ABD’de siyasi kriz tırmanıyor

ABD’de 6 Kasım’da yapılacak ara seçim öncesi tansiyon, bazı siyasetçilere, medya kuruluşlarına ve ünlülere yönelik bombalı saldırı girişimi iddiaları, ABD sınırına doğru yürüyen göçmenlerle ilgili itiş kakış ve siber savaş tehditleri üzerinden yükseldi.

Alper Birdal

Amerika Birleşik Devletleri’nde 6 Kasım’da yapılacak ara seçimle Kongre’nin alt kanadı Temsilciler Meclisi’nin 435 üyesi, Kongre’nin üst kanadı Senato’nun üçte biri, otuz altı eyalet valisi ve üç bölge valisiyle, pek çok belediye başkanı yeniden belirlenecek. İki yıldır siyasi kriz yaşayan ülkede ara seçimler öncesinde tansiyon iyice yükselmiş bulunuyor.

Ara seçimlerin süregiden krizi tırmandırması beklenen bir durumdu. Zira seçim sonrasında Demokrat Parti’nin Kongre çoğunluğunu ele geçirmesi halinde yalnızca Donald Trump’ın hareket alanı biraz daha daralacak; Başkanlık koltuğuna oturduğundan beri tepesinde sallanan “görevi kötüye kullanma” suçlamasıyla yargılanma tehdidi de daha yakıcı bir hale gelecek. 

ABD Anayasası’na göre Başkan, “vatana ihanet, rüşvet ve yolsuzluk ve ağır suç ve kabahatler” gerekçeleriyle Senato’da yargılanıp görevden alınabiliyor. Bu sürecin hukuki mekanizmaları hayli karmaşık olsa da düğmeye Temsilciler Meclisi’nde yapılan oylamayla basılıyor. Temsilciler Meclisi’nin çoğunluğunun yargılama lehine oy vermesi durumunda konu, bir mahkeme gibi çalışan Senato’ya taşınıyor. Senato’nun Başkan’ı suçlu bulması halinde Başkan görevden alınıyor. 

Dolayısıyla ara seçimlerde Demokrat Parti’nin Kongre’de çoğunluğu kazanması durumunda Trump üzerinden yürüyen tartışmalar daha da hararetlenecek.

BOMBALAR VE MECZUPLAR 

Bu nedenle 6 Kasım’da yapılacak seçimler hem ABD siyaseti hem de uluslararası siyaset açısından önem taşıyor ya da en azından ABD ve dünya kamuoyunda böyle bir algı yaratılmış bulunuyor. Seçime iki hafta kala ülkedeki siyasi tansiyon, bu algıya uyumlu bir şekilde, ancak yine de oldukça sıra dışı gündemler üzerinden tırmandırılıyor.

Geçtiğimiz hafta içinde aralarında Barack Obama, Bill ve Hillary Clinton çifti, Joe Biden ve Robert de Niro gibi isimlerin olduğu 10 adrese bombalı paketler gönderildiğinin açıklanması bu gündemlerden bir tanesiydi. Yine önceki hafta aynı özelliklere sahip bir patlayıcı düzeneğin George Soros’un New York’taki evine de gönderildiği duyurulmuştu. 

Bu “saldırı girişiminin” ifşa edilmesinden birkaç gün sonra failin Florida’da yaşayan Cesar Sayoc adlı bir kişi olduğu duyuruldu. Sağa sola bomba düzeneği gönderdiği söylenen Sayoc, her tarafında Trump lehine sloganların olduğu bir minibüsle ortalıkta dolaşıyordu. Medyada çizilen portreye göre Sayoc, uzun yıllar striptiz kulüplerinde çalışmış, aşırı steroid kullanımının da muhtemel etkisiyle akli dengesi bozulmuş, Trump’ın iktidara gelişinden sonraysa “politize olmuş” bir kişi. 

Washington Post gazetesi, failin profilini çizdiği haberde, bir süre servis elemanı olarak çalıştığı bir pizzacının yöneticisinin Sayoc’un kullandığı minibüsle ilgili şu sözlerini aktarıyor: “Kafası kesilmiş kuklalar, kafası kesilmiş mankenler, Ku Klux Clan, asılmış siyahi bir kişi, gay karşıtı semboller, kundaklama, bombalama sembolleri; yani anlayacağınız minibüsün üstünde ne isterseniz vardı.”

Belli ki ABD medyasının bir bölümü seçim öncesinde ABD ve dünya kamuoyunun mesajı gerektiği gibi algılamasını sağlamak için elinden geleni yapıyor. Haber, aynı kişinin şu sözleriyle devam ediyor: “[Sayoc] dünyaya, siyahlara, Yahudilere, gay’lere karşı çok ama çok öfkeliydi. Sürekli ‘elimde yetki olsa şu gay’lerin ya da siyahların tekini bile sağ bırakmam’ diyordu. O çok çok tuhaf bir adamdı.”

Washington Post, bombalı saldırı girişiminin ortaya çıkmasının ardından “Bomba korkusu ve kıyamet siyaseti” başlığıyla yaptığı başka bir haberdeyse ülkedeki siyasi durumu şöyle yorumluyordu: “İdeolojik bölünmelerin tetiklemesi ve sosyal medyanın da yardımlarıyla siyasi retorik çarpıcı bir şekilde tırmandı. Bu da iki Amerika yaratarak bu Amerikaların birbirlerine sırtını dönmesine neden oldu. Uzun süre önce ortadan kaldırılmasa da bastırılmış olan güçler cesaret buldu ve zincirlerinden kurtuldu. Irksal karşıtlıklar, antisemitizm ve genel olarak muhalefet korkusu, birçok siyasi tartışmanın hiç değilse bir bölümüne sızdı.”

Özetle seçim öncesinde ortalama ABD’linin anlayabileceği kadar açık bir mesaj veriliyor: Trump ülkeyi kutuplaştırdı ve bu meczupları cesaretlendirdi.

Trump, bombalı saldırı girişiminin ardından önce, “Böyle zamanlarda birleşmek zorundayız. Bir araya gelmek ve her türlü siyasi şiddet eylemi veya tehdidinin Amerika Birleşik Devletleri’nde yeri olmadığına ilişkin çok açık, güçlü ve kesin bir mesaj vermek zorundayız.” dedi. Ancak failin hızla ortaya çıkarılması ve Trump’la fikri bağının kurulmasının hemen ardından bu “birlikçi” söylemin işe yaramayacağını kavrayan Trump, bir kez daha “liberal medyanın” kendisine karşı bir karalama kampanyası yürüttüğünü söyleyen tweet’ler atmaya başladı.

Bu kapışmanın hangi partiye ne kadar oy getireceği belirsiz olsa da ABD siyasetinde “toplumsal kutuplaşma” argümanı geçmişte eşine pek rastlanmadık ölçüde yerleşiklik kazanmış bulunuyor. Seçim öncesinde gündemin üst sıralarında yer alan başka tartışmalar da hem bu argümandan besleniyor hem de onu besliyor.

GÖÇMEN KERVANI

Bu örneklerden bir diğeri 12 Ekim’de Honduras’ın San Pedro Sula kentinde başladıktan sonra hızla büyüyen ve hali hazırda Meksika’ya ulaşmış bulunan “göçmen kervanı”. 

Çoğunluğu Honduras, El Salvador ve Guetamala vatandaşlarından oluşan yaklaşık 14 bin kişi, üç grup halinde Meksika’dan kuzeye doğru yürüyüşlerine devam ediyor. Amaçları ABD’ye “yasadışı” yoldan girmek değil, sığınma talebinde bulunmak. 

Donald Trump ise ısrarla göçmen kervanını yasadışı yollardan ABD’ye girmek isteyen ve ulusal güvenliğe tehdit oluşturan bir grup olarak niteliyor. Son tweet’lerinden birinde, “Kervandakilere sesleniyorum, geri dönün; biz yasadışı yollarla gelenleri ABD’ye sokmuyoruz. Ülkenize dönün ve istiyorsanız başka milyonlarca insanın yaptığı gibi vatandaşlık başvurusunda bulunun!” diye yazdı.

Aslında göçmenlerin yapmak istediği de tam olarak bu. Yalnızca taleplerini “elden iletme” yolunu tercih ediyorlar. Yani sınıra gelip, sığınma başvurusunda bulunacaklar. Bu durumda ABD kolluk güçleri tarafından gözaltına alınıp, mahkemeye sevk edilecekler ve sığınma talepleri mahkeme tarafından değerlendirilecek. Özetle ortada yasadışı bir durum yok. Ama siyasi bir sorun olduğu ve bu sorunun seçim dönemine denk gelmesinin bir tesadüf olmadığı da açık.

Trump yönetimi kervanı Demokratların organize ettiğini iddia ediyor, sınıra ek asker sevk ediyor, kervan içinde “Ortadoğuluların” olduğunu öne sürüyor ve konuyu bir ulusal güvenlik meselesi olarak sunuyor. 

Başkan bu “Ortadoğulular” iddiasını bir süredir dile getirmese de yardımcısı Mike Pence, geçen hafta katıldığı bir televizyon programında, “Sınırımıza doğru ilerleyen 7 binden fazla kişiden oluşan kalabalığın içinde Ortadoğu kökenli olanların bulunmadığını düşünmek mümkün değil” diyerek bu iddiadan geri basmadıklarını göstermiş oldu. ABD medyasındaysa kervanda Ortadoğulular var mı yok mu tartışması yürütülüyor. Artık ABD siyasetinde Ortadoğulu olmakla ulusal güvenliğe tehdit olarak kabul edilmenin eş anlamlı olduğu anlaşılıyor. 

Geçtiğimiz hafta The Atlantic’te yayımlanan bir yoruma göre Trump ekibinin yaptırdığı seçim yoklamaları, kervan üzerinden sürdürülen bu propagandanın Cumhuriyetçi Parti’nin oylarını arttırdığına işaret ediyor. Yorumda Trump’ın göçmen kervanı konusunu gündemde tutarak iki avantaj elde ettiğini düşündüğü savunuluyor: muhaliflerinin meseleyi görmezden geldiklerini ifşa etmek ve tabanını harekete geçirmek. Dolayısıyla kervanı Demokratların organize ettiği iddia ettiği iddiası doğru olsa bile, evdeki hesabın çarşıya uymadığını söylemek gerekir. Zira Demokratların göçmenlere yönelik politikalar konusunda tutarlı bir sözü yok. 

Özetle binlerce göçmenin yürüyüşü de sıra dışı araçlar üzerinden süregiden ABD seçimine malzeme olmuş durumda. Trump, kervan üzerinden, tıpkı bombalı saldırı girişimi iddiasıyla verilen fazlasıyla çıplak mesaj gibi, kendi tabanına şunu söylüyor: bizi seçmezseniz ülke elden gider. 

SİBER SAVAŞ HAZIRLIKLARI

ABD seçiminin bir başka gündemi ve enstrümanıysa, beklendiği gibi, Rusya ve Çin. Cumhuriyetçilerin ve Demokratların bu başlıkla ilgili paylaştıkları ortak zemin, Rusya ve Çin’in ABD açısından bir tehdit oluşturduğu ve seçimlere müdahale etmeye çalıştığı iddiası. Demokratlar Trump yönetiminin bu “tehditlere” gerektiği gibi müdahale etmediği temasını gündemde tutarken, Cumhuriyetçiler, yapılan müdahalelerin Demokratlar tarafından altının oyulmaya çalışıldığını öne sürüyor. 

Bu başlıkta kamuoyuna bombalı saldırı girişimi iddiası ya da göçmen kervanı başlıklarında olduğu kadar direkt ve kaba mesajlar verilmese de dünya açısından endişe verici gelişmeler yaşandığı not edilmeli. 

ABD yönetiminin Orta Menzilli Nükleer Güçler Anlaşması’ndan çekilmesi, geçtiğimiz haftanın bu açıdan dikkat çeken gelişmeleri arasındaydı. Bu bağlamda Trump hükümetinin nükleer silahlanma bahsinde “etkinliği düşürülmüş nükleer silahların” sıcak çatışmalarda kullanılmasını hedefleyen bir stratejiye sahip olduğunu da bir kez daha vurgulamak yerinde olur.

ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesi kadar gündemde yer etmese de bir başka önemli gelişme, Pentagon’un ilk kez “6 Kasım seçimlerinin koruma” bahanesiyle Rusya’ya karşı bir siber operasyon başlattığını resmen ilan etmesi oldu. 

Örtülü olarak yürütülen siber operasyonların yeni olmadığı aşikâr olsa da bu tür bir operasyonun “seçim güvenliğini korumak” bahanesiyle başlatılmasının kendisi başlı başına önemli. Çünkü bu, aslında halen uluslararası hukukta resmen tanımlanmamış olan “siber savaş” kavramının kapsamının genişletilmesine yönelik bir adım.

Siber saldırı terimi uzun zamandır gündelik hayatın içinde kullanılan, kamuoyunun duymaya alıştığı bir ifade. Ancak hukuki anlamda siber saldırının ne olduğunun net bir tanımı bulunmuyor. Bunu tanımlamaya yönelik en kapsamlı girişim, NATO şemsiyesi altında 2013’te hazırlanan ve 2017’de güncellenen Talin Kılavuzu. 

Pentagon, 6 Kasım seçimlerine yönelik attığı adımla NATO kılavuzunu bir adım “ileriye” taşımış oldu. Seçim güvenliğini sağlamak adına başka bir ülkeye karşı siber operasyon başlatılmasının anlamı, seçim sürecine müdahale edildiği iddiasının fiili olarak bir savaş nedeni sayılmasına doğru bir adım atılması anlamına geliyor. Bu sanal alemde verilen bir savaş olabileceği gibi, zamanla bunun ötesine geçen bir anlam da kazanabilir. Kaldı ki siber alemde verilen tam boy bir savaş da henüz insanlığın tecrübe ettiği bir durum değil. Bu açıdan ABD’de süregiden siyasi kriz, tüm dünyanın başına yeni çoraplar örmeye aday.