Türkiye sağının ve devletin bir başka provokasyonu: 16 Mart Katliamı

Bugün 7 devrimci öğrencinin yaşamını yitirdiği 16 Mart Katliamı'nın yıldönümü. 2008 yılında kontrgerillayla hesaplaşacağı iddia edilen Ergenekon davasının başladığı gün zaman aşımı nedeniyle kapatılan dava sürecinde yaşananlar katliamın arkasındaki organizasyonu net bir şekilde ortaya koyuyor.

16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’ndan toplu halde çıkan öğrencilerin üzerine ülkücüler tarafından atılan bomba ve ardından gerçekleşen silahlı saldırı sonucunda 7 öğrencinin ölümünün onlarcasının da yaralanmasının üzerinden 35 yıl geçti. 2008’de 30. yılı dolduğu gerekçesi ile katliama ilişkin dava zaman aşımına uğrarken, katliam sırasında ve 30 yıllık kesintili dava sürecinde yaşananlar Türkiye sağının ve devletin solculara karşı işlediği suçların arkasında yatan “ortak aklı” net bir biçimde ortaya koyuyor.

16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi'nden öğle üzeri saat 13:20 sularında saldırı tehdidine karşı toplu çıkış yapan Hukuk ve İktisat Fakültesi öğrencilerinini üzerine Beyazıt yönünde koşan daha sonra adının Zülküf İsot olduğu öğrenilen kişi "Kahrolsun komünistler" diye bağırarak bomba attı. Patlayan bombanın hemen ardından da öğrencilerin üzerine yaylım ateşi açıldı. O gün üniversite kapısında 5 devrimci öğrenci yaşamını yitirirken, daha sonraki günlerde 2 öğrencinin daha hayatını kaybetmesi üzerine ölü sayısı 7'ye çıktı.

NATO, Emniyet, Ülkücüler
Gerçekleşen saldırının öncesinde Emniyete gönderilen bir bilgi notunda, "sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye devam etmeleri halinde 8-10 gün içinde bu grup üzerinde dinamit atılacağı” söyleniyordu. Ancak Emniyet önlem almak bir yana, o gün yaşanalar sırasında aldığı tutumla katliamın arkasındaki organizasyonun bir parçası olduğunu net bir biçimde ortaya koyuyordu.

O gün öğrencilerin toplu çıkışına eşlik etmesi gereken polisler “başka bir göreve” gönderilmiş, bu iş için daha sonra emniyette pek çok önemli göreve getirilecek Reşat Altay’ın sorumluluğunda yeni bir ekip görevlendirilmişti. Reşat Altay denetimindeki polisler öğrencileri okulu korumasız terk etmeye zorlamış ancak kendileri okulun dışına adım atmamıştı. Dışarıdaki az sayıda polisin de, “Beyazıt komünistlere mezar olacak” diye slogan atan ülkücü gruba yöneldiği sırada korumasız kalan öğrencilerin üzerine önce bomba atıldı, daha sonra da ateş açıldı. Atılan bombanın bir askeri birlikten alınan NATO silahı olduğuysa sonra anlaşılacaktı.

DİSK'ten faşizme ihtar eylemi
Yaşanan saldırıda Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl ve Murat Kurt isimli öğrenciler hayatını kaybederken, 41 öğrenci de yaralandı. Öğrencilerin üniversiteyi işgal etmesi üzerine İstanbul Üniversite Senatosu, okulu süresiz kapattı. Devrimci öğrencilere dönük saldırı geniş kesimlerin tepkisiyle karşılanırken, katliamda hayatını yitiren devrimcilerin cenazesi çok görkemli oldu, DİSK 2 gün süreyle 2 saat iş bırakarak "Faşizme İhtar" eylemleri düzenledi.


Timur Selçuk'un bestelediği Hürriyet Marşı, her 16 Mart anmasında devrmci öğrenciler tarafından söylenir


Sadece 1 kişi 4 yıl hapiste kaldı
Olaydan sonra Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu, o dönem Ülkü Ocakları'nda görevli Mehmet Gül, dönemin MHP İstanbul İl Başkanı Kazım Ayaydın ve Ahmet Hamdi Aksoy gözaltına alındı. Sanıklardan Sıddık Polat ise Elazığ'da yakalandı. 1978 yılında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı olayla ilgili soruşturma başlattı. 17 kişi hakkında takipsizlik kararı verilirken, diğer sanıklar hakkında 'idam' istemiyle İstanbul 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde dava açıldı. 15 ay süren yargılama sonunda, Polat 11 yıl hapis cezasına mahkûm edilirken, diğer sanıklar delil yetersizliğinden beraat etti. Askeri Yargıtay'ın 5 Ekim 1982 tarihli kararından sonra Polat da beraat etti.

Ancak Dıkıyönetim Mahkemesinin gerekçeli kararında 16 Mart katliamının halkı çatışmaya teşvik amacı ile işlenmiş, siyasi saikli bir eylem olmasından ötürü yargılamanın adiyen adam öldürmeyi yaptırıma bağlayan Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 450. maddesine göre değil, siyasi saikli eylemleri yaptırıma bağlayan TCK 149. maddesine göre yapılması gerektiği ifadesi yer aldığını belirten o dönem kendisi de öğrenci olan avukat Cem Alptekin, 1988’de davayı tekrar gündeme getirdi.

İsot'un ailesi tanıklık etti dava yeniden açıldı
Olayın aydınlatılmasını isteyen başta Cem Alptekin ve Hilmi Hanta olmak üzere avukatlar, 16 Mart 1988’den itibaren basın ve kamuoyu aracılığıyla tanıklara çağrıda bulundular. Bu sırada olayın zanlılarından, daha sonra olayın bir diğer faili Latif Aktı tarafından öldürülen Zülküf İsot’un ailesi avukatlarla temasa geçti. Aile, Zülküf İsot’la beraber Latif Aktı, Sıdk Polat ve polis memuru Mustafa Doğan’ın da katliama karıştığını açıkladı.

10 Eylül 1992 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na yeniden suç duyurusunda bulunuldu. 2 Ekim 1995’te yeniden açılan davada Mustafa Doğan, Latif Aktı ve Özgün Koç “taamüden adam öldürmek ve yaralamak” suçlarından sanık olurken, Polat hakkında daha önce kesinleşmiş yargı kararı olduğundan dava açılmadı.

Ancak 7 kişinin öldürülmesinden 41 kişinin yaralanmasından sorumlu tutularak gıyabında yargılanan Mustafa Doğan ifade bile vermedi. Kırmızı bültenle aranan Doğan'ın adı Azerbaycan'daki darbe girişimine karıştı, hakkında Almanya'da saklandığı iddiasıyla Alman Parlamentosu'nda bir soru önergesi verildi. Alman hükümeti Türkiye'nin Doğan'ın iadesini istemediğini söyledi.

Reşat Altay ve Abdullah Çatlı'nın görüşme kayıtları çıktı
Aralarında Şükrü Balcı ve Süreyya San'ın da bulunduğu polis şefleri “görevlerinde kayıtsız kalmakla”, emniyet görevlisi Raşat Altay ise saldırıya uğrayan öğrencileri dağılma noktasına kadar koruma altında tutması gerekirken üniversite kapısında terk etmekle suçlanmış, 12 Eylül günlerinde Adapazarı Ceza Mahkemesi'de, mağdurlara haber verilmeden, yargılanıp aklanmışlardı. Susurluk kazası sonrasında Reşat Altay'ın Abdullah Çatlı ile telefon görüşmeleri ve Çatlı'nın 16 Mart katliamında kullanılan NATO yapımı TNT kalıplarını temin ettiği ortaya çıktı. Susurluk sürecinde ortaya çıkan yeni deliller ışığında Oral Çelik, Meral Çatlı, Haluk Kırcı, Murat Bayrak ve 12 Mart askeri savcısı Baki Tuğ'un da bulunduğu 11 kişi hakkında katliamla bağlantılı oldukları gerekçesiyle 13 Mayıs 1997 tarihinde suç duyurusunda bulunuldu.

Ergenekon davasının başladığı gün zaman aşımı kararı
Ancak İstanbul 6. Ceza Mahkemesinin 20 Ekim 2008’de dava için aldığı zaman aşımı kararı, Mart 2010’da Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından onandı. Böylece, yedi kişinin ölümü onlarca kişinin yaralanmasına yol açan, örgütlü ve planlı bir biçimde gerçekleştirildiğine dair çok sayıda kanıt bulunan 16 Mart katliamı tarihin tozlu raflarına terk edildi.

Tek kontrgerilla davası olma özelliği taşıyan dava hakkında İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği zamanaşımı kararının, derin devletle hesaplaşmak için açıldığı öne sürülen Ergenekon davasının başlamasıyla aynı güne gelmesi de tarihe bir ironi olarak geçti.

(soL – Haber Merkezi)