'Önce ağaçları savunuyorduk, şimdi yurdu...'

soL, ilk andan itibaren eylemlerin içerisinde olan Metin Cihan'a ulaşarak, bu süreçteki deneyim ve gözlemlerini sordu. Cihan, "başlangıçta ağaçları savunmak için oradaydım, şimdi kendimi yurt savunması içinde görüyorum" diyor.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç önceki gün Gezi Parkı direnişiyle ilgili yaptığı konuşmada, bir gazetecinin “göstericilerden özür dilenmesi talebi hakkında ne düşünüyorsunuz” sorusuna, ilk olaylarda çevre duyarlılığıyla hareket edenlere karşı aşırı şiddet uygulandığını söylemiş ve “o yurttaşlarımızdan özür diliyorum” demişti. Ancak Arınç burada durmadı ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Ama sokaklarda tahribat yapanlara bir özür borcumuz olduğunu düşünmüyorum.”

soL gazetesinden Onur Emre Yağan, Taksim Gezi Parkı'ndaki yıkımı durdurmak üzere ilk günden bu yana direnişe katılan Metin Cihan ile direnişin nasıl geliştiğini ve Arınç'ın bu sözlerini nasıl değerlendirdiğini konuştu.

Dokuz gündür süren halk direnişinin başından sonuna yer aldın. Gezi Parkı’na yapılan ilk saldırıda yani dozerlerin ağaçları yıkmaya başladığı sırada da orada olduğunu biliyoruz, bize ilk saatlerde yaşananları anlatır mısın?

Metin Cihan: Aslında en başından beri orada olduğumu söylemek doğru olmaz çünkü bu hareketin ilk kıvılcımı Mayıs’ın 27’sini 28’ne bağlayan gece başlayan yıkımı durdurmak için orada bulunan yaklaşık 20 kişinin direnişi oldu. Civarda oturan ya da o sırada civarda bulunan bu insanlar yıkımı gördüklerinde dozerin önüne dikilip bunun hukuksuz bir yıkım olduğunu söylüyorlar ve önündeki insan barajını aşamayan dozer operatörü sabah yeniden gelmek üzere evine dönüyor.

Ben serbest çalışan bir çevirmenim. Bazen işlerimi yetiştirmek için gece çalışmam gerekiyor. O gece de saat 4.00 gibi işlerimi yapmak üzere uyanıp bilgisayar başına oturmuştum. Twitter’ı açtığımda taksimdeki ağaç yıkımı girişimiyle ilgili haberleri gördüm. Oradaki eylemciler sabah erken saatte yeniden başlayacak olan yıkımı durdurmak için destek istiyorlardı. Beni de çok üzen ve öfkelendiren bu girişim karşısında orada olmam gerektiğini düşündüm ve sabah en erken saatte orada olmaya karar verdim. Bu kararı verirken önümdeki en önemli engel, yetiştirmem gereken işlerimdi. Çalıştığım firmaya bir özür yazısı yazarak işlerini yapamayacağımı belirttim. Bunu yapmamın benim için ciddi ölçüde maddi bir bedeli olacaktı ve bunu göze almıştım ancak eylem sabahı sakin anlarda boş bulduğum bir ağacın altına oturarak kimi işlerimi hallettim ve ne şans ki bu sırada beni maddi olarak rahatlatacak başka bir iş fırsatı ansızın önüme çıktı. Böylece eylemlere gönül rahatlığıyla katılma fırsatı buldum.

Peki sen gittikten sonra neler oldu?

Eşimle birlikte oraya vardığımızda yaklaşık 50 kişi vardı. Saat 10.00 civarında yıkımı yeniden başlatma girişiminde bulundular ve hepimiz bunu engellemeye çalıştık. Karşımıza şirketin güvenlik elemanları ve polis dikildi. Biz yine de yıkımı durdurmak için elimizden geleni yaptık. Çok miktarda biber gazına ve polis şiddetine maruz kaldık. Ayrıca şirketin güvenlik elemanları da defalarca bize saldırdı. Ama yılmadık.

Burada bir parantez açarak önemli bulduğum bir gözlemimi aktarmak istiyorum. Uzun yıllardır örgütlü bir mücadele içerisindeyim ve çok sayıda gösteride yer aldım. Ama gezi parkı direnişinin bu ilk saatlerinde gördüğüm bazı şeyler benim için de oldukça yeniydi. Orada bulunan insanlar sayıca az olmalarına rağmen büyük bir kararlılık içinde yıkımı durdurmaya çalışıyordu. Yani amaçları sadece protesto etmek değildi. Bunun için ağaçlara sarılan ve yıkacaksan önce beni ezmen gerekir diyen insanlar oldu. Bir yandan ağaca sarılıp ağlayan bir yandan da ne pahasına olursa olsun bu yıkımı durdurmaya çalışan insanlar gördüm. Yıkılacak duvarların üzerine oturan insanlar gördüm. Dozerin önüne dikilen insanlar gördüm. Hatta bir arkadaşımız ağaçlardan birine çıktı ve o kısımda yıkım olmasını bu sayede engelledi. Bu direnişin bir diğer özelliği de haklılığını ön plana çıkarması ve şiddete yönelmemesiydi. Örneğin, orası bir inşaat alanı olduğu için etrafta çok miktarda taş vardı ancak eylemciler bu taşları kullanmadı. Yalnızca dozeri durdurmak için birkaç taş atma vakası oldu. İlk eylemin bu karakterinin direnişin bugününe de yansıdığı düşüncesindeyim. Ben, dediğim gibi, Twitter’dan görerek eyleme dahil olmaya karar verdim. Orada gece nöbeti tutan gerçekten bir avuç insana ve sabahında direnen yine az sayıdaki kişiye bu ülkenin çok şey borçlu olduğunu düşünüyorum ve buradan kendilerine kocaman bir teşekkür göndermek istiyorum.

Devam edeyim. 4-5 saat boyunca bu direniş bir şekilde devam etti. Hunharca saldıran polislere bile konuşarak derdimizi anlatmaya çalışıyorduk. Gezi Parkı’nın onların ve çocuklarının da olduğunu anlatmaya çalışıyorduk. Bu arada Beyoğlu Belediyesi çok büyük bir hukuksuzluğa imza attı ve şirketin güvenlik elemanlarına zabıta üniforması dağıttı. Zabıta üniformalı şirket güvenliğine ve polise karşı direndik ancak yıkımı tamamen durduramadık ve 2 ağacın dozerle yıkılmasına engel olamadık. Yine de çok yavaşlattığımızı söyleyebilirim. Direnişin uzun sürmesi eylemin ses getirmesine neden oldu ve akabinde BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in Gezi Parkı’na gelmesi ile işin seyri değişti. Herkesin bildiği gibi Sırrı Süreyya Önder “ben İstanbul milletvekiliyim, ben bu ağaçların da milletvekiliyim” dedi ve dozerin önüne geçti. Böylece o gün için yıkım tamamen durdurulmuş oldu.

Bülent Arınç’ın “ilk olayda orada olan ve çevre duyarlılığı gösteren yurtseverlerden özür diliyorum ama sonrası için özür borcumuz yok” şeklinde bir açıklaması oldu. Sence bu gerçek mi?

Bülent Arınç halt etmiş diye düşünüyorum. Elbette bu özrün de bir anlamı var ancak bu saldırganlığa göğüs geren insanları masum çevreciler ve diğer çapulcular diye ayrıştırma çabasını komik buluyorum. Siz insanların fikirlerini dikkate almayacaksınız, “ben istersem olur” diyeceksiniz, korkunç bir şiddet uygulayacaksınız, onların en meşru taleplerini biber gazına boğmaya çalışacaksınız ve sonra utanmadan onları tahribat yapan insanlar diye tanımlayacaksınız. Asıl tahribat yapanın kim olduğu belli değil mi? “Tahribat yapanlara özür borcumuz yok” diyen Arınç Belediye Başkanı’nı, Vali’yi, Emniyet Müdürü’nü, Başbakan’ı vs. kastediyorsa, o başka…

Ben ilk günden beri bu eylemlerin sonuna kadar destekçisi oldum. Evet, başlangıçta ağaçları savunmak için oradaydım ama şimdi bütün arkadaşlarım gibi ben de kendimi bir yurt savunması içerisinde görüyorum. Biz Gezi Parkı’nı savunanlar kentimizi ve ülkemizi de savunuyoruz. Kendilerine geçmiş olsun diyorum. Gezi Parkı’nı geri kazandığımız gibi kentimizi ve ülkemizi de kazanacağız.

Başından beri eylemlerin içerisinde yer alan biri olarak bizimle gözlemlerini paylaşır mısın? Eyleme katılan insanlarla ilgili çeşitli değerlendirmeler var.

Bildiğiniz gibi Gezi Parkı şu an direnişçilerin elinde. Buraya gelip gören herkes bana hak verecektir ki, burada yeni bir insan ile karşı karşıyayız. Dayanışmayı bilen, paylaşmayı bilen, ağlamasını bilen, gülmesini bilen, mücadele etmesini bilen insanlarla karşı karşıyayız. Yoğun saldırılar altında yaşanan hengâmelerde bile birisinin ayağına basan omzuna çarpan insanlar dönüp özür diliyor. Yediğini içtiğini paylaşıyor. Yol parasını paylaşıyor. Hatta genelde saygısızlığın ve kabalığın tavan yaptığı araç trafiğinde bile insanlar birbirine karşı daha hoşgörülü olmaya başladı. Mücadele gerçekten güzelleştiriyor. Penguen Dergisi’nde “direnince çok güzel oluyorsun Türkiye!” kapağını gördüm. Tam da bu! Gezi Parkı’nda ve tahminimce diğer eylem alanlarında yoğun bir hoşgörü hakim. Değişik fikirlerden insanlar birbirini dinliyor ve ortak bir mücadelenin parçası olmaya çalışıyor. İnternette yayılan bir karikatürde Obama, Tayyip Erdoğan’ı azarlıyor ve “biz yıllarca Türk, Kürt, Alevi, Sünni vb. diye bölmeye çalıştık, sen ise hepsini bir gecede birleştirdin amk!” diyordu. Hiç haksız değil. Önceki gün Şamil Tayyar’ın gezi parkında türbanlılara saldırıyorlar diye bir haber yaymaya çalıştığını gördüm. Tamamen uydurma olan bu haber zaten en başta alandaki türbanlılar tarafından yalanlandı. Gezi Parkı’nı gelip gören herkes burada bunun söz konusu bile olamayacağını kolayca görecektir. Bu yalanlarla aslında en çok savunduklarını iddia ettikleri insanlara hakaret ediyorlar.

Öte yandan, bugün Türkiye’de yüzler daha çok gülüyor, geleceğe daha güvenle bakıyorsak bunu büyük oranda gençlere borçlu olduğumuzu söylemek istiyorum. “Sol mememizin altındaki cevahir” bugün gençliktir. Daha düne kadar “olaylara karışma” deyip duran anne-babalar bugün çocuklarının çantasına gaz maskesini, limonunu, sirkesini, ekmeğini, suyunu koyup öperek ve gururla eylem alanına gönderiyor. Bu değişimin önünde kim durabilir?

Peki sence Gezi Parkı direnişine katılan insanlar ne istiyor?

Bu doğa ve kent katliamının derhal durdurulmasını istiyor. Ranta ve birilerini evsiz, parksız, yurtsuz bırakırken birilerini zenginleştirmeye dayalı politikaların son bulmasını istiyor. Devletin kendi halkına uyguladığı zulmün son bulmasını istiyor. Elbette komşu halklara yönelik saldırganlığın son bulmasını istiyor. Barış istiyor. Buradaki insanlar kendi yaşam tarzlarına müdahale edilmemesini istiyor. Başbakan koltuğunda oturduğu için kimsenin insanların yediğine-içtiğine, giyimine-kuşamına, öpüşmelerine ve sevişmelerine müdahale etme hakkını kendinde görmemesini istiyor. Polisin halka düşmanca davranmamasını istiyor. Ve elbette hiçbirimiz aptal değiliz. Tüm bunların gerçekleşmesi için mevcut hükümetin istifa etmesini istiyoruz. Kısacası biz “çapulcular” –doğal olarak- herkes için eşitlik ve özgürlük istiyoruz.

Dikkat edin artık hiç kimse “ordu göreve” falan demiyor, diyemiyor. Çünkü halk kendi gücünü gördü. Bunu artık değiştiremezler. Gelecek güzel günler ancak halkın kendi iradesiyle yeşertilebiliriz. Gezi Parkı’nda ve mücadelenin diğer mecralarında gördüğümüz ortamı tüm yurda hakim kılabildiğimiz ölçüde eşit, özgür, barışçıl ve doğa dostu bir toplumun temellerini atmış olacağız.

Daha şimdiden elde ettiğimiz bazı kazanımlarımız var. Biraz bunlardan bahsetmek istiyorum. Örneğin “bu ülkeden, bu halktan, bu gençlerden bir şey olmaz” gibi yıllarca dillere dolanan laflar artık son bulmuştur. Türkiye halkı artık mücadele eden, hakkını arayan, ülkesini güzelleştiren, dayanışmayı bilen bir halktır. Öte yandan sermaye medyasının gerçek yüzü açığa çıkarmıştır. İstedikleri gibi takla atsınlar, bunu da artık değiştiremeyecekler. İnsanlar televizyonlardan ve onların gazetelerinden haber alınamayacağını öğrenmiş oldu. Öyle ki, “yıllarca Kürt illerinde olan biteni hep bunlardan dinlemişiz, pekala kandırılmış olabiliriz” diye düşünmeye başladılar. Gaz bombaları, çatışmalar, yaralanmalar ve ne yazık ki ölümlerle geçen bu günlerden sonra kanımca Türkiye artık daha huzurlu ve daha barışçıl bir ülkedir. Eminim ki, başlayan genel grev de bu yönde en önemli adımlardan biri olacaktır.

Son olarak söylemek istediklerin…

Karacaahmet Mezarlığı’nda hemen yol kenarında 68’in gençlik önderlerinden olan Harun Karadeniz’in mezar taşında Nazım Hikmet’in dizeleri yer alır. 20 yıldır oradan her geçtiğimde önünde durup baktım ve içimi çeşitli zamanlarda çeşitli duygular kapladı. Çok umutlu olduğum zamanlar da oldu, gözlerim dolarak umutsuzca hayıflandığım zamanlar da… Ölümünün 50.yılında Nazım Hikmet’in işte bu dizeleri aklımdan hiç çıkmıyor: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ ve bir orman gibi kardeşçesine…” İşte buna hiç bu kadar yakın olmamıştık.