Türkiye’de liberal solculuk Marksizmle cilalanmış dindir!

Bu ülkede bir kısım solcular, “Türkiye’de liberal yok!” diyerek kendileri liberal oldular. Bir başka kısım, “bu ülkede gerçek sosyal demokrat parti yok!” diyerek, sosyal demokrat oldular. En son tayfa da “Türkiye’de kurtuluş teolojisinin potansiyelleri var” diyerek namaza niyaza başlıyor.

Tevfik Taş - soL

Bir konuya niçin odaklanılır ya da bir kitap niçin yazılır?

Şu ya da bu mühim şahıstan “öğrenilmesi gereken çok şey var” demek için mi? Bunu söylemek için onlarca sayfa karalamaya gerek var mı? Kaldı ki, bu konu başlığı gündelik yaşamımızla doğrudan alakalıysa ve doğrudan politik bir önerme ile cebelleşme iddiası taşıyorsa, durum büsbütün anlaşılmaz olur.

“Sol İlahiyat-Dini Soldan Okumak” kitap derlemesi öncelikle belirtmek gerekiyor ki, son derece yakıcı bir gündemle ilgili olarak kaleme alınmış, son derece apolitik bir derlemedir. Ali Şeriati’den, Mahmud Muhammed Taha’dan, Hasan Hanefi’den, Ebu Zerr’den, Bloch’dan, Nietzsche’den, Milan Machovec’ten, Kuran ayetlerinden ve İncil’den öğreneceklerimizin çok olduğu öğüdüyle yazılmış, derlenmiş. Din konusunda en az kimden ya da hangi çizgiden öğrenebileceklerimizin listesi de verilmiş: Marksizm-Leninizm, Lenin, Engels, Marx ve reel sosyalist deneyim...

Toplumculuk bu mu?

Somut politik yönelimi olmayan, son derece eklektik bir derleme “Sol İlahiyat.”
“Bizde iki asırdır din tartışmaları ‘görünür’ sembollere odaklandı. Bu açıdan hem Birinci Cumhuriyet (Kemalizm), hem de İkinci Cumhuriyet (ılımlı İslamcılık) din meselesini kavramada benzer düşünme biçimlerine sahip, vardıkları sonuç farklı görünse de”[1]. Aforizmatik görünmeye çalışan bu cümle, akıl almaz politik körlüğü ele vermeye yetmiyor mu? İkinci Cumhuriyet Türkiyesi’nin dini itelemek/ötelemek şöyle dursun, dinselleştirerek toplumu yönetmeye harcadığı mesai bir haktanbilirlik olarak dahi anılmaz koskoca derlemede. AKP İkinci Cumhuriyet’inin toplumu de-sekülerize etme programı bir cümleyle olsa kınanmadığı gibi, kör topal da olsa varlığını koruyan laikliği “ladini” diye defalarca hakir görmek metin yazarlarının ortak yönelimini ifade ediyor. Türkiye’de sivil toplumculuk bir kez daha toplumcu olmaktan son derece uzak bir yönelim içinde olduğunu tasdiklemiştir bu kitapla.

Dinin sıfatı olarak ‘sol’
İslam’ı sağ ve sol dışı/üstü gören apolitizm bütün derlemenin ana izleğini teşkil ediyor:
“Bu minval üzre, bugün İslam’ın sağ yorumu gibi sol yorumunun da mümkün olabileceğini dile getirenleri ‘İslam’ı çarpıtarak kendi hevasına kurban etmek’ ile itham eden ve kendi İslam yorumunu ‘mutlak doğru’, diğer yorumları ise ‘mutlak yanlış’ olarak kabul eden sağcı İslamcılığın bu tavrının tarihsel köklerine göz atmak gerekiyor”[2].

İslam’ın sağ ve sol yorumları olduğu varsayılarak İslam’a, neredeyse kutsiyet atfediliyor. İdeolojiler üstü İslam! “Sağcı İslamcılığın” İslam’a dışsal olduğu önkabülü ile din (İslam) ideolojiler üstü bir mertebeye yükseltilirken, sağcı İslamcılık kavramsallaştırması vasıtasıyla “solcu İslamcılık”ın önü açılmış oluyor. Bu yaklaşımda solun payına düşen, İslam’a payanda olmaktır.

Solu dinin sıfatı haline getirme gayretkeşliği 388 sayfalık derlemenin en sadık ideolojik çizgisidir. Kitap kapağında yukarıda duran yeşil işaret parmağının pembeye çalan kızıl yumruğu dönüştürerek kendine benzeteceğinden kuşku duyulmamaktadır. Derleme meramını kapitalizme karşı ezilenlerin güç toplayarak mücadele etmesi olarak birkaç cümleyle işaretlemiş olsa da, deklare etmediği sol cilalı din muhipliği, kuşku yok ki, deşifre edilmeyi gerektirmeyecek kadar ayan beyandır.

Felsefi aforizmalar
Güya kapitalizmden kurtulmak için din yardıma çağrılıyor. Peki dinden kurtulmak gerekmiyor mu, diye sormayın. Din hep vardı ve “ikili doğası” içinde isyancı potansiyel diğerine üstün olacaktır. Dinin “isyancı potansiyeli” onun “uyuşturucu” yönüne galebe çalacaktır. İddia budur.
Peki kanıt? “Sol İlahiyat” yazarlarının okuru ikna etmek için döktükleri dil ulaşmak istedikleri hedeften daha fazladır. Tabii hangi hedefe ulaşmak istedikleri konusu belirsiz olsa da, kesin ve açık olan tek şey, geleneksel sola, radikal sola, Leninizme ve reel sosyalizme kesin kes karşı olduklarıdır.
Milan Machovec gibi Marksizmi Hristiyanlığa yamamaya çalışan sosyalizm düşmanlarından tutun da Nietzsche gibi yeminli anti-komünistlere dek, herkesten öğrenmek ve ittifak etmek konusunda ikircimsiz bir kararlılık göstermekten de geri durmuyorlar. Aşırı dozda kaçırdıkları felsefi aforizmalar, sayfalar dolusu tekrarlar[3], her talihsiz ölümlünün anlayamayacağı dil oyunları ve dinin ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğu yönündeki bıktırıcı ikna çabaları...

‘Post-sekülerizm’
Sekülerizmden bahsedilir ama nedense devlet ortalarda görülmez. Sekülerleşme bir tür cemaatler toplu gösterisidir post-sekülerizm daha makul bir terim olarak metinlerin ruhuna sinmiştir.

Laiklik mi dediniz? Ladini! Geçiniz…
Kapitalizmin kötücüllüğünden dem vurulur ama emperyalizm ve küresel planlarına bir satır olsun değinilmez.

Aydınlanmadan söz edilir ama hemen ardına pozitivizm ve ilerlemecilik şerhi monte edilerek, aydınlanmanın devasa ışığı karartılmaya çalışılır. İşe gelen yerde Lenin’e başvurulur, ama Leninizm şiddetle reddedilir.

“Zira -henüz post-Marksist olmasa da, artık kesinlikle post-Leninist bir dönemde yaşamakta olduğumuzun farkında olan bir solcu olarak, Lenin’in ünlü sözünü güncelleyerek ifade etmeme izin verin- ezilenlerin yeryüzündeki halihazır cehenneme direnmeyi hedefleyen, gerçek devrimci mücadelesindeki birliğin, onların öte dünyadaki müstakbel cehenneme dair fikirlerinden çok daha önemli olduğunu düşünüyorum”(s.336). Ah bu Leninizm olmasaydı, din de bu kadar radikalleşmeyecekti... Hele Türkiye’de, İslam’ı sağ İslamcılığa iten hep bu ladini ve İslam’ı anlamayan solcuların varlığıdır. Mevcut popüler algıya ustaca oynayan bu yaklaşım, sol adına pazarlanmaya çalışılıyor.

‘Kötücüllük’ yeter
Sosyalizm Batı Avrupa’da aydınlanmanın meşru çocuğu olarak dünyaya geldi. Aydınlanma ile doğrudan ilintili modernitenin kapsayarak aşılması (aufheben) görevi, sosyalist hareketin ve modern işçi sınıfının ödevi olarak tarih sahnesine çıktı.

Siyasal İslam’ın ne böylesi bir doğum koşulları ne de böylesi bir pratik programı olmuştur. Tam tersine, siyasal İslam kavramaktan çok uzak olduğu sınıf ekseni nedeniyle sömürgeciliği anlayamadığı gibi, ona karşı yalnızca özcü ve reaksiyoner kaldı. Cemaleddin Afgani’nin, Seyyid Kutub’un anti Batıcı ve giderek anti sosyalist söylemleri tesadüf değildi. Ekim Devrimi’nin İslamcılığı dahi ileri çeken olağanüstü etkisi, yazar tarafından dolaylı olarak kabul edilse dahi (s.365) yanlış öncüllerden hareket edildiği için yine aynı sonuca varılır: “Ne var ki, geç modernliğe münhasır toplumsal ve iktisadi koşullar hâlâ kötülük, adaletsizlik ve eşitsizlik üretiyor. Sosyalizm ve Siyasal İslam da bu kötülüklerden nasibini fazlasıyla alıyor, siyaseten yıpranıyorlar. Sosyalizm ve siyasal İslam, tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de ‘modernliğin kötücüllüğü’ hususunda bir araya gelebilirler.” (s.359)

Emperyalizmin işbirlikçisi
Bugün için ise, siyasal İslam (ya da İslamcılık) yalnızca gericiliği temsil ediyor. Uluslararası gericiliğin amiral gemisi ABD emperyalizminin sıkı bir işbirlikçisidir İslamcılık.

Türkiye özelinde Milli Görüş çizgisinin bir devamı olan AKP rejimi, en esaslı cinsinden gerici ve işbirlikçidir. “Sol İlahiyat”ta nedense bu konuya ilişkin hiçbir şey bulunmaz. AKP’li İkinci Cumhuriyet rejiminin yetmez ama evetçi hık deyiciliği rolüne kendini kaptırmış Birikim cenahı, belli ki, milli demokratik devrimin “tamamlayıcı öznesi” (!) olarak AKP ve onun dinci/gerici iktidarıyla ters düşmekten kaçınıyor. İsmet Özel yobazından, Abdurrahman Arslan gericisine kadar bilcümle ilericilik düşmanlarına sayfalarını açması boş yere olmasa gerek.

“Oysa komünist ateizmin ufkunda dini yıkmak veya reddetmek değil, onu aşmak vardır.”[4]. Aşma (aufheben) kavramı, reddi içerir, ama onunla sınırlı değildir. Evet, buraya kadar Tanıl Bora haklıdır. Ama içinde ileriye doğru esrime içeren potansiyeller için bu nitelemeyi tercih etmiştir Marx. Lenin de Marx’ı zaten böyle okumuştur. Oysa din, doğası gereği muhafazakardır. Toplumsal kırılma dönemlerinin ileri çekiciliği dışındaki zamanlarda yaşadığı dayanışmacı yarılmaları dışta tutarsak, din her dönem egemenlerin hizmetinde olmuş ve verili sömürü ilişkilerini meşrulaştırıp, katlanılır kılma rolünü oynamıştır. Doğası gereği sağcı ve sağcı olduğu içinde gerici olan dinden ilerici hamleler bekleyen bir potansiyel avcılığı, pek hor gördükleri “parti Çincesi”nden çok daha anlamlı tutum içinde olmamıştır. Dahası, mevcut papanın selefi olan 16.Benedikt’in henüz Kardinal iken Bloch için yaptığı saptamanın tam tersini söylemek için daha fazla beklemeye gerek yoktur: Türkiye’de liberal solculuk, Marksizmle cilalanmış dindir!

Sosyalistler açısından
Marx’ın anladığı anlamda aşma kavramı Türkiye’de yalnızca Kemalizm için geçerlidir. Çünkü Kemalizm, Türkiye’nin tarihsel ilerlemesini temsil eden sosyalist devrimi önceleyen yegane siyasal/ideolojik akımdır.

Aydınlanmaya ve onun en büyük sonuç/sentezi olan Marksizm-Leninizme kadar dinin içinden çıkan yoksul merkezli direnişlerde devrimcilik aranabilirdi. Nihayetinde, dünya tarihi ezilen sınıfların hakim sınıflara karşı pek çok direnişine tanıklık etmiştir de. Engels, “Köylüler Savaşı”nda Thomas Münzer’in önderliğindeki yoksul köylü direnişinden bu bağlamda övgüyle söz eder. Verili koşullarda gidebileceği en ileri felsefi/düşünsel konum olan Panteizm’e (Kamu-tanrıcılık) açılmış Anababtist mezhebini uzun uzun betimler. Ama aydınlanma sonrası için herhangi bir dinsel önderliği ilerici kabul eden bir ifade ne Marx’ta ne Engels’te ne de Lenin’de bulunabilir.

İşlerine geldiği vurgu için Lenin’den alıntı yapmaya teşne olan “post-Leninistlerin”, Lenin’in asıl derdinin Çarlığı yıkıp, sosyalist iktidarı berkitme stratejisinden hiç söz etmezler. Burjuva diktatörlüğüne karşı işçilerin birliğini sağlamaya çalışan örgütçü Lenin, liberal solcuların elinde tam da karşı olduğu bir role sokulmaya çalışılıyor. Asıl alıntı solculuğu bu değil midir? Siyasi iktidar mücadelesindeki öncelikler sıralamasına yönelik olarak yapılmış son derece akıllıca bir stratejik belirleme, bağlamından kopartılarak sanki din ile sosyalistlerin ya da emekçilerin hiçbir sorunu yokmuş gibi sunulmaya çalışılıyor[5]. Hiç kuşku yok ki, düpedüz çarpıtmadır...

Sözde sol
“Sol İlahiyat” derlemesinin asıl problematiğinin sömürülen sınıfların siyasal/toplumsal kurtuluş mücadelelerinde onların elini daha da güçlü kılacak öneri ve çıkarsamalar olarak okunmamalıdır. Bu derleme, yöntemsel olarak benzeşimlerden türdeşlik yaratma, siyaseten İkinci Cumhuriyet rejimine gönüllü teslimiyet ve ideolojik olarak da Marksizm-Leninizm’den arkasını dönmeden uzaklaşma çabası olarak okunmalıdır. Dili sol, kalbi sağ bir çatallığın ifadesi olmaktan öte bir anlamı yoktur.

“Fazlasıyla devrimci” olan ayetler bilgi teorisi anlamında Kuran’dan keşifler yapma zorlamaları (s.116) Her şey din için... Sosyalizmin payına düşen ise, yalnızca cila olmak!

Bu ülkede bir kısım solcular, “Türkiye’de liberal yok!” diyerek kendileri liberal oldular. Bir başka kısım, “bu ülkede gerçek sosyal demokrat parti yok!” diyerek, sosyal demokrat oldular. En son tayfa da “Türkiye’de kurtuluş teolojisinin potansiyelleri var” diyerek namaza niyaza başladılar. Bloch’un felsefi mistizmini dışavuran “dinin olduğu yerde umut, umudun olduğu yerde din vardır”[6] tekerlemesini şiarlaştırmak gibi bir pozisyona razı gelmiş bir sol, ancak sözde bir soldur.

Tıpkı derlemenin adı gibi.

Radikal iktidarsızlık
“Sol İlahiyat” kitabı, tanrı-kamu, İsa-proletarya, “tüm iktidar Allah’a”-”tüm iktidar Bolşeviklere” çiftleriyle kurulan sefil analojiyle, nihayetinde büyük anlatıların bittiği tekrarlarından sonra “ateoloji” (ateist teoloji) gibi egzantrik “çözüm”lere yelken açıyor.

“Ortodoks Marksizm-Leninizmin ve reel sosyalizmin dini kolayca kurtulunabilecek bir üstyapıdan ibaret gören tavrının yol açtığı insani felaketler herkesin hatırında bu yaklaşımın birçok coğrafyada solu siyaseten etkisiz kalmaya mahkum ettiği de biliniyor”( s.384) denerek Marksizm-Leninizme ve reel sosyalizme kuyruk takılıyor. Ayrıca iktidar perspektifinden yoksun “siyaset”lerine engel ve gerekçe sunuluyor. Mark Taylor’ın ateolojisine balıklama atlayan Tuncay Birkan’ın “ince” rezervi olsa da, sonuçta solun dine yedeklenmesi gereği ortaya çıkıyor!

Derviş Aydın Akkoç, benzerliklerden hareketle kurduğu türdeşliğe sosyalizm açısından bakmadığını şu sözlerle ilan ediyor: “Bugün açısından hem sosyalizmin hem de siyasal İslam’ın bir arada durabilecekleri zeminlerden biri travmatik mağlubiyet zeminidir. Kapitalizm karşısında mağlubiyetlerin yaşanmasının en önemli nedenlerinden biri, iktidar yani iktidar anlayışıydı. Kuşkusuz bu yazının dışında tutulan daha pek çok neden bulunmaktadır. Söz konusu mağlubiyetlerin nasıl ve hangi mücadele araçlarıyla üstesinden gelineceği ise şimdilik gelecek zamanın meselesi...” (s.376)
Travmatik mağlubiyet ve bunun nedeni olarak da iktidar olmak...

Sivil toplumculuğun belki de en iyi yaptığı şey budur: İktidarsızlık tavsiyesi ve verili devrimci çözümlerin geçersiz olduğu ilanından hareketle, “şimdilik gelecek zamanın meselesi” olarak geleceğe havale etmek...

“Düşman mefhumundan yoksun olmak”ı (s.375) burjuvazinin varlığını görmezden gelerek ilan etmek, nasıl bir solculuk anlayışıdır acaba? Akkoç’un analizinde sınıf ve sınıf mücadelesi kavramlarına rastlamak beyhude. O, “kötülükler”le mücadele ediyor çünkü (s.359).

Akkoç, sosyalizm ile siyasal İslam arasında nikah kıyma gayretiyle olmadık öncüllerden hareket eder: “Sosyalizm ve siyasal İslam, modernliğin eleştirisini, dahası onun aşılmasını dert edinen hareketlerdi. Tam da bu nedenden ötürü ‘radikallerdi’.” (s.358)

Dipnotlar:
[1] Sol İlahiyat-Dini Soldan Okumak, Birikim Yayınları, 1. Baskı 2013, İstanbul, Derleme içinde, Burhan Sönmez, s.75-76.
[2] agy. , Kâzım Özdoğan, s.105.
[3] Şükrü Argın, 36 sayfalık yazısının tam 13 sayfasını Nietzsche’nin “Tanrı öldü” önermesine ayırarak bir rekora da imza atmış oldu. Sonuçta Tanrı öldü, ama din yaşadı! “Kestirmeden şu söylenebilir sanıyorum: Marksizm ya da sosyalizm de nihayetinde tanrısını yitirdi!” (s.352)
[4] agy. Tanıl Bora, s.171.
[5] agy. Kâzım Özdoğan s. 34 Şükrü Argın, s.336.
[6] agy. Tanıl Bora, s. 187.