‘Reyhanlı’yı bilip susanlar suç ortağıdır’

Cezaevinde, Reyhanlı katliamında sorumluluğu olanların ne yaptıklarını düşündüğünü anlatan Utku Kalı, “Ben neden işkence gördüm, onlar neden serbest”diye soruyor. Tutuklu bulunduğu sürede Gezi Direnişi’ni gazetelerden takip eden Utku Kalı, “Direniş umutlarımı artırdı, o havayı kesinlikle solumak isterdim” diyor.

Görüşme: Elif Örnek

Sen cezaevindeyken Gezi Direnişi başladı. Gazetelerden takip ettiğin kadarıyla direniş sana neler hissettirdi?
Oradaki çocuklara da söyledim Dışarıda olsaydım direnişe katılırdım, orada olurdum. Ölüm haberlerini aldığım zaman “Benim de başıma gelebilirdi” diye düşündüm çünkü özgür olsaydım Gezi’de olacaktım ben de. Hepsine büyük bir yakınlık hissettim. Gezi Direnişi bana içerideyken umut verdi. Yapılanları insanların fark etmesi güzel oldu. Aslında birçok insanın farkında olduğu, hissettiği, düşündüğü şeye artık toplu halde tepki göstermesi umutlarımı artırdı. “Evet, insanlar uyanıyor” dedim. O havayı kesinlikle solumak isterdim. Bazen Gezi Parkı’nın yanından geçiyorum ve bakıyorum, askerliğim devam ettiği için, polis bir şey yapar diye parkın içine girmiyordum. Yanından geçerken, insanların orada olduğunu düşünüp o ruhu hissedebiliyordum.

Direnişin yanı sıra, kendine dair haberler de okudun. Gazetelerde nelere öfkelendin?
İnsanlar beni takip ediyor, bana bir şey yapamazlar o yüzden diye düşünüyorum ama bir yerden sonra “Acaba kötü bir şey yaşar mıyım”, “Başıma bir iş gelir mi” korkusu var. Beni terörist olarak gösterdikleri düşüncesiyle yaşıyorum. Korktum.

MAHKUMLARIN GÖZÜNDE ‘VATAN HAİNİ’

Bu haberler sıkıntı yarattı mı cezaevinde?
Bana bir mektup geldiğini biliyorum ama hiç teslim edilmedi. Nöbetçi astsubaydan mektubumun verilmesini istedim, bir şey yapamayacağını söyledi. Bu sırada sinirlendim ve biraz sesimi yükselttim. Daha sonra yan koğuşlardan “Niye komutana sesini yükseltiyorsun”, “Vatan haini” diye bağırmaya başladılar. “Kardeşim burada hakkımı arıyorum” dedim. Bana bağıran çocuk, bir gün havalandırmaya çıkarken “Ne konuşuyorsun lan sen” diyerek bana çakmak fırlattı. Koğuşumda arkadaşı var, zaten ondan dolayı tedirgin durumdayım. Ben eğilince çakmak arkadaşı olan o çocuğa isabet etmiş sözde. O çocuk da gelip sandalye fırlattı, demir parmaklıklı açık bir kapı vardı, kapıyı kendime çekince sandalye isabet etmedi bana.

Birgün beni askeri savcı çağırdı, “Acele getirin” demiş ama ring aracı yok. Öyle olunca albayın aracıyla götürmek zorunda kaldılar. Giderken etrafı görebildiğim için mutlu oldum ve bunu döndüğümde koğuşta söyledim. Bunu anlattığım adam, hastaneye gitmek istediğinde “O vatan hainini özel makam arabasıyla götürdünüz, beni de götüreceksiniz” demiş.

Seni tek kişilik koğuşta kalamaya zorlayan ne oldu? Neden kendi kendini tecrit ettirmek istedin?
Kaldığım koğuşta temizlik sıkıntısı vardı ve bu durumu çözmeye çalıştım. Koğuş arkadaşlarımdan biri, benim ve diğer iki mahkumun dönüşümlü temizlik yapmasına karar verince itiraz ettim. Kabul etmediğim için kameralı alanda üstüme yürüdü. Beni çekip kameranın önünden uzaklaştırmaya çalışınca, yönetime başvurdum. “Aranızda halledersiniz” deyip kabul etmediler. Can güvenliğimden endişe ettiğime dair dilekçe yazınca, beni tek kişilik koğuşa aldılar.

Psikolojik durumun nedeniyle ilaç alıyordun. İlaçlar nasıl etkiledi?
İlaç almama rağmen uyku problemim devam ediyordu. Sabaha kadar oturuyordum. İlaçlar beynimi uyuşturuyordu. Birgün kız arkadaşıma mektup yazmak istedim ama yazamadım. Kalemi alıp elime iki saat boyunca oturdum. Mektuplara cevap vermek istiyorum, hiçbir şey düşünemiyorum. Sanki beynimi biri uyuştumuş ya da düşünce kısmını almış, öylece duruyorum. Bir şeyler yazmak istediğim zaman, bazen ilaç almıyordum.

‘RADYOYU AÇINCA OTURUP AĞLADIM’

Koğuşta özlemini çektiğin, ihtiyaç duyduğun neler vardı?
Ceren’den radyo istedim, müzik dinlemeyi çok seviyorum. Kulaklığımı takıp İstanbul’un her yerini gezebilirim, o derece. Radyoyu elime aldığımda “bir şeye bu kadar sevineceğimi hayal edemezdim” diye geçirdim içimden. Sabah kalkıp hemen müzik açtım ve hiç unutamıyorum, oturup ağladım. Sonunda istediğim müziği dinleyebiliyordum.

Cezaevinden çıktığıktan sonra görüştüğün insanlardan, görüşüne gelenlerden ya da mektuplarda “Belgeleri sen mi sızdırdın” diye soran oldu mu?
Hayır olmadı.

“Belgeleri kimin sızdırdığının hiçbir önemi yok, istihbarata rağmen neden Reyhanlı katliamı neden önlenmedi ve bu bilgiler bizden neden saklandı” diye düşündüler insanlar sanırım...
Belgeleri sonradan okuduğumda “Demek ki Reyhanlı katliamının olacağından haberleri varmış” dedim. Adamlar biliyorlarmış ve önlememişler. İstihbaratın ardından hiçbir şey olmasa “tamam” dersin. Bunları bilmelerine rağmen 52 kişinin, bence sayı daha fazla, insanın ölmesine sebep olan bir saldırıyı önlemediysen burada ciddi bir sıkıntı vardır. Bilip de susuyorsan, suç ortağısın demektir.

‘NEDEN BU KADAR İNSAN ÖLDÜRÜLDÜ?’

İstihbarat bilgilerine rağmen gerekli önlemleri almayanlar yargılanmazken sen yargılanıyorsun, işkence gördün, tedavi hakkın engellendi, psikolojik olarak bir yıkıma doğru sürüklendin.
Ben cezaevindeyken, katliamı yapanların, bu olayda sorumlu olanların nerede, ne yaptıklarını düşündüm. “Ben niye buradayım ki” diye isyan ettim. Bu mesajı yazan birileri var, bilgisayar kendi kendine yazmıyor. Nasıl hiç kimse, hiçbir önlem almadı, harekete geçmedi? Neden bu kadar insan öldürüldü? Neden ben bunları yaşıyorum? Neden cezaevinde olduğum halde çırılçıplak arandım? Neden işkence gördüm, küfür ve hakarete uğradım? Neden tedavim engellendi? Neden aç bırakıldım? Niye gazete okuyamadım? Neden cam bardakta çay içemedim, sorumlular, failler neden içti? Aklımdan sürekli bu sorular geçiyordu.

Erzurum Mareşal Fevzi Çakmak Asker Hastanesi’ne sevk edildim. Cezaevinde her gün havalandırma hakkım vardı, hastanede de havalandırmaya çıkmak istedim. “Yasak” deyip izin vermedi komutan. Bir gün Ceren’le konuşurken “Hüseyin Aygün yanına gelmeyi düşünüyor” dedi. Bu konuşmanın ardından bir gün uzanırken, o komutan yanıma geldi. “Sen ne kadar zamandır buradasın” dedi, bir hafta olduğunu söyleyince “İkinci haftaya girdiğin için seni bundan sonra havalandırmaya çıkaracağız” dedi. Çok sevindim “Peki kelepçe” dedim, “Kelepçe taktırmayacağım” dedi. Aynı gün öğle, Hüseyin Aygün geldi. Aygün kat kat giyindiğimi, hastanenin buz gibi olduğunu öğrendi ve bu olay basına da yansıdı. Ardından beni apar topar taburcu ettiler.

Tedavi sürecin hep yarıda kesildi bu olumsuzluklar basına yansıdıktan sonra da...
Evet. Haydarpaşa GATA’da da öyle oldu. GATA’ya beni götürdüklerinde kitaplarımı içeri sokmama izin vermediler.

Hangi kitaplar vardı yanında?
Siyasi kitaplar yoktu. Bu süreçte çok kitap okudum ama kullandığım ilaçlardan dolayı hatırlamıyordum. Bir metin okuyorum mesela, bir saat sonra “Ne okumuştum” diye hatırlamaya çalışıyorum. Kitapları bir günde bitirmeye çalışıyordum, “Ahmet şöyle bir şey yaptı” diye bir cümle geçiyor, duraksıyorum “Ahmet kimdi” diye düşünüyorum, geriye dönüp Ahmet’i buluyorum. Bu yüzden hep başa dönüyordum, bir kitabı dört kere okudum örneğin, sırf bir karakteri unuttuğum için. Odaklanamıyordum, beynim yoruluyordu ama okumak da istiyordum.

‘CEREN’İ VE BENİ DÖVECEKLERDİ’

Seni sivil hastaneden apar topar taburcu edip GATA’ya gönderdiler. Askeri hastanede yine hakların engellendi mi ya da baskıyla karşılaştın mı?
Ceren’le sağlıklı bir avukat görüşü yapamıyorduk. Havacı bir uzman çavuş, bir avukat görüşmemizi yaparken içeriye daldı. Avukat görüşme yerleri biliyorsun ki ses ve kayıt olmayan sadece dışarıdan görevlilerin siluetimizi görebilecekleri bir oda. Biz tutuklu koğuşunda yapıyorduk, koğuşu kilitliyorlardı, hem de içeride avukat olmasına rağmen. Neyse 5 dakikamız daha vardı ve içeriye girdi “Bitti” dedi. “5 dakikamız var lütfen dışarı çıkın, bitirelim” dedik, “Hayır çıkmam görev yerimi terk etmem” dedi. Kendisine işi yokuşa sürdüğünü 5 dakika çıkarsa cümlelerimizi toparlayıp bitireceğimizi söyledim. Adam ısrarla “çıkmam” demeye devam etti. Yanına bir komutan daha geldi, rütbesi belli degildi, “Siz kimsiniz” diye sordum. “Acil tim komutanıyım” dedi. Daha sonra acil manga timi girdi koğuşa. Uzman çavuş kapıyı “çıkarın” dedi ve kendisi çıktı dışarıya. Ben Ceren’i arkama çektim ve askerlere “Bir avukatı böyle zor kulanarak çıkarırsanız suça ortak olursunuz” diye uyardım. Üzerimize yürüdüler. Bu sefer “Avukatı geçtim ablama biriniz dokunmaya kalkarsa ben de size vururum” dedim. Bu esnada bir asker “S...rim seni, sen kimsin!” gibi bir şey söyledi. O esnada nöbetçi asker odaya girip askerleri ve rütbelileri dışarı çıkardı. Sonra Ceren beni sakinleştirmeye çalışırken, camdan var gücümle “nöbetçi subay! nöbetçi subay!” diye bağırdım sürekli. Canan Yarbay geldi. Kendisine avukat görüşümün yaptırılmadığını, müdahaleye uğradığımızı ve tehdit edildiğimizi söyledim. Bu tavrım devam ederse tutanak tutup mahkemede aleyhime kullanılacağını söyledi. Akşam da o acil timdeki askerler, avukat görüşünde içeriye dalan, verdigi emirle kendilerini tehlikeye atan uzmanın üzerine yürümüşler. Uzman o gece hiç yanıma gelmedi, gelemedi.

‘İŞKENCEYİ SENDEN Mİ ÖĞRENECEĞİM!’

GATA’da tedavi görüdüğün sırada ilk duruşman yapıldı ve mahkemede farelerin bulunduğu kötü bir ortamda tedavi olmaya çalıştığın belirtildi. Bu da basına yansıyınca aniden taburcu edildin. Neler oldu o gün?
Beni taburcu ettiklerini söylediler, telefon etmek istedim. “Gideceğimiz güzergah gizli” diyerek izin vermediler. “Güzargahla ilgili konuşmayacağım, ablama taburcu olduğumu söyleyeceğim” dedim. Bir süre tartıştıkan sonra izin vereceklerini söylediler ancak kandırmışlar. Eşyalarımı toplayınca yine “konuşamazsın” dediler. Karantinanın orada durdum, “telefonla konuşacağım” dedim. İki tane üsteğmen var. Bir tanesinin eli cebinde bana istediğini yapabilirmiş gibi konuşuyor. “Sen benimle niye böyle konuşuyorsun? Psikiyatri hastasıyım, kiminle konuştuğuna dikkat et lütfen” dedim. “Sen mi bana emir vereceksin” dedi. “Ben işkenceden dolayı buradayım ve sen hâlâ bana işkence yapmaya devam ediyorsun” deyince “İşkenceyi senden mi öğreneceğim” yanıtı verdi bana.

O sırada oturdum, soyunma kabini vardı onun altındaki demiri tuttum. “Çıkmıyorum, avukatımla konuşacağım” diye bağırdım sürekli. Çünkü siviller de var ve bana yaptıklarının duyurmaya çalışıyorum. Zaten biliyorsun aileme, avukatıma taburcu edildiğimi bildirmek zorundalar. “Tamam, telefonla konuşmana izin vereceğim, telefon kulübesinin oraya kadar kelepçe de taktırmayacağım sana ama ondan sonrasına karışamam” dedi. Ceren’i aradım. Ceren, CHP Milletvekili Kadir Gökmen Öğüt’ten öğrenmiş durumu ve yola çıkmış. Çıktık dışarıya “Beni zorla araca bindirmeye kalkmayın. Avukatım gelmeden hiçbir şekilde hiçbir yere gitmem” dedi. Bunları yüksek sesle söylüyorum yine, siviller de duysun diye. Oradaki bir komutan geldi, beni çardağa oturttu. Sonra başka bir komutan daha geldi, binbaşıydı galiba, o da beni zor kullanmakla tehdit etti. Masanın tahtasına ayaklarımı soktum, kenetledim. “Tamam, zor kullanın” dedim. Otobüsümün saatini ertelediler ve avukat görüşümü yapmam için bekledik.

Hakim karşısına çıkıp savunmanı yaptın, tanıkları da dinledin. Mahkeme süreci senin için nasıl geçti, tahliye edileceğini düşünüyor muydun?
Her ay tutukluluk duruşması yapılır. O duruşmalardan sonra hep hayal kırıklığına uğradığım için “Burada uzun süre kalacağım” diye düşünmeye başladım psikolojik olarak çökmemek için. Mahkemeye giderken bir gardiyan bana “Utku toparlanmamışsın” dedi. Toplaması basit, en ağır geleni duruşmadan sonra tekrar o eşyaları dizmem. Tanıklar benim söylediklerimi teyit ettiler. Kazım (Utku’yla birlikte gözaltına alınıp serbest bırakılan, santralde görevli er Kazım Zeycan) konuştuktan sonra içime inanılmaz bir ferahlık geldi. Bu sefer arkama dönüp anneme babama bakmaya başladım. Birçok noktada güldüm. İçimde o umut ateşini birisi yaktı. O yanmaya başlayınca da içten içe ısınmaya başladım, yerimde duramıyordum. Çok güzel, farklı bir histi.

‘ANNEMLE BABAMA SARILABİLECEKTİM’

Tahliye kararını duyunca neler hissettin?
Savcı söylediği zaman olduğunu düşündüm, meğer hakimin söylemesi lazımmış. Savcı söylediğinde ayağa kalktım, parmaklıklara tutundum. Belki tansiyonum düşer, o heyecanla tutundum. “Derhal salıverilmesine” kısmını anladım kelimeler arasında ve Ceren’lere döndüm “Ne oldu, çıkıyor muyum” diye baktım. O anda Özgür bana (Utku Kalı’nın avukatlarından Özgür Urfa) “Daha değil, daha değil” dedi. Sonra hakim kararı açıkladı “Tahliye” dedi ve ben o anda bittim.

Aklından ilk geçen neydi?
Sağımda solumda insan olmadan yürüyebileceğim düşündüm, anneme babama sarılabileceğimi, ne olacak ne bitecek diye düşündüm. Tüm avukatlarıma sarıldım, en sona Ceren’i sakladım. Çok ağladım Ceren’e sarıldığımda. Ben içeride savaş verirken, Ceren de dışarda, üstelik hukukun üstünde bir savaş verdi.

Beni geri götürüyordu jandarma “Siz de duydunuz hakim ‘derhal salıverilmesine’ dedi, bana kelepçe takamazsınız dedim. “Takmak zorundayız” dediler. Aşağı indiğimizde komutan “Basın görüntü alabilir, araca binince kelepçelerini çıkartacağım” dedi. Araca bindim, güldüm, ağladım... Hayatımın en garip yolculuğuydu.

Cezaevine gittim infaz astsubayı geldi, telefonla konuşmak istedim. Normalde tutukluların hakkı 5 dakika. “Ben artık tutuklu değilim, istediğim kadar konuşurum, kontör bitene kadar konuşacağım” deyip Ceren’i aradım. Onlar da yoldaydı. Sonra eşyalarımı topladım, bu arada koğuşumun kapısı kilitli. İnfaz astsubayına “Kapımı açtırır mısın, ben artık tutuklu değilim, istediğim gibi gezmek istiyorum” dedim. Beni çay içmeye davet etti, odasına gittim ama odaya sığamadım. “Çayımı dışarıda içeceğim” deyip çıktım, askerlerle sohbet edip çayımı sigaramı içtim dışarıda.

En çok neyi özlemiştin?
Patates kızartmasını.

İlk ne yaptın?
Patates kızartması yedim.

Gelen mektuplar, insanların desteği güç verdi mi sana?
Gelen mektuplar sayesinde dışarıdaki hayatla bir bağlantım oldu. İnsanlar beni destekledikleri için tüm zorluklara karşın pes etmedim. Sayelerinde oldu. Herkese böyle destek vermeye devam edelim hep birlikte, edelim ki hiçbirimize zulmedemesinler.