‘ABD, tarafsız siyasi hamilik rolüne dönemez’

International Communist Press (ICP) Filistin Komünist Partisi, Filistin Halk Partisi ve İsrail Komünist Partisi ile Kudüs gündemi üzerine yaptığı özel röportajları yayınladı. Partiler ayrıca bölgede hitap ettikleri dinamikler ve mücadelenin geleceğine dair özel soruları yanıtladılar. Üç röportajı soL okurlarıyla paylaşıyoruz...



Haber Merkezi

International Communist Press (ICP) Filistin Komünist Partisi, Filistin Halk Partisi ve İsrail Komünist Partisi ile Kudüs gündemi üzerine yaptığı özel röportajları yayımladı.

Uluslararası komünist ve işçi partileri bileşenleri arasında yer alan partiler, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararının Filistin direnişine ve ABD’nin “barış” sürecindeki konumuna etkisini değerlendirdiler.

Partiler ayrıca bölgede hitap ettikleri dinamikler ve mücadelenin geleceğine dair özel soruları yanıtladılar.

FİLİSTİN HALK PARTİSİ (FHP)

ICP: ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması Filistin direnişini nasıl etkileyecektir? Yeni bir intifada olasılığı var mıdır?

FHP: ABD’nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasının iki yönlü etkisi olacaktır. Birincisi, ABD’nin son yirmi yıldır İsrail ile Filistinliler arasında bir arabulucu olmadığına Filistin resmi yönetiminin kanaat getirmesidir. Aksine, ABD bu çatışmada İsrail’den yana ve Filistin topraklarındaki işgalden yana taraftır. Uluslararası forumlarda siyasi kılıf uydurarak ve müzakereleri kullanarak İsrail'in planlarını uygulamasına, toprakları ele geçirmesine, yerleşim yerlerini genişletmesine, bir Filistin devleti imkânını ortadan kaldırılıp işgali uzatmasına fırsat vermektedir. ABD’nin niyeti Filistin davasını doğru anı bekleyerek çözmek değil çatışmayı yönetmektir.

Öte yandan ABD’nin Kudüs’ü tanıması, Filistin halkının direnişinin yükselmesini ve bu adım karşısında direnişin birleşmesini sağlayacaktır. İşgale karşı halk direnişinin önemine inanç artacak, Filistin halkının adil hakları için uluslararası dayanışmanın önemi anlaşılacaktır. İsrail’in, ABD’nin ve bölgedeki müttefiklerinin gerek Filistin meselesini marjinalleştirme çabaları gerekse sözde “teröre karşı mücadele” adına ve “İran tehdidine” karşı İsrail ve bazı Arap ülkelerini kapsayan bir koalisyon oluşturmaya çalışmaları karşısında Filistin davasına dönülecektir.

Yeni bir intifada olasılığına gelecek olursak, Filistin halkının direnişi öyle ya da böyle kesintisiz bir şekilde sürmektedir. İster Kudüs'te kutsal alanlara yönelik ihlallere karşı olsun, ister yerleşimcilerin saldırıları karşısında veya toprakların gasbına ve yerleşime açılmasına karşı korunmasında olsun... Bu direniş, önceki intifadalardan çıkarılan dersleri dikkate alarak farklı biçimler alabilir. Yöntemler veya süreklilik açısından intifadanın geçmiş tecrübelerin bir kopyası olması gerekmez, temel odak noktası halkın direnişi olacaktır.

"ABD BÖLGEDEKİ YENİ AKTÖRLERDEN BAĞIMSIZ HAMİLİK YAPAMAYACAK"

ICP: Filistin-İsrail "barış" sürecinde ABD'nin bundan sonraki rolü ne olacaktır?

FHP: ABD'yi siyasi sürecin dışında bırakmak kolay değildir; büyük bir ülkedir, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesidir ve İsrail’in müttefikidir. Ancak siyasi hayat eskisine dönecek olursa ABD kendi başına herhangi bir siyasi sürecin hamiliğine soyunamayacak, bölgede olup bitenlerden bağımsız bir siyasi süreç işletmesi veya çözüm girişiminde bulunması mümkün olmayacaktır; özellikle de yeni aktörlerin ortaya çıkıp Suriye ve Irak zemininde ciddi kazanımlar elde ettikleri bir süreçte... Genel olarak bölgenin kaderini belirlemek açısından bunların büyük rolü olacaktır.

ICP: Kudüs kararı Filistin direnişindeki bölünmeyi nasıl etkileyecek? 

FHP: Mantıksal olarak, Trump'ın Kudüs hakkındaki kararı, ulusal kurtuluş sürecinde Filistin otoritesinin bölünmesinin sona ermesini ve birliğin sağlanmasını hızlandıracaktır. Filistin toprağı -Batı Şeria ve Gazze-, Filistin halkı ve Filistin yönetimi, bunların tümü işgal altındadır. Barış süreci denilen bu süreç sonlandırılmalı, Oslo Anlaşması ve 20 yılı aşkın süren görüşmelerin, Gazze Şeridi’ndeki direniş deneyimiyle birlikte önceki dönemin değerlendirilmesi yapılmalıdır. Bu değerlendirme, son iki yıl içinde Filistin’de, Arap dünyasında ve uluslararası alanda yaşanan birçok değişikliği göz önüne alarak yeni bir Filistin siyasi stratejisi oluşturmak anlamına geliyor. İşgalin sona erdirilmesi, başkenti Doğu Kudüs olmak üzere bağımsız bir Filistin devletinin 4 Haziran sınırlarına göre kurulması, mülteci sorununun 194. maddeye ve işgal altındaki Doğu Kudüs’le ilgili olanlar dahil diğer uluslararası kararlara uygun olarak çözülmesi amacıyla bu stratejinin uygulanabilmesi için taraflar birleşecektir.

ICP: Bu kararın ardından Filistin direnişi içerisinde laik ve anti-emperyalist çizginin güçlendirilmesi nasıl mümkün olabilir?

FHP: Bütün Filistinlilerin işgale ve ABD’nin İsrail’den yana tutumuna düşmanlığı göz önüne alındığında, hiç kuşkusuz Filistin direnişinde anti-emperyalist, laik çizgiyi güçlendirmenin büyük önemi vardır. Bununla birlikte, laik akımın güçlü olduğunu söylemek de mümkün değildir. Nitekim son birkaç on yıl içerisinde genel olarak Arap rejimlerinin izlediği politikalarla büyüyen dini akım etkisini artmış ve solcu ve seküler güçleri baskı altına almıştır. Bu meselenin bir yönüyken diğer yönü de Filistin Kurtuluş Örgütü’ndeki en büyük güç olan ve örgütte laik akımı temsil ettiği varsayılan Fetih Hareketi’nin siyasi süreç içerisinde statükocu hale gelmesi, süreci bir siyasi çözüme ulaştıracak yolu tıkamasıdır. Buna ek olarak, laiklik, sivil devlet, kuvvetler ayrılığı, barışçıl geçiş vb. konularda bayrağı kaldırması gereken sol güçlerin Filistin sahasında zayıf olmasıdır. 

"ABD’YE KARŞITLIK KAPİTALİZME KARŞITLIK ANLAMINA GELMİYOR"

Anti-emperyalizm, büyük bir güç dengesizliği karşısında ulusal kurtuluş mücadelesi veren Filistin davasında açıkça veya kolayca belirlenebilecek bir konu değildir. Bu durum nedeniyle siyasi liderlik mevcut dengeyi değiştirmek için başka aktörler aramaya, emperyalist kamp içerisinden de olsa Avrupa Birliği gibi tarafların ABD’den farklı bazı konumlarından istifade etmeye yönelmektedir. Bununla birlikte gerek güçlü dini akım gerek laik eğilimin bir bölümü, mevcut siyasi durum, işgalin varlığı, İsrail’e sunulan destek gibi nedenlerle kapitalist dünyayla ihtilaf halinde olsa da savaşın başı olan emperyalizmi temsil eden kapitalist sisteme karşı değildir.

Bu durumu bölgedeki birçok ülkenin politikalarında açıkça görebiliyoruz; bu ülkeler ABD ve NATO ile çatışma halinde olabiliyorlar, ancak bu çatışma emperyalist savaşın başını çekmesinden değil, ABD’nin bu ülkelere veya rejimlere yönelik politikalarından kaynaklanıyor. Diğer yandan da dünyadaki diğer kapitalist kutuplarla olabildiğince iyi ilişkiler geliştirmeye çalışıyorlar.

Filistin solunun rolünün güçlendirilmesi ve etkinleştirilmesi, gerçek bir zeminde siyasi önderlerin ve faaliyetlerin birleştirilmesi, ayrılıkların bir kenara bırakılması, Filistin sahasında anti-emperyalist akımın güçlendirilmesinin öncülü olacaktır. 

Filistin’de emperyalizme karşı konumlanışı güçlendirmek için, Amerika’nın ve Batı’nın Balfour Deklarasyonu ve Sykes-Picot Anlaşması’ndan bu yana genel emperyalist politikanın parçası olan tutumlarının ardındaki hesapları ve amaçları deşifre etmek de önemlidir: Bunlar bir zincirin halkalarıdır ve söz konusu emperyalist devletler kendi çıkarlarını gütmektedir. Bazılarının istediği veya tasvir ettiği gibi işin dinle veya duyguyla ya da gerçekleri bilmemekle alakası yoktur.


FİLİSTİN KOMÜNİST PARTİSİ (FKP)

ICP: ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması Filistin direnişini nasıl etkileyecektir? Yeni bir intifada olasılığı var mıdır?

FKP: ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs'ü işgalci Siyonist devletin başkenti olarak tanıyarak Filistin davasıyla ilgili tüm uluslararası kararları çiğnemiştir. Bunların başında, Filistin'in bölünmesiyle ilgili Kudüs'ü uluslararası denetim altında birleştirdiği düşünülen 181 numaralı karar ve yerlerinden edilen tüm mültecilerin geri dönüşleri konusunda alınan, aynı zamanda İsrail'in BM’ye kabulünde önkoşul olan, kabul ettiği halde uygulamadığı, 194 numaralı BM Genel Kurul kararı gelmektedir. Aynı zamanda, İsrail'in Doğu Kudüs şehri dahil olmak üzere 4 Haziran 1967 sınırlarına çekilmesini gerektiren Filistin konusunda alınmış diğer kararları ve Filistin devletinin başkenti Doğu Kudüs olmak üzere BM Genel Kurulunun gözlemci üyesi olarak uluslararası alanda tanınmasını da yok saymaktadır.

"İNTİFADANIN DEVAMI İÇİN GERİCİLİKLE SAVAŞ ŞART"

Bu gayri meşru tanıma, yeni saldırganlığı göğüslemek için tüm Filistinli grupları birleşmeye çağırmakta ve işgal karşısında her türlü direnişin tırmandırılmasını teşvik etmektedir. İntifadanın başlaması ve devam edebilmesi için nesnel ve öznel koşullar gereklidir. Verilen karar intifadanın alevlenmesi için bir kıvılcım olabilir ancak sürekliliğini sağlamak için tüm gruplar arasında maddi ve manevi destek ve işbirliği şarttır. Göründüğü kadarıyla, direnişçi güçler ve gerici güçler arasında bölgesel bir savaş olmadığı sürece, bölgedeki gerçeklik bu durumu desteklememektedir.

ICP: Filistin-İsrail "barış" sürecinde ABD'nin bundan sonraki rolü ne olacaktır?

FKP: ABD Başkanının Kudüs'ü Siyonist işgal devletinin başkenti olarak tanıma kararı, ABD’yi barış sürecine karşı dürüst bir taraf olmaktan çıkarır –şayet öyle idiyse?- ve bölgedeki gerçek sömürgeci rolünü ortaya koyar. Devletin Yahudiliğinin tanınması Filistin davasına vurulmuş bir hançerdir. Bir arabulucu olmaktan çok çatışmanın tarafı haline gelen ABD’nin oynayabileceği herhangi bir barışçıl ve tarafsız rol kalmamıştır.

"FKÖ, DEVRİMCİ HAREKET İLE FİLİSTİN SAĞI ARASINDA KÖPRÜ"

ICP: Kudüs kararının ardından FKÖ içerisinde sosyalist devrimcilerin etkinlik kazanma şansı var mı? 

FKP: Devrimcilerin FKÖ'ye katılmaları meselesi uzun boylu tartışmayı hak eden bir konudur ve şu soruları gündeme getirmektedir:

1. FKÖ'de devrimci katılımcılar var mı?

2. Devrimci katılımcılar varsa, bunlar hangileridir ve devam eden mücadelede ve örgütün gelişiminde rolleri ne olmuştur?

Devrimci olarak adlandırılan örgütlerin tarihi, bu örgütlerin bugüne dek ve halen devrimci hareket ile Filistin sağı arasında köprü görevi gördüğünü göstermektedir. Oslo yönetiminde oynadıkları rol, gerek doğrudan hükümete katılımlarıyla gerekse dolaylı olarak bakanlıklar içerisinde hassas yerlerde bulunmalarıyla gelişti. Örneğin, devrimci olarak adlandırılan örgütlerin Oslo yönetiminde çalışan bakanları, İsrail ekonomisi içinde (Paris Ekonomik Anlaşması) ya da İsrail güvenliği içinde (güvenlik koordinasyonu) Filistin halkının yaşamını kısıtlayan, Filistinli Arap halkının işgal karşısında elini konulu bağlayan tüm anlaşmaları imzalamışlardır.  

Filistin Kurtuluş Örgütü konusundaki tutumumuz, Filistin Ulusal Şartı'nın hükümlerinden vazgeçtikten sonra devrimci niteliğini yitirmiş bir örgüt olduğudur. FKÖ’nün devrimci ulusal demokratik bir temelde yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Duruşumuz, FKÖ'nün yeniden yapılandırılmasından sonra desteklenmesi yönündedir.

ICP: Sizin önerdiğiniz tek devlet çözümü açısından Kudüs kararı ne ifade ediyor?

FKP: İki devletli çözüm büyük bir tıkanma yaşamaktadır ve Aralık 2016 konferansında benimsenen parti programımız, tarihsel Filistin topraklarının bütünü üzerinde tüm halkın ilerici demokratik devletine dayalı çözüm, ön plandadır. Umarız bu cevabımız, sadece ABD Başkanı Donald Trump'ın kararı hakkında değil, bölgedeki durum hakkındaki pozisyonumuzun netleşmesine yardımcı olur.


İSRAİL KOMÜNİST PARTİSİ (İKP)

ICP: ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması Filistin direnişini nasıl etkileyecektir? Yeni bir intifada olasılığı var mıdır?

İKP: Her şeyden önce, bu karar birinci dereceden sömürgeci, emperyal bir karar olarak görülmelidir, çünkü kendilerine ait olmayan bir şeyi başkalarına hibe etmeyi içermektedir. Bir başka deyişle, ABD’nin Kudüs’ü hibe etmeye veya İsrail'in başkenti olarak tanımaya herhangi bir hakkı yoktur, özellikle de Kudüs Filistin-İsrail ve Arap-İsrail çatışmasının ortasında siyasi ve dini bir statüye sahip iken.

Bu kararın en az bunun kadar ciddi diğer boyutu, Filistin meselesinde barışçıl bir çözümün tüm olanaklarını zayıflatması ve Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını baltalamasıdır. Filistin halkı, başkenti Doğu Kudüs olan herhangi bir başka devleti kabul etmeyecektir. ABD bunun pekala farkındadır ve öyle olduğu halde bu sömürgeci kararın altına imza atmıştır. Bu karar, tam yüz yıl önce İngiliz Dışişleri Sekreteri Balfour’un Siyonist harekete ulusal vatan olarak Filistin'i vermeyi vaat ettiği "Balfour Deklarasyonu"ndan daha az tehlikeli değildir.

"YENİ BİR İNTİFADA MUHTEMEL"

Trump’ın kararını reddeden bugünkü eylemliliğin yeni bir Filistin ayaklanmasına evrilmesi mevcut şartlarda son derece muhtemeldir. Altını çizmek gerekir ki, bir intifanın patlak vermesi şu veya bu Filistin örgütünün kararına bağlı değildir. Aksine yayılma ve karşı koymaya kendisini hazır hisseden, kapsayıcı, bütünlüklü, kümülatif bir mücadeleciliğin kitlesel ve popüler hale gelmesiyle alakalıdır. Bunun için mücadelenin birikimli olarak ilerlemesi gerekir. Belki de Trump’ın kararını reddeden ve karşısında direnen mevcut eylemlilik, yeni bir intifadanın gelişmesine hizmet edecektir. Buna ilaveten işgalin, yerleşmelerin ve Filistin halkına çektirilen ıstırabın sürdüğünü, aşırı sağcı İsrail hükümetinin inatçılığı sebebiyle Filistin sorununu çözecek siyasi ufuktan yoksun olduğunu da eklemeliyiz.

Bu nedenle bu karara karşı Filistin ulusal kuvvetleri ulusal kurtuluşçu rolüne soyunacaktır. Karar, Filistin davasındaki düğümün çözülmesi ve bu davanın Filistin ulusunu kendi kaderini belirleme hakkından mahrum eden bir halkın davası olarak ön plana çıkmasının yolunu açacaktır.

ICP: Filistin-İsrail "barış" sürecinde ABD'nin bundan sonraki rolü ne olacaktır?

İKP: Ne yazık ki ABD Ortadoğu barışının "arabulucusu" olarak görülüyor ancak başından beri onun objektif ve tarafsız olduğu bir gün dahi olmamıştır. ABD, İsrail'in söylemlerini ve tutumunu tamamen kabul etmekte, tüm çabasını Filistin tarafına İsrail tarafının koşullarını kabul ettirmek üzere baskı kurmak için harcamaktadır.

Bu baskı sadece ABD tarafından kurulmayıp, başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere aynı zamanda Körfez'deki Arap gericiliğinin tüm liderleri tarafından paylaşılmaktadır.

Ancak şu andaki ABD yönetimi ve onun sağcı, aşırı sağcı ve dinci üyeleri, ABD başkanının ABD elçiliğini Kudüs'e taşıma kararıyla İsrail'in pozisyonunu mutlak olarak benimsemiş ve bu çatışmaya arabulucu olarak değil İsrail’den yana taraf olarak müdahil olmuştur. Dolayısıyla ABD, zaten duraksamış barış sürecinin arabulucusu olma niteliğini tamamen kaybetmiştir.

Uluslararası kamuoyunun İsrail-Filistin çatışmasında oynaması gereken role dönme zamanı gelmiştir. Bu nedenle, Filistin meselesini çözmek için uluslararası bir konferans düzenlenmesi çağrımızı tekrar ediyoruz. Bu konferans iradesini İsrail tarafına dayatacak, Filistin halkını acı çekmekten ve zulümden kurtaracak, 4 Haziran sınırları dahilinde başkenti Doğu Kudüs olmak üzere bağımsız Filistin devleti bünyesinde Filistin halkının haklarına kavuşmasını, mültecilerin uluslararası meşruiyeti olan kararlara uygun olarak geri dönmesini sağlayacaktır.

ICP: İsrail halkı Kudüs kararına nasıl yaklaşmaktadır? 

İKP: İsrail toplumu hâlâ radikal Siyonist ideolojinin etkisi altındadır ve Kudüs'le ilgili tüm dini söylemleri sahiplenmektedir. Bu nedenle İsrail toplumu bu kararı destekleyici bir konum almıştır. Kendilerini rasyonel sayabilen güçler bile, bu zamanlamanın aşırı sağcı Binyamin Netanyahu liderliğindeki hükümete hizmet ettiğini bildikleri halde kararı benimsemişlerdir.

Komünist Partimiz, Barış ve Eşitlik için Demokrasi Cephemiz ve bu kararı Filistin halkının temel haklarının ihlali olarak gören ortak liste dışında İsrail'deki tüm siyasi partiler kararı memnuniyetle karşıladılar.

İsrail Komünist Partisi ve Filistin Halk Partisi karara ilişkin ortak bir bildiri yayınladı ve bildiride şunları söyledi: 1967'de İsrail’in işgal ettiği topraklar üzerindeki işgali destekleyen ABD politikası bölgede ve dünyada sadece kaos ve istikrarsızlık yaratacaktır. ABD çözümün değil sorunun bir parçasıdır. İşgali sona erdirmek, Filistin halkına kendi kaderini belirleme hakkını kullandırmak, 1967 yılı topraklarında başkenti Kudüs olmak üzere bağımsız bir devletin kurulmasını sağlamak ve BM’nin 194 sayılı kararına göre mülteci sorununu çözmek dışında bir çözüm bulunmamaktadır.

Bu karar, Kudüs'ün işgal edilmiş bir bölge olduğunu uluslararası meşruiyet zemininde kabul eden kararlara ve BM Güvenlik Konseyinin tüm kararlarına tamamen aykırıdır, hukuku ve uluslararası konsensüsü ihlal etmektedir. Dolayısıyla, bu politikayı izole etmek, ona karşı koymak ve kararı kaldırmak için uğraşmamız gerekiyor.

"NETANYAHU YOLSUZLUKLARI MİLLİYETÇİLİKLE ÖRTBAS EDİYOR"

ICP: Netanyahu yolsuzluk soruşturmasından geçerken patlak veren bu gündem İsrail hükümetine olan tutumu etkilemiş midir?

İKP: Hiç şüphesiz bu kararın sağcı İsrail hükümetinin, özellikle Başbakan Netanyahu'nun konumuna olumlu bir etkisi oldu. Yolsuzlukla ilgili kendisine karşı yürütülen tüm soruşturmaları şimdilik örtbas etmeyi başardı. Netanyahu, soruşturmalar karşısında bu kararın istediği zaman ona hizmet edeceğini biliyor, gelecekte yapılacak seçim savaşlarında elini güçlendirecek "kozlar” biriktirmeye çalışıyor.

Biriktirmeye çalıştığı bu kozlar arasında, İsrail devleti vatandaşı Filistinli Arap azınlığa karşı ırkçı ve faşist tahrik kampanyaları yürütmek, İsrail toplumunda faşizm olgusunu pekiştiren Ulusal Kanun dahil olmak üzere İsrail’deki Arap vatandaşları karşısında Yahudi vatandaşlardan yana açıkça taraf olan ırkçı yasaları hayata geçirmek var.

Netanyahu, Yahudiler arasında milliyetçi duyguları ve düşmanlığı körüklemeyi çok iyi biliyor ve bu onun aşırı sağcı ajandasına hizmet ediyor. O yüzden Trump'ın kararı, kışkırtma amacının yanında bu kapsama da girmektedir.

Ancak en tehlikeli şey, bu seri soruşturmaların Gazze Şeridi'ne yönelik askeri bir maceraya yol açmasıdır. Böyle bir seçenek hâlâ hükümetin ve aşırı sağcı başbakanın gündemindedir.

Bu nedenle partimiz, hükümetin devrilmesini hızlandırmak için mücadeleyi derinleştirmenin ve geliştirmenin yollarını aramaktadır. İki halkın haklarını garanti altına alacak tek çözüm önerisi için en geniş işbirliği üzerinde çalışıyoruz: İşgali sona erdirmek ve başkenti Batı Kudüs olan İsrail devletinin yanı sıra başkenti Doğu Kudüs olan 4 Haziran sınırları içinde bağımsız bir Filistin devleti kurmak.