ABD’nin Suudi çöküşü konusunda endişelenmesinin tam zamanı

ABD ile Ortadoğu'daki en büyük müttefiklerinden Suudi Arabistan arasındaki ilişki, özellikle İran ve Suriye nedeniyle gerginleşirken, bu önemli monarşi iç çatlaklar ve ekonomik baskıyla da sarsılmaya başladı. Foreign Policy'den John Hannah, yazdığı makale ile "Suudi İmparatorluğu"nun çöküş ihtimaline dikkat çekti.

Çeviri: Selçuk Işık

Ortadoğu’da kaygıya sebep olan onca sorunun yanında Suudi Arabistan da ayrı bir felakete doğru sürükleniyor olabilir. Dibe vuran petrol fiyatları, İran’la giderek artan gerilime yol açan hatalı dış politika adımları Suudi rejiminin yaşayacağı ciddi zorluklara dayanak oluşturuyor. Düzgün yönetilmediği takdirde küresel petrol piyasalarında ve Ortadoğu’nun güvenliğinde tarifsiz sonuçlara yol açacak olan bu olaylar, eninde sonunda, krallığın istikrarsızlık riskini ciddi ölçüde arttıran kusursuz bir fırtınada karmaşık bir hal alabilir.

İşte ülkeyi rayından çıkarabilecek bazı sorunlar:

Kraliyet ailesi içerisindeki çatlaklar. Geçtiğimiz hafta Guardian, ismi açıklanmayan bir Suudi prensinin kraliyet ailesi büyükleri arasında dolaşıma soktuğu, Kral Selman’ın devrilmesi çağrısında bulunan iki mektup yayınladı. Mektuplar, Ocak ayında tahta oturan Selman’ın ve 30’lu yaşlardaki nüfuz sahibi oğlu Yardımcı Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın ülkeyi siyasal, ekonomik ve askeri iflasa götüren tehlikeli politikalar izlediğini ileri sürüyor. Guardian’la yaptığı bir görüşmede prens, liderliğin değişmesi yönündeki talebinin yalnızca kraliyet ailesi içerisinde değil Suudi toplumunun genelinde de giderek artan bir destek gördüğünün üzerinde durdu. “Halk da bunun için yoğun bir şekilde bastırıyor” diyen prens “Bunu yapmak zorundasın yoksa ülke felakete sürüklenecek diyorlar” diye ekliyor. Mektupların yayınlandığı Arapça kaleme alınmış olan makale 15.000’den fazla paylaşım aldı.

Yemen Savaşı. Ne kadar uzun sürerse, Suudilerin Husi isyancılarına müdahalesinin ciddi bir iç anlaşmazlık kaynağı olabilme riski de o kadar büyük olur. Prensin mektuplarını konu olan hikayesinde Guardian “Çoğu Suudi’nin, Arap dünyasının zengin ülkesinin en yoksulu hırpaladığı görüşüyle bezdirildiğini” bildirdi. Suçlamalar özellikle, eldeki verilere bakıldığında savaşın arkasındaki itici güç olan ve aynı zamanda krallığın savunma bakanı olarak görev yapan Prens Muhammed bin Selman’a yöneltiliyordu. Mektupta gayriresmi olarak “Pervasız” takma adıyla anılan Prens Muhammed bin Selman, Yemen’e net bir strateji ya da çıkış planı olmaksızın girerek kana ve servet kaybına, giderek büyüyen bir insanlık krizine ve uluslararası kınamaya yol açmakla suçlanıyordu.

Ekonomik sorunlar. Suudi politikası sebebiyle geçen yıl petrol fiyatlarında aniden yüzde 50’den fazla düşüş yaşandı. ABD petrol piyasasındaki patlamaya istinaden piyasada yaşanan aşırı arzla yüzleşen Suudilerin stratejisi; yüksek üretimi sürdürmek, pazar payı için mücadele etmek, fiyatların dibe vurmasına izin vermek ve özellikle Amerika’daki yüksek maliyetli üreticilerin sektör dışına sürülüşünü beklemek olmuştur. Teori; artan talebi teşvik eden ucuz petrolün ve arz fazlasının zorunlu olarak satın alınmasının etkisiyle, krallık herhangi bir ekonomik sıkıntı çekmeden önce yüksek fiyatların geri döneceği yönündeydi.

Ancak olaylar bu şekilde gelişmedi-- en azından Suudilerin umduğu kadar çabuk olmadı. Doğrusu, Suudi Arabistan’ın 2015 bütçesinde petrolün satış fiyatının varil başına 90 dolar olacağı tahmini yapılmıştı. Bugün, ancak bunun yarısına yakın. Aynı zamanda Suudiler, Kral Selman’ın tahta çıkışıyla ve ve Yemen Savaşı ile ilişkili hesapta olmayan bir dizi gidere maruz kaldı.

Sonuç; Suudileri döviz rezervlerini rekor bir oranda tüketmek (aylık yaklaşık 12 milyar dolar) ve bir yandan da bono satışlarını hızlandırmak zorunda bırakan, yaklaşık yüzde 20 oranında, 100 milyar doların üzerinde bir bütçe açığı oldu. Suudiler, resmi olarak, sadece geçtiğimiz 6 ayda 70 milyar dolardan fazla varlıklarını global varlık yöneticileri aracılığıyla likide ettiler.

Krallığın parasının suyunu çekeceğine ilişkin yakın zamanda bir tehlike bulunmazken, bütçe açığının artış eğilimi, düşük petrol fiyatları ve döviz rezervlerindeki düşüş sürdükçe, kredi derecelendirme ve sermayenin kaçışı gibi temel göstergelerin potansiyel sonuçlarıyla, uluslararası piyasalar daha da gerginleşecektir. Uzun vadeli kaygılara, iç enerji tüketimi çarpıcı biçimde yükselirken Suudi net petrol ihracatının yıllardır yavaşça gerilediği gerçeğini eklemek gerekiyor. Doğrusu, analistler, şu anda, hızla büyüyen iç talebin krallığı 2030’larda halis bir petrol ithalatçısı haline getireceğini ileri sürüyorlar. Petrol satışlarının devlet gelirlerinin halen yüzde 80-90’ına tekabül ettiği bir ortamda böylesi bir gelişmenin krallık için ölümcül bir tehdit yaratacağını söylemeye lüzum yok.

Harcamaların kısılması ve kemer sıkma politikası dayatılması yoluyla açıkla mücadele etmekse 2011 Arap isyanlarının başlangıcından bu yana iç huzursuzluğu savmak konusundaki ana silahı halkı ucuz mala boğmak olan bir hükümet için cazip bir seçenek olmaktan uzaktır. Enerji sübvansiyonları tek başına Suudi GSYİH’nın yaklaşık yüzde 20’sini oluşturmaktadır. Ayrıca gıda, konut, su ve geniş bir yelpazede diğer tüketim malları için yaygın sübvansiyonlar bulunmaktadır. Şundan emin olabilirsiniz ki; Suudiler reform üzerine kafa yorarken geçim giderlerindeki keskin artışların Tunus, Mısır ve Yemen gibi Ortadoğu ülkelerinde yaşanan isyanları tetiklemedeki rolünün farkındadır.

Büyüyen mali sorunlarının yanısıra krallık ekonomisinin sırtına bir dizi sorun binmeye devam ediyor. 30 yaşın altındaki Suudiler nüfusun üçte ikisini oluşturuyor ve yaklaşık yüzde 30’u işsiz ve kesin rakamlara ulaşmak zor olsa da, yerli Suudiler arasında şaşılacak derecede yüksek yoksulluk oranları bulunduğuna ilişkin haberler sürüp gidiyor.

Hac trajedisi. İki büyük felaket bu yılın hac yolculuğunu mahvetti: Bir vincin devrilmesi sonucu 100’den fazla kişinin ölümünü, ardında en az 769 ölüm (gerçek sayının binlere ulaştığını iddia eden birçok gayriresmi iddia bulunuyor) bırakan bir izdiham izledi. Neticede, Suudiler hac organizasyonunun yönetimi konusunda eşi benzeri görülmemiş bir eleştiri yağmuruna tutuldular. Bu ciddi bir iş gerçekten. Suud Hanedanlığı’nın İslam’ın kutsal bölgeleri üzerindeki idaresi ülkeyi yönetme iddiasının merkezinde yer tutar. Kraliyet ailesinin Mekke ve Medine’nin vasiliğine uygunluğunun sürekliliğini sorgulamak sizi monarşinin kendi siyasal ve dini meşruiyetini sorgulamaya götürür.             

İran ile tırmanan anlaşmazlık. İran, Suudilerle nükleer sorun ve İran’ın bölgedeki istikrarsızlaştırma faaliyetleri sebebiyle zaten dorukta olan tansiyonu yükseltmek için hac trajedisine özellikle yüklendi. Diğer uluslara oranla izdihamda ölen İranlı sayısı çok daha fazlaydı; son sayı 464’tü ve hala yükselebilir. Krallık cesetleri teslim etme işini ağırdan alınca İranlı yetkililer karşı saldırıya geçti. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Suudileri “İranlı hacılara karşı en ufak bir saygısızlık gösterildiği takdirde acımasız ve şiddetli bir tepkiyle karşılabilecekleri” konusunda uyardı. Hamaney, Suudi saldırıları karşısında bu zamana dek İran’ın kendini önemli ölçüde dizginlediğini “ancak İran’ın elinin diğerlerinden üstün ve daha maharetli olduğunu bilmeleri gerektiğini” söyledi. “İran huzur bozucu ve kötü niyetli unsurlara karşılık vermek istediğinde Suudi Arabistan’ın durumunun pek de iyi olmayacağını” ifade ederek bitirdi. İran’ın eski savunma bakanı, Devrim Muhafızları Komutanı Mustafa Muhammed Naccar, Suudilerin Hamaney’in uyarısını ciddiye almaları gerektiğini; zira İran’ın Suudi suistimallerine “güçlü ve ezici” bir karşılık verebilecek güçte olduğunu belirterek Hamaney’i destekledi.

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, hac organizasyonunu müslümanlardan oluşan bir komiteye bırakması için Suudi Arabistan’a çağrı yaptı. Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şamkani Suudi Arabistan’ı “IŞİD’ten sonra İslam’a en büyük zararı vermekle” suçladı. Devrim Muhafızları Komutanı, İran güvenlik güçlerinin komutan yardımcısı Ali Fazli, krallığın İslam Devleti’ne ve Sünni aşırılıkçı örgütlerine olan desteğinin Mekke faciasına büyük ölçüde katkıda bulunduğunu” iddia etti. Şiilerin yaklaşan bir dini kutlaması hakkında konuşan Fazli “El-Suud’un (hanedanlığın) devrilmesiyle bir gün biz de Gadir-i Hum’u esas yerinde (elbette Mekke’yi kastediyor) kutlayabileceğiz."

Hac trajedisinin ötesinde, İran diğer alanlarda da Suudi çıkarlarına meydan okumalarını arttırıyor gibi görünüyor. 30 Eylül’de, krallık Yemen’deki Suudi koalisyonuyla savaşmakta olan Husi isyancılarına bütünleme ikmali için yola çıkan silah dolu bir İranlı balıkçı teknesine el koyduğunu duyurdu. Ertesi gün, krallığın komşusu ve yakın müttefiki Bahreyn, İran’ın İslam Devrimi Muhafızları ile yakın bağlantıları olan bir bomba yapım imalathanesini ortaya çıkardığını söyledi. Bahreyn acilen büyükelçisini Tahran’dan çekti ve “İran’ın mezhep çatışması yaratmak ve hegemonya ve kontrol sağlamak amacıyla Bahreyn krallığının işlerine sürekli olarak burnunu sokuyor olması sebebiyle” İran büyükelçisini istenmeyen kişi ilan etti. Sonraki gün, İran Bahreyn maslahatgüzarını kovarak misilleme yaptı.

Ve elbette Suriye’de, geride bıraktığımız birkaç hafta, Esad rejimini iktidarda tutmak ve krallığın desteklediği isyancılarla savaşmak için bir İran-Rus askeri koalisyonunun olgunlaştığına tanıklık etti. Rus savaş uçaklarının büyük bir bombalama seferberliği başlatmasıyla birlikte, İran, iddialara göre, Suudiler tarafından desteklenen güçlerin ele geçirdiği bölgelerden temizlenmesi amacıyla yeni bir hücum sahası yaratılmasına destek olmak için Suriye’ye yüzlerce asker gönderdi.

ABD’nin tasarrufu. Rusya’nın Suriye’ye çarpıcı müdahalesi şu sıralar krallığı sarsan daha kapsamlı bir tehdidin; yani Amerika’nın Ortadoğu’nun istikrarı konusundaki geleneksel garantör rolünü terk ediyor olduğu gerçeğinin altını çizmiş oldu. Bu tabii ki, 70 yıllık ömründe Amerikan Barışı’na bel bağlayan Suudiler için çok kötü bir haber. Şu anda, ABD tarafından savunulan düzen gözlerinin önünde çözülüyor gibi duruyor. Buna karşılık, “yeni normal”; baş jeopolitik rakibi Rusya bölgenin güç dengelerini altüst etmeyi amaçlarken uysalca protesto eden, krallığın en kötü düşmanı İran’ı diplomatik anlaşmalarla yüreklendiren Washington’dur.

Şüphesiz ki günler geçtikçe Amerika’nın gücünün ve güvenilirliğinin hızlıca azalıyor olması kaçınılmaz olarak Suudi Arabistan’ı korunmasız ve zayıf bırakıyor.

Suud Hanedanlığı’nın erken ölümü üzerine kumar oynayan kimse kazanmadı. On yıllar boyunca, diğer küçük rejimleri silip süpüren siyasal, ideolojik ve askeri akımlar karşısında dikkate değer bir metanet gösterdiler. Bu yüzden kraliyet ailesinin gerçek bir felaketin eşiğinde olabileceğini öngörmek abesle iştigal olurdu.

Bununla beraber, tehlikeler ciddiye alınmak zorundadır. Krallığın yüzleştiği bölgesel ortam belki de eşi benzeri görülmemiş bir düşmanlığı barındırıyor. Ortadoğu çöküyor, sahip olduğu devlet sistemi serbest düşüşte. Arap Baharı İslamcı Kış’a dönüşeli çok oldu. Hegemonyaya aç bir İran-Rus askerî ekseni bulunuyor ve yüksek petrol fiyatları Arabistan sınırları üzerinde güç kazanıyor. Ve Amerika ardında morali bozulmuş müttefikler, teşvik edilmiş düşmanlar ve kaos bırakarak çıkışa doğru sürükleniyor.

Yukarıda anlatıldığı üzere, krallığı içten kuşatmakta olan zorluklar yavaşça çoğalmaya devam ediyor. Bir toplumun olası istikrarsızlık bakımından tehlikeli bölgeye yaklaştığı ihtimaline işaret eden uyarıcıların herhangi bir listesini elinize alın ve bugün krallıkta olanlarla karşılaştırın: Büyüyen elit çatlaklar. Pahalıya mal olan bir savaşa gömülmüşlük. Artan ekonomik baskı. Meşruiyetin aşınmaya uğrayacağının sinyalleri. Muhalif dış aktörlerin gücünün artması. Dışarıdaki geleneksel korumacıların gücünün azalması.

Elbette, bu faktörlerin herhangi birinin Suudiler için bardağı taşıran son damla gibi bir şey olmaya yakın olduğunu ölçmek olanaksız değilse de zordur. Eğer tarih bizi yanıltmıyorsa muhtemelen değiller. Her şeyin halen bilgelikle ve yerinde kararlar verilerek oldukça yönetilebilir durduğu o ilk aşamalarda olabiliriz.

Kesin olarak birşey söylenecekse o da; temel göstergelerin belki de ilk kez eş zamanlı olarak yanlış doğrultuya yönelmiş gibi görünmesidir. Bu bakımdan, başıboş kalmış bu olumsuz eğilimlerin en sonunda birleşerek sistemi ezebilecek yöntemlerle dalga dalga artması riski geçmişe göre çok daha fazla olabilir.

Evet, risklerin en kötüsünün geçekleşme ihtimali düşük olabilir. Ancak krallıktaki geniş çaplı istikrarsızlığın sonuçları ABD çıkarlarına büyük zararlar verme potansiyeline sahip. Bölgede işler söylendiği kadar kötü, Suudi Arabistan’ın iflası mevcut krizi solda sıfır bırakır.

Her ne kadar kısa vadede, tırmanmakta olan iç zorluklar için krallığa yardım etme konusunda Birleşik Devletler’in ciddi biçimde eli kolu bağlı olsa da; halen, Suudilerin karşılaştığı baskıları ve artmakta olan dış tehditleri yatıştırma kabiliyetine sahiptir. Amerika’nın karşılaştırmalı üstünlükleri şunlardır: güvenliklerini temin ettiğimiz ana stratejik ortaklara yeniden güven verme kabiliyeti ve Birleşik Devletleri ve dostlarını destekleyen güçlerin, ortak düşmanlarımızın cesaretini kırarak bölgesel ilişkilerini sürdürme konusundaki kararlılığı.

Obama yönetimi geçtiğimiz birkaç yılda, en kötü düşmanlarının saldırganlığını ve ihtiraslarını pekiştirerek zaten hassas olan dostlarının moralini ve güvenini baltaladığı bu süreçte yerine getirmesi gereken görevde açıkça feci bir şekilde başarısızlığa uğradı—ya da, daha doğrusu geri çevrildi--

Şimdiki mesele Obama yönetiminin kendi tetiklediği jeopolitik karışıklıktan kurtulmayı dahi başarıp başaramayacağıdır. Ortadoğu’da Amerikan Barışı’nın üzerine “dükkan kapalı” tabelasının konması gibi oldukça anlamlı kararlarca ortalığa salınan feci halde istikrarsızlaştıcı olaylar zinciri konusunda bir ipucuna dahi sahip midir? Bölgeyi terk eden ABD önderliğinin yerini erdemli bir eşitlik ya da yerel rakipler arasında bir güç dengesinin değil de şiddetin, aşırılıkçılığın ve kaosun alacağını sonunda kavrar mı? İlkeleri feci halde yıpratılan stratejik ortaklıkların yeniden inşası ve şu anda bölgeyi ve ABD çıkarlarını yenilgiye uğratmak için gözdağı veren kargaşa dalgasını durdurmak gibi meşakkatli bir görevi yerine getirme konusunda hiçbir fikri var mıdır?

Ne yazık ki bu soruların cevabının evet olduğuna inanmak için kesinlikle hiçbir neden bulunmuyor. Her durumda, Başkan Obama varisine miras bırakacağı tüm felaketlere bir yenisini ekleyebileceği (dünyanın en büyük petrol ihracatçısı ve İslam’ın kutsal mekanlarının sahası, gelişmiş Amerikan silahlarına ve kızgın Vahabilere sahip olan Suudi Arabistan’da giderek artan istikrarsız ve vahim durum) için riskler büyümeye devam edecek.