ABD'nin Latin Amerika'daki 'çift patika' siyaseti: Orta Amerika'ya denizciler, Küba'ya diplomatlar

ABD'nin Küba ile bir "yumuşama" dönemine girmesi, Latin Amerika'ya yönelik emperyalist tehdidin azaldığı anlamına gelmiyor. Axis of Logic için yazan James Petras'ın, ABD'nin Latin Amerika'ya yönelik ikili siyasetini irdelediği yazısını soL okurlarıyla paylaşıyoruz.

Çeviri: Can Önen

GİRİŞ
Washington’ın siyasi alimlerinden Papa’ya kadar, ana akım medyanın çoğu gazetecisi ve alternatif medya da dahil herkes, ABD’nin Küba’ya uygulanan ekonomik ambargoyu sonlandırma ve diplomatik ilişkileri kademeli olarak açma hamlelerine odaklandı. ABD’nin Latin Amerika politikasında diplomasi ve uzlaşının hakim olacağı ‘büyük bir değişim’ yaşanacağı konuşuluyor. En ilerici yazar ve gazeteciler dahi ABD emperyalizmiyle ilgili yazıp çizmeyi kesmiş durumda.

Ancak Washington’ın Küba ile müzakeresinin, çift patika politikasının yalnızca bir ayağı olduğuna dair kuvvetli kanıtlar birikmekte. ABD’nin Latin Amerika’da, giderek artan şekilde ‘askeri platformlara’ yaslanan, stratejik ülkelerde doğrudan askeri müdahale için tasarlanmış muazzam bir birikimi var.

Dahası, ABD’li siyaset yapıcılar, bağımsız hükümetlerin istikrarını zayıflatma ve ABD tahakkümünü yeniden sağlama amacıyla hareket eden ‘kukla’ muhalefet partilerini, hareketleri ve kişilikleri destekleme konusunda aktif rol üstlenmekteler.

Bu makalede ‘çift patikalı’ siyasetinin kökenlerini, güncel göstergelerini ve geleceğe dönük projeksiyonlarını tartışacağız. Daha sonra ise, ABD’nin bölgedeki hegemonyasının yeniden sağlanma olasılığına değineceğiz.

ÇİFT PATİKALI SİYASETİN KÖKENLERİ
Washington’ın, bir yandan belli politik alanları ‘reforme’ ederken, bir yandan da rejim ve hareketleri güç yoluyla ve askeri darbeyle devirme politikalarını birleştiren ‘çift patika’ siyaseti, Küba Devrimini izleyen erken dönem Kennedy yönetiminde yürürlüğe kondu. Kennedy, ABD’yle ittifak yapmaya hevesli Latin Amerika ülkelerinde kalkınma ve sosyal reformu desteklemek üzere, ‘İlerleme için İttifak’ adında muazzam bir ekonomik yardım programı yürürlüğe koydu. Bir yandan da Kennedy rejimi bölgede ABD askeri varlığını ve yardımlarını artırıp ortak tatbikatlar düzenliyordu.

Olası ayaklanmaları bastırmak üzere kalabalık bir ‘Yeşil Bereli’ birliğine sponsor olundu. ‘İlerleme için İttifak’, Küba’da gerçekleşen devrimci dönüşümlerin yarattığı cazibeyi dengelemek için dizayn edilmişti. Kennedy bir yandan Latin Amerika’da sulandırılmış reformları desteklerken, bir yandan da 1961’de Küba’nın CIA tarafından gizlice işgalini sağlıyor (‘Domuzlar Körfezi’) ve 1962’de ambargoyu devreye sokuyordu (sözde ‘füze krizi’). İki patika politikası sonunda reformların çöpe gitmesi ve askeri baskının artmasıyla sonlandı. 1970’lerin ortalarına gelindiğinde ‘iki patika’ sonunda birleşmişti. ABD 1965’te Dominik Cumhuriyeti’ni işgal etti. Bölgede bir dizi askeri darbeyi destekleyip Küba’nın etkin şekilde izolasyonunu sağladı. Sonuç olarak Latin Amerikalı işçiler neredeyse çeyrek yüzyıl boyunca sürekli azalan yaşam standardıyla yaşadılar.

1980’lerle birlikte ABD destekli diktatörler kullanışlılıklarını kaybettiler ve Washington bir kez daha ikili bir stratejiye döndü: Patikanın bir tanesinde Beyaz Saray tüm kalbiyle askeri yönetimlerin neoliberal ajandalarını destekledi ve Washington’un bölgesel hegemonyasının küçük ortakları olarak sponsorluklarını yaptı. Diğer patikadaysa, askeri yönetimlere dönük kabaran toplumsal basıncın havasını almak adına, ‘demokratik geçiş’ olarak adlandırılan sıkıca denetlenen bir seçim politikasını destekledirler. Seçim sonuçları güvence altına alınarak, ABD destekli politikacıların askeri rejimlerin başlattığı neoliberal sosyoekonomik çerçevede yola devamı sağlandı.

Yeni yüzyıla girilmesiyle birlikte, 30 yıllık baskıcı yönetimin, neoliberal sosyoekonomik politikaların ve ulusal zenginliklerin özelleştirilmesinin yarattığı hoşnutsuzluk birikimi, toplumsal bir patlama açığa çıkardı. Bu hoşnutsuzluk patlaması sonucunda Washington destekli neoliberal rejimler ağır yenilgiye uğradı.

Latin Amerika’nın büyük bölümünde, ABD merkezli ‘entegrasyon’ programlarının sonlandırılmasını talep eden kitlesel hareketlenmeler yükselişe geçti. Antiemperyalizm büyüdü ve güçlendi. Bu dönemde Venezuela, Arjantin, Ekvador, Bolivya, Brezilya, Uruguay, Paraguay, Honduras ve Nikaragua’da merkez-sol hükümetler ortaya çıktı. Rejim değişiklikleriyle birlikte dünyanın ekonomik güçleri alarm durumuna geçtiler: büyüyen Asya pazarları, bunların Latin Amerika hammaddesine dönük talebi ve ticari malların fiyatlarındaki artış, Washington kontrolü dışında bir Latin Amerika merkezli bölgesel örgütlenmenin önünü açtı.

Washington halen 25 yıllık ‘tek patika’ siyasetine gömülmüş vaziyetteydi. Tahakkümüne dönük merkez-sol ve antiemperyalist meydan okumaya karşı yanıt üretmekten acizdi. Bunun yerine Washington yeni ortaya çıkan iktidar kompozisyonunu tersine çevirmeye çalıştı. Denizaşırı örgütleri Uluslararası Kalkınma Ajansı (AID) ve Uyuşturucuyla Mücadele Ajansı (DEA) ve konsoloslukları aracılığıyla Bolivya, Ekvador, Venezuela, Paraguay ve Honduras’yaki yeni hükümetleri istikrarsızlaştırmaya çalıştı. Paraguay ve Akvador haricinde ABD’nin ‘tek patikalı’ müdahale ve istikrarsızlaştırma politikaları başarısız oldu.

Sonunda Washington siyasi açıdan yalnızlaştı. Entegrasyon programları reddedildi. Latin Amerika borsalarındaki  hisse senetlerinin değeri düştü. Yalnızca Amerikan Devletleri Örgütü’ndeki (OAS) çoğunluğunu kaybetmekle kalmadı, ezici olarak azınlığa düştü.

ABD’nin ‘havucu’ arkasına saklayıp ‘sopaya’ bel bağlamakla yetindiği ‘tek patika’ politikası bazı varsayımlar üzerine kurulmuştur: Bush ve Obama rejimleri ABD’nin bölgedeki 25 yıllık (1975-2000) tahakkümünden fazlasıyla etkilenmişlerdir. İkinci olarak Latin Amerika’daki ayaklanma ve politik dönüşümlerin geçici, zayıf ve kolayca tersine çevrilebilir oldukları varsayılıyordu. Ayrıca Washington, pazarlar, kaynak ve işgücü üzerinde yüzyıldan fazla süredir devam eden bir hegemonya alışkanlığına sahipti ve bunun alternatifsiz olduğunu düşünüyordu. Çin’in Latin Amerika pazarlarında pay sahibi olmasının önemini anlama konusunda başarısız oldu. Dışişleri Bakanlığı Latin Amerika hükümetlerinin kendilerini dışarıda bırakacak bir ekonomik entegrasyona gitme kapasiteleri bulunduğu gerçeğini inkar etti.

ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri 1990’larda başarıyla yürüttükleri ancak yeni dönemde itibarsızlaşan neoliberal doktrinin ötesine asla geçmedi. Beyaz Saray Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez gibi radikal reformcuların yarattığı cazibeyi dengeleyecek ‘reformist’ adımları atmakta başarısız oldu. Bu durum en iyi, Chavez kendi ‘ilerleme için ittifak’ programını hayata geçirdiğinde anlaşıldı: ‘Petro-Caribe’ (Venezuela’nın fakir Orta Amerika ve Karayip ülkelerine ucuz ve sübvanse edilmiş akaryakıt sağladığı ve ABD’nin yoksul mahallelerine kalorifer yakıtı ulaştırdığı program) ve ‘ALBA’ (Chavez’in And devletleri, artı Küba ve Nikaragua ile geliştirdiği, bölgesel siyasi dayanışma ve ekonomik bağları güçlendirmeyi amaçlayan politik-ekonomik birlik.) Her iki program da büyük ölçüde Venezuela tarafından finanse edildi. Washington başarılı bir alternatif üretemedi.

Diplomatik açıdan kazanamayan ABD yeniden ‘büyük sopaya’ sarıldı ve Chavez’in cömert ve faydalı yardım programıyla rekabet etmek yerine, Venezuela’nın istikrarını bozmayı denedi. Ancak bu taktik fena geri tepti: 2009’da Obama rejimi Honduras’ta bir askeri darbeyi destekledi, seçilmiş liberal reformcu Başkan Zelaya’yı devirdi ve kanlı bir tirana arka çıkarak 1970’lere, Şili’de General Pinochet’yi desteklediği günlere geri döndü. Dışişleri Bakanı Hilary Clinton tam bir siyasi soytarılık örneği sergileyerek Zelaya’nın şiddetle alaşağı edilmesine darbe demeyi reddetti ve ivedilikle diktatörlüğü tanıdı. ABD’nin Honduras’taki politikasını başka hiçbir ülke desteklemedi. Washington’ın izolasyonuna işaret edercesine, darbe uluslararası kamuoyunca kınandı.

ABD defalarca ‘hegemonya kartını’ masaya sürdü ancak bölgesel toplantılarda bu hamle boşa düşürüldü. 2010’daki Amerikalar zirvesinde, Latin Amerika ülkeleri ABD itirazına ve vetosuna rağmen Küba’yı bir sonraki toplantıya çağırma kararı aldı. ABD muhalefette yalnız bırakılıyor ve 50 yıllık vetosu boşa düşürülmüş oluyordu.

Washington’ın pozisyonu 10 yılı aşkın (Çin’in agro-mineral ürünlerine muazzam talebiyle körüklenen) ticari “boom”la daha da zayıflamış oluyordu. ABD Hazine ve Dışişleri Bakanlıklarının fiyatların çökmesiyle ilgili tahminleri yanlış çıktı. Daha önceki ticari iflas sırasında merkez-sol hükümetler, kredi için ABD kontrolündeki Uluslararası Para Fonu’na (IMF) koşmuş ve Beyaz Saray bu durumu neoliberal politikaları empoze etmek ve siyasi tahakküm kurmak için kullanmıştı. Bu kez ise artan gelir düzeyi merkez-sol hükümetlere ‘borç tuzağından’ kaçabilmeleri için gerekli iltiması sağladı. Böylece ABD dayatması koşullardan kurtulan Latin hükümetler popülist-milliyetçi politikalar izleyebildiler. Washington ‘kriz kartını’ oynadı ve kaybetti. Bununla birlikte Washington aşırı sağcı muhalif gruplarla çalışmaya ve ilerici hükümetleri istikrarsızlaştırmak için çabalamaya devam etti.

‘ÇİFT PATİKA’ POLİTİKASININ TEKRAR MASAYA SÜRÜLMESİ
10 yıllık ısrarlı denemelerin sonunda, ‘büyük sopa’ politikalarının sonu gelmeyen başarısızlıklarının, ABD merkezli entegrasyon tasarısının ve kukla siyasetçilerin sandıkta aldıkları ağır yenilginin ardından, Washington sonunda ‘tek patikalı’ siyasetini gözden geçirdi ve çekinerek de olsa sınırlı bir ‘çift patika’ yaklaşımı geliştirmeyi gündemine aldı.

Ancak, ‘çift patika’ geçmişin damgasını üzerinde taşıyan zıtlıkları içermeye devam etti. Obama rejimi Küba’yla müzakereler başlatıp ilişkilerini ilerletme hamlesi yaparken, Karakas’ı son derece absürt şekilde ‘ABD’ye dönük ulusal tehdit’ olarak etiketleyip Venezuela’ya karşı askeri tehdidini artırdı.

Washington sonunda Küba’ya dönük düşmanca politikasının uluslararası çapta duvara tosladığı ve ABD’yi Latin Amerika’dan izole ettiği gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kaldı. Obama, vitrinini belli ‘reformcu adımların’ süslediği bir Küba’ya açılma hamlesine girişti. Halbuki, ‘Küba’ya açılma’ Latin Amerika’ya dönük daha aktif bir politik müdahalenin parçasıydı. Washington, ticari büyüme dönemi sona erer ve fiyatlar düşerken, merkez-sol hükümetlerin kırılganlıklarını kendi avantajına dönüştürecektir. Örneğin, Obama Brezilya’da Dilma Rousseff’in uyguladığı kemer sıkma programını alkışlamaktadır. Yeni başa gelen Tabaré Vázquez’in Uruguay’da serbest piyasa politikaları uyguladığı “Geniş Cephe” rejimini tüm kalbiyle desteklemektedir. Şili Devlet Başkanı Bachelet’nin Kabine’ye büyük sermaye lehine yaptığı merkez-sağ, Hıristiyan Demokrat atamaların arkasındadır.

Latin Amerika’daki bu değişiklikler, Washington’ın ‘çift patika’ politikasının önünü açtı: Bir taraftan siyasi ve ekonomik baskıyı artırıp mevcut yönetimlerin ‘devletçi’ politikalarına karşı propaganda kampanyasını daha da şiddetlendirme; diğer yandan ise, Orta Amerika ve yakın çevresindeki askeri varlığını artırma. Amaç Güney Amerika kıtasının geri kalanının askeri komutasını tekrar ele geçirmek.

10 Mayıs 2015’te yayınlanan Miami Herald, Obama yönetiminin hiçbir misyonu olmadığı halde 280 ABD deniz piyadesini Orta Amerika’ya konuşlandırdığını yazdı. 10-11 Nisanda gerçekleşen Amerikalar Zirvesi’nin hemen arkasından gelmesi, bu hamleye sembolik bir önem yüklüyor. Küba’nın zirvede yer alması Amerikalar arası uzlaşının diplomatik zaferine işaret etse de, yüzlerce ABD deniz piyadesinin Orta Amerika’da ortaya çıkması senaryonun başka bir boyutuna işaret ediyor.

İronik şekilde, zirve sırasında Güney Amerika Ulusları Birliği (UNASUR) Genel Sekreteri eski Kolombiya Devlet Başkanı (1994-1998) Ernesto Samper, ABD’ye Guantanamo da dahil tüm Latin Amerika’daki askeri üslerini kaldırması çağrısında bulundu: “Latin Amerika’daki yeni ilişkiler ajandası açısından ABD üslerinin ortadan kaldırılması iyi bir nokta olur.”

ABD’nin Küba’ya ‘açılması’ kesinlikle Latin Amerika’ya dönük, sert bir askeri müdahaleyi de kapsayan, daha geniş çaplı bir müdahalenin sinyalidir. Stratejik olarak buradaki niyet, neoliberal kukla rejimlerin restorasyonudur, sandıkla veya kurşunla.

SONUÇ
Washington’ın şu an yürürlükte olan çift patika politikası, John F. Kennedy’nin ‘İlerleme için İttifak’ politikasının ‘ucuz bir kopyası’ ile ‘Yeşil Berelilerin’ bir kombinasyonudur. Ancak, Obama neoliberal tahakkümü restore etme yolunda modernizasyon ve reform için çok az finansal destek sunmaktadır.

Politik gerileme, diplomatik izolasyon ve askeri üstünlüğün görece azalmasıyla geçen 10 yılın ardından Obama rejiminin derin yalnızlığının farkına varması yaklaşık altı yılına mal oldu. Batı Yarımküre İşleri Bürosu başı ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Roberta Jacobson, hiçbir Latin Amerika ülkesinin Venezuela’nın ‘ABD’ye dönük bir ulusal tehdit’ olduğu iddiasına prim vermemesi karşısında şaşkınlığa düştüğünü söyleyerek, Bakanlığın Washington’ın Latin Amerika’yı etkileme kapasitesini algılama açısından ne kadar cahilleştiğini göstermiş oldu.

Merkez-solun gerilemeye başlamasından bu yana Obama rejimin çift patikalı stratejisini hayata geçirme konusunda iştahı kabardı. FARC ile Başkan Santos arasındaki barış görüşmeleri ilerleme kaydettiği sürece, Washington Venezuela’ya dönük istikrarsızlaştırma kampanyasını devam ettirebilmek için Kolombiya’daki askeri varlığını yeniden düzenleme eğiliminde olacak gibi görünüyor. Dışişleri Bakanlığı Bolivya’ya dönük olarak diplomatik araçlara ağırlık kaydıracak. Ulusal Demokrasi Vakfı, bu yılki Arjantin seçimlerine dönük müdahalesini yoğunlaştıracak.

Değişen koşullar esnek taktikleri zorunlu kılar. Wasington’ın askeri baskıya doğru taktik değiştirmesinin işaret ettiği stratejik manzara hayra alamet değil. Kolombiya hükümetiyle FARC gerillaları arasındaki barış görüşmeleri bir mutabakata doğru evrildikçe, yedi ABD üssü ve birkaç binlik ABD özel kuvvet birliğinin ülkedeki varlığı için geçerli bir bahane kalmayacak. Ancak, Kolombiya Devlet Başkanı Santos, olası bir ‘barış anlaşmasının’ ABD kuvvetlerinin çekilmesi ve üslerin kapatılması koşuluna bağlı olacağına işaret etmiş değil. Başka deyişle, ABD Güney Komutanlığı’nın Venezuela, Ekvador, Orta Amerika ve Karayipler’e dönük bir saldırı için gereken alt yapı korunacak gibi görünüyor.

Kolombiya, Küba (Guantanamo), Honduras (Soto Cano), Curaçao, Aruba ve Peru’da bulunan üsleriyle Washington’ın hızla mobilize olabilecek müdahale güçleri hazır bulunuyor. Uruguay, Paraguay ve Şili ordularıyla güçlü askeri bağlar ise, Latin Amerika’nın ‘Güney Konisinde’ sözde ‘güvenlik’ politikaları için koordinasyon ve devamlı ortak tatbikatları beraberinde getiriyor. Bu strateji Latin Amerika’nın herhangi bir yerinde ve herhangi bir zaman ortaya çıkabilecek sınıf çatışmalarını ve halk hareketlerini bastırmak üzere özellikle tasarlanmıştır. Bugün yürürlükte olan çift patikalı politika, siyasi-diplomatik ve askeri stratejiler aracılığıyla yürütülmektedir.

Bölgenin neredeyse tamamında bu dönemde Washington siyasi, diplomatik ve ekonomik müdahaleleri ve baskıcı politikaları birlikte götürmektedir. Beyaz Saray, merkez-sol hükümetlerin yerini yeni seçimlerde sağcı partilerin alacağına ve yüzsüzce neoliberal kukla rejimlerini yeniden kuracaklarına inanıyor. Bu özellikle Brezilya ve Arjantin için doğrudur.

‘Politik-diplomatik patika’ Washington’ın Bolivya’yla ilişkileri yeniden tesis etme ve Ekvador, Nikaragua ve Küba’ya dönük ‘olumlu’ politikalarında açıkça görülüyor. ABD anti-emperyalist eleştirelliğin tonunun azaltılması ve ‘Chavez dönemi’ bölgesel entegrasyon programının zayıflatılması karşılığında diplomatik ve ticari anlaşmalar vaat ediyor.

‘İki patikalı yaklaşımın’ Venezuela’daki karşılığı, askeri yanın çok daha ağır bastığı bir tarzla yürümekte. Washington, Kolombiya sınırından geçen paramiliterlerin şiddet eylemlerini sübvanse etmeye devam edecek. Enerji şebekesi ve yiyecek dağıtım ağına dönük terörist sabotaj eylemlerini teşvik etmeyi sürdürecek. Stratejik hedef, 2015 sonbaharında gerçekleşecek olan seçimlere dönük bir hazırlıkla Maduro hükümetinin tabanını kemirmek. Venezuela için Washington’ın dört adımlı bir stratejisi var:

  • Hükümetin seçmen tabanını eritmeye dönük dolaylı şiddet eylemleri
  • Kongrede çoğunluğu garantilemek adına yasal muhalefetin seçim kampanyasına dönük geniş çaplı finansal destek
  • Kongre kararıyla Devlet Başkanı’nın düşürülmesi için referanduma gidilmesi yönünde kitlesel bir medya kampanyası
  • Referandumda oy çoğunluğunu garantilemek için büyük bir finansal, politik destek ve medya kampanyası

Seçimlerin birbirine yakın oy oranlarıyla sonuçlanması halinde dahi Pentagon, Maduro’nun ‘Honduras tarzı’ bir darbeyle indirilmesi için yerli işbirlikçileriyle birlikte bir askeri darbeyi zorlayabilir.

İki patikalı politikanın stratejik ve taktik zayıflığı, orta sınıf seçmeni etkileyebilecek bir ekonomik yardım, ticaret ve yatırım programından yoksun olunmasından kaynaklanıyor. Washington daha ziyade neoliberal kukla restorasyonu için krizin olumsuz etkilerine bel bağlıyor. Bu yaklaşımın sorunu, ABD yanlısı güçlerin elinde ortodoks kemer sıkma programına dönüş, toplumsal kalkınma programının durdurulması ve yabancı banker ve büyük yatırımcılara vergi indirimi vaadinden başka bir şey bulunmaması. Bu tür bir programın uygulanmasının tek sonucu sınıfsal ve etnik çatışmaları alevlendirmek olurdu.

ABD’nin ‘seçimle değişim’ stratejisi, uygulayacağı halk düşmanı ekonomi politikaları düşünüldüğünde yalnızca geçici olarak başarılı olabilir. ABD’nin çalışan ailelerin yaşayacağı yıkımı hafifletebilecek sosyo-ekonomik yardımlarının yokluğu kuklaların seçim zaferlerinin kalıcı olmayacağı anlamına geliyor. İşte ABD’nin askeri birikimi bu noktada devreye giriyor: İlk patikanın, politik-diplomatik taktiklerin başarılı olması halinde Latin Amerika toplumları olarak kutuplaşacak ve sınıf çatışmalarının şiddetlenmesi kaçınılmaz olacak. Washington bu noktada işbirlikçilerinin bu durumu şiddetle bastırmak konusunda yeterli olacağını umuyor.

‘İki patikalı siyaset’ bir kez daha ‘tek patikaya’ dönüşecek. Böylece Latin Amerika’nın finans spekülatörlerince yağmalanmaya hazır bir uydu bölge haline geri döndürülmesi amaçlanıyor.

Geçtiğimiz 15 yıl boyunca gördüğümüz gibi, ‘tek patika siyasetleri’ toplumsal kabarmalarla sonlanır. Bu seferki ilerici merkez-sol hükümetler yerine gerçekten devrimci iktidarlarla da sonuçlanabilir!

EPİLOG
ABD’li imparatorluk özentileri kalıcı, müreffeh ve üretken kukla devletler yaratamayacaklarını tüm dünyaya açıkça göstermiş bulunuyorlar (güncel örnekler Irak ve Libya’dır). ABD’nin ‘çift patikalı politikası’ geçici seçim başarılarıyla sonuçlansa dahi, Latin Amerika üzerindeki tahakkümün yeniden kurulabileceğine inanmak için ortada bir neden yok. ABD yanlısı elitleri iktidarda tutacak ekonomik ve toplumsal reformlar gibi stratejik mekanizmalardan yoksunlar. Örneğin, ABD Çin’in Brezilya’ya yaptığı 50 milyar dolarlık yardımı şiddet ve baskıyla nasıl dengeleyebilir? Çin, Rusya, güçlü bölgesel piyasalar ve yeni finans merkezlerinin yükselişinin ABD’nin kukla iktidarlar yaratmasını nasıl önlediğini analiz etmek önemli. Askeri darbe ve serbest piyasa, artık Latin Amerika’da başarılı olabilecek formüller değil: Geçmişte uğradıkları hezimetler unutulmak için fazla yeni sayılır.

ABD ekonomisinin ‘finanslaşması’ artık IMF’in bile olumsuz olarak nitelediği bir durum (Financial Times 13/05/2015 s. 4). Bu durum, ABD’nin Latin Amerika’da üretim faaliyeti için ayıracak sermayesi olmadığına işaret ediyor. Emperyalist devlet artık yalnızca bankalarına para toplayan ve işsizlik yaratan vahşi bir tefeciliğe yarıyor. Finansal emperyalizm artık devrimci patlamaları tetikleyecek politik-ekonomik bir Molotof kokteylinden ibarettir. ABD deniz piyadelerinin yetebileceğinin çok ötesinde patlamalar.