. 94 olan AfD milletvekili sayısını çarpıtarak, 88 yazıdılar. Burada ki amaç ise, 88 rakamının günlük dilde Heil Hitler, yani alfabenin sekizinci harfi olan h harfinin iki kez yan yana yazılmasından türetilen bir oyun.

Erdoğan'ın cin gibi uyanık Almanya partisi yöneticileri ise bu işte bir sır var diye bunu resmi sitelerine koydular. Daha da ileri giderek, ''Partimiz Allianz Deutscher Demokraten, Almanya’da bu 88 aşırı sağ görüşlü Milletvekilinin hedef alacağı kitlenin sığınacağı tek çatı durumundadır'' pişkinliğini de göstermekten geri kalmadı.

SOL PARTİ'NİN UFKU DÜZENLE SINIRLI OLDUĞU İÇİN AfD KARŞISINDA TUTUNAMAZ

Sosyal demokrasinin yeni partisi Sol Parti, seçimlerde kısmî bir yükseliş gösterdi. Eski Alman Demokratik Cumhuriyeti (ADC) topraklarındaki tüm eyaletlerde ciddi oy kaybına uğradı. Bir tek Berlin hariç bütün doğuda yenildi Sol Parti. Sol Parti'ye yakın Neues Deuschland gazetesi doğuda kaybedilen seçmen sayısının 400 bin olduğunu açıkladı. Bir başka kaynakta bu sayı 500 bin olarak geçiyor.

Sol Parti'de aradığını bulamayan geleneksel seçmen, AfD'ye yöneldi. Örnek vermek gerekirse, Marzahn-Hellendorf'da Sol Parti, yüzde 26,1 oy alırken, AfD 21,6'ya ulaştı. 2013 seçimlerinden beri değişen tabloya göre, Sol Parti bu bölgede yüzde 6,8 gerilerken, AfD 15,3 artış sağladı.

Meclise seçilen 69 Sol Parti milletvekilinden 38'i batıdan seçildi. 31'i ise doğudan. O da, Berlin gibi doğuyla batının iç içe geçtiği bir eyalet olmasından kaynaklandı.

Saksonya eyaleti AfD'ye teslim edildi. Sol Parti Saksonya örgütü şefi Rico Gebhardt, ortaya çıkan sonucu ''mütevazı ve düşündürücü'' olarak nitelendirmekten kendisini alamadı.

Junge Welt'den Markus Bernhardt, Sol Parti'nin ''geleneksel seçmen kitlesi''ni yitirdiğini belirterek, işçiler ve doğunun geleneksel tabanının Sol Parti'den uzaklaştığına dikkat çekiyor. Gelir durumu iyi olan, akademik çevrelerde oy oranlarını arttırdılar. Ama emekçilerden uzaklaştılar.

Sol Parti, nerede koalisyon ortağı olduysa, orada piyasaya tabi işler yaptı. ADC'ye sahip çıkmadı, dinle uzlaştı, emperyalist Alman devletine emperyalist diyemedi...

NATO karşıtlığında AfD'nin gerisine düştüler. Avrupa Birliği'ne emperyalist bir oluşum olarak bakamadıkları için, AfD'nin korporatist söylemi karşısında kolları kanatları kırıldı.

Sol Parti adı sol, çizgisi düzen ufku ile sınırlı bir parti olarak ana muhalefet iddiasını da yerine getiremeyecektir. Bu konuda da AfD'nin eline su dökemeyeceklerdir. Şimdiye kadar ki 'icraat'ları bu acı gerçeklerden daha başka bir şey göstermemektedir.

SOSYAL DEMOKRASİ YALNIZCA SOLUN YÜKSELİŞİNDE YÜKSELİR

Sosyal demokrasi, kendisinden daha sağın yükselişinde çöker. Solun yükselişinde yükselir. Bu, İkinci Enternasyonel'den beri sınıf siyasetinin temel kurallarından biri haline gelmiştir.

Sovyetler Birliği çözülmeden önce sosyal demokrasi Avrupa'da oldukça güçlüydü. Ne zaman reel sosyalizm çözüldü, sosyal demokrasi de dibe vurdu. Sosyal demokrasi, faşizme karşı mahir değildir, hiç de olmamıştır. Ama komünizme karşı tam bir düzen bekçisi olagelmiştir.

Sosyal demokrasinin Almanya'daki amiral gemisi SPD'nin içine düştüğü durum, sözü geçen çerçeveye cuk diye oturmaktadır.

SPD, yeni hükümette koalisyon ortağı olmayacaklarını deklare etti. Ana muhalefeti AfD'li faşistlere bırakmak istemiyorlarmış. SPD'nin ana muhalefet olma gayretkeşliği ile bu alana göz diken parti sayısı üçe yükselmiş oldu.

Yinelemek de sakınca yoktur: 24 Eylül 2017 seçimleri aslen muhalefeti tespit etme seçimleridir. İktidarın terbiye edilmesi, olası bir kriz durumda sermayenin çıkarlarının yedek at ya atlar tarafından temsili için bu makam, bir tür sigorta işlevi görecektir.

DKP'DEN İRADÎLİK VE BAĞIMSIZ SİYASİ HAT VURGUSU

Alman sosyalizminin seçimlere katılan partisi DKP, emekçileri temsilen güçlü bir yanıt üretemedi. Bir zamanlar ülkenin ikinci büyük partisi konumuna ulaşmış, Hitler faşizmine karşı direnişin efsanevi partisi KPD, 1956 yılında kapatılmasından sonra 1968'de DKP adıyla legal siyasete yeniden döndü.

DKP seçimlere ''Acil Program'' ile katılmıştı. Barış–İş-Dayanışma denildi acil programda.

1976 seçimlerinde 118 bin oy alan parti, 24 Eylül 2017 seçimlerinde ancak 11 bin 713 oya ulaşabildi.

DKP 25 Eylül 2017'de yaptığı seçim değerlendirmesinde, 1989'dan sonra kendi adına bağımsız olarak seçimlere katılmamasının faturasını ödediğini kamuoyu ile paylaştı.

Ve şu ifadelere yer verildi: ''Bu sonuç, 1989'dan beri genel seçimlere kendi adımızla katılmamamızın da faturasıydı aynı zamanda.''

Değerlendirmenin devamı şöyle: ''Seçimlerden büyük umut beklediğimiz için seçimlere katılmadık. Seçimlere katıldık, çünkü DKP'nin mesajını görünür kılmak istedik. Kızıllar sokağa mesajını verdik ve vermeye de devam edeceğiz.''

Siyasi iradesini ve bağımsızlığını kimi ittifaklar içinde erimeye bırakan hiçbir siyasal özne uzun vade de ayakta kalamaz. Komünist parti, bağımsız siyasi hattı ve akıntıya karşı durma yetisi ile emekçi kitlelerin kalbini kazanabilir, örgütlenebilir.

'Kendi adımızla seçimlere katılmadık' ve 'faturayı ödedik'...

Alman toprağındaki karşıdevrimin tarihi olan 1989'dan beri DKP önerliğinin yaptığı en dikkate değer değerlendirmedir.

Oy alınamamış olsa da, rey kazanılmıştır.