Şener’in incileri

Siyasetin "taze kan"ı ne hoşgörülü ne renkli!

soL (HABER MERKEZİ) Şener'in siyasi yaşamı boyunca sarfettiği sözler, ideolojik çizgisini ele veriyor. Şener'in gericiliği ve statükoyu korumaya yönelik ortaya koyduğu refleksler, kişiliğinin vazgeçilmez unsurlar olarak karşımıza çıkıyor.

Şener Sivas katliamının gerçekleştiği 2 Temmuz 1993 tarihinde Refah Partisi Sivas milletveki idi. Sonrasında Meclis Sivas Olayları Araştırma Komisyonu içerisinde de bulunan Şener, komisyonun hazırladığı raporda şu şerhi düşüyor:

"Pir Sultan Abdal etkinlikleri sırasında tahrike yönelik faaliyetler olmuş, her türlü eğilimi yansıtan kişilerden oluşan kalabalık tahrik edilmiştir. Yazıları ve konuşmalarıyla düşünce ve inançlara hakareti düşünce hürriyeti olarak yorumlayarak sürekli olaylara sebebiyet veren Aziz Nesin'in kendisi bir provokatör (mü)dür?"

Şener'in yolu, katliamın ardından 1996 yılında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi'nin açılışı için Sivas'a düşüyor. Şener Sivas'ta, E Tipi Kapalı Cezaevi'nde yatan Madımak Oteli sanıklarını da ziyaret ediyor. O dönemde TBMM'deki bir milletvekilinin konuyu meclise taşıması üzerine, Şener'in konuyu değerlendirmesi şöyle:

"Bir bakanın memleketine, bakan olduktan sonraki ziyaretinde ve bayramlarda diğer kurum ve kuruluşlar içerisinde hastane ve cezaevi de ziyaret etmesi örf, adet ve geleneklerimizin bir özelliğidir."

26.5.1998 tarihinde, Kanal 7 televizyonu haber bülteninde, spiker Şener'le ilgili haberi şu sözlerle veriyor:

"Refah Partisi'nin kapatılmasından sonra Erbakan'ın izlediği tutumu değerlendiren Abdüllatif Şener, Erbakan'ı İnsan Hakları Ödülü'ne aday gösterdi." Şener konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor: "Büyük bir basiret göstermiş, toplumdaki huzur, barış, kardeşlik duygularını geliştirmiştir, pekiştirmiştir. Ben bu açıdan Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan'ı İnsan Hakları Ödülü'ne layık mümtaz bir şahsiyet olarak alıyorum."

Şener, 8.3.1999 tarihinde Fazilet Partisi Meclis Grup Başkanvekili Sivas-Suşehri ilçesi Karşıyaka Mahallesinde bir kahvehanede bir konuşma yapıyor. O konuşmada Şener olaylı Merve Kavakçı'ya ilişkin şu sözleri sarfediyor:

"Bakın Merve Kavakçı ismi kazanacak bir yerdedir. O bölgeden inşallah 10 civarında milletvekili çıkaracağız. 4. sıradadır. Bu kardeşiniz Meclis`e girecektir. Kim bu? Bu arkadaşımız, hanım bacımız. Türkiye`de tıp fakültesinden başörtülüdür diye atılmış, kaydı silinmiş bir insan. Ama babası üniversiteden arkadaşımızdır, profesördür. Babası bir ihtisas sebebiyle ABD'ne gitmiş, 5-6 sene kalmıştır. Kızını da yanına almış, Amerika'ya götürmüştür. Bu kız, Amerika'da Bilgisayar Mühendisliği Fakültesi'nden başörtüsü ile diplomasını almış, gelmiştir. İşte Türkiye ile Amerika arasındaki fark. Bir yerden başörtüsü ile diploma alıp geliyor, bir yerde kayıt yapmıyorlar. Kaydını yapmış öğrenciyi okuldan atıyorlar. Aradaki fark bu."

Şener'in incilerini dökerken, kendisinin marksizme ve Mülkiye'ye ilişkin söylediklerini de hatırlamak yerinde olur:

"Marksizm her şeyden önce, tutarlı bir düşünce biçimi sunuyor size... Başka düşünceleri de kritik etme metodolojisi veriyor elinize... Bu metodolojiyle, hemen kendime yöneldiğimi, kendimi, düşüncelerimi ve inançlarımı sorgulamaya tartmaya başladığımı hatırlıyorum."

"Mülkiye'nin bir devletçi ağırlığı vardı. Tabii oradaki öğrenciler de bu yapı üzerinde yetişiyor. O halde, devletçiliği komünistlik sayarsanız, bizim jenerasyon için ister sağcı ister solcu olsun, hepsinde biraz komünistlik kırıntısı, komünist bir damar vardır diyebiliriz."

Bu sırada Şener'in öne çıkarılan içkiye ilişkin demeçlerini de atlamak olmaz. Şarap Üreticileri Derneği tarafından ''Topraktan Kadehe AB Yolunda Bağcılık'' konulu toplantısına katılan Şener şu değerlendirmeyi yapıyor:

"'Sen şaraptan ne anlarsın diyen varsa, ben bu nesnenin her şeyini bilirim de sadece tadını bilmem.''

Şener Milliyet gazetesine verdiği bir röportajında, "hayatının bilinmeyen yönlerini" anlatıyor:

"İçki masalarında içmiyordum. Ama oturuyorduk, sohbet ediyorduk. Bolu'da öğretim elemanı olarak çalışırken hoca arkadaşlarla beraber akşam vakti lokantaya gidiyorduk. Benim dışımda herkesin tercihi içkili bir lokanta oluyordu. Bir-iki kadehten sonra sohbet koyulaşıyordu. O çakırkeyiflikle çok güzel sohbetler yapılıyordu. Hoşuma gidiyordu. Sol ve entelektüel bir kadroydu. Ben de su içiyordum. İçki yok, sigara yok. Genel eğilimin dışında biriydim. Sohbetlere intibak edebilmek için o masalarda sigara yakmaya başladım. Sonunda tiryaki oldum."