Muhafazakarların ‘yeni anayasa’ önerileri: Ortada bir tartışma var mı?

Çeşitli örgütler “yeni anayasa” ile ilgili önerilerini TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e sunmaya devam ediyor. MÜSİAD, TUSKON, ÖNDER, Gazeteci ve Yazarlar Vakfı gibi muhafazakar kesimlerin önerilerinde, büyük bölümü zaten fiilayatta uygulanan benzer mevzular “talep” olarak sıralanıyor.

Çeşitli örgütlenmeler, meclisteki Anayasa Uzlaşma Alt Komisyonu’na “yeni anayasa” ilgili görüş ve önerilerini sunmaya devam ediyor. Son dönemde bu örgütler arasına katılan, Gülen cemaatine yakınlığıyla tanınan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, TUSKON, İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER) ve MÜSİAD gibi kuruluşlar da önerilerini yazılı hale getirerek sundular.

Dün Uludere’de 35 köylünün F-16’lar tarafından bombalanarak öldürülmesi olayı ile ilgili bir açıklama yayımlayan Fethullah Gülen’in mesajında da katliamı “ahengi baltalamak isteyen odakların” türlü provokasyonlarla “yeni anayasa hazırlıklarını ve açılımları” sabote etme çabası olarak değerlendirmesi dikkat çekmişti. Yine son dönemde özellikle Zaman ve Taraf gibi gazetelerdeki çeşitli köşe yazarlarının “yeni anayasa sürecinin hızlandırılması” taleplerini daha sık dile getirdikleri biliniyor.

Ortak bir çerçeve: Yerelcilik
İslamcı sermayenin temsilcileri ve muhafazakar örgütlerin “yeni anayasa” taleplerinin AKP hükümeti tarafından çeşitli biçimlerde savunulan ya da fiiliyatta zaten hayata geçirilmiş olan unsurlardan oluştuğunu söylemek mümkün. Taleplerin hükümet politikalarıyla paralelliği kadar, farklı örgütlerin taleplerinin birbirleriyle de uyumlu oldukları sunulan öneri ve taslaklar incelendiğinde açıkça görülüyor.

Örneğin Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (MÜSİAD) sunduğu “anayasa taslağı”nda incelendiğinde, anayasanın değiştirilemez hükümlerinin kaldırıldığı, devletin şekli ve niteliklerini tanımlayan birinci maddeye “üniter” ifadesinin eklenerek, “Türkiye Devleti, üniter bir Cumhuriyettir” denildiği görülüyor. Çalışmanın devamında ise yerel yönetimlerin özerkliğine vurgu yapılıyor. Gülen cemaatine yakın Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın (GYV) 6 maddelik anayasa önerileri arasında da “devletin federal değil, üniter olduğunun” açıkça vurgulanması gerektiği söylendikten sonra, idarenin yerellik ilkesine göre yapılandırılması gerektiğinin altı çiziliyor. Her iki örgütün de önerisinde, mahalli idarelerin mali güçlerinin artırılmasına karşılık gelen ifadeler yer alıyor.

Başka bir ifadeyle, AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana savunduğu “yerelcilik” anlayışı muhafazakar örgütlerin de yeni anayasa önerileri arasında bulunmakta...

“Din ve vicdan özgürlüğü”nden ne anlıyorlar?
MÜSİAD, TUSKON, GYV, ÖNDER gibi örgütlerin yeni anayasa önerilerinin en çok öne çıkan unsurlarından bir tanesi “devlet-din” ilişkilerini düzenleyen maddeler hakkında…

Örneğin MÜSİAD tarafından hazırlanan anayasa önergesinde “din ve vicdan özgürlüğü”nü taşıyan 16. maddenin 2. paragrafı ise şu şekilde:

“Anne ve babalar veya vasiler, kendi inançları doğrultusunda, çocuklarının yetişmesini istedikleri din ve ahlak eğitimine uygun bir tarzda aile içi yaşamı düzenleme hakkına sahiptir. Her çocuk, din ve inanç konusunda anne ve babasının veya vasisinin dileğine uygun olan bir dini eğitime ulaşma hakkından yararlanır bunun dışında bir din veya inanç eğitimi almaya zorlanamaz.”

Başka bir deyişle, MÜSİAD’ın anayasa önerisine göre ailelerin çocuklarını istedikleri cemaat veya tarikatın açtığı kuran kursuna gönderme “özgürlüğü”, çocukların ise bu kurslarda o tarikat veya cemaatin öğretilerine uygun bir dini formasyon kazanma “hakkı” bulunacak.

Maddenin bir sonraki paragrafı, din derslerinin ilk ve ortaöğretimde zorunlu olmaya devam etmesini savunurken bunu, örneğin Alevi vatandaşlarla dalga geçercesine, “dini hoşgörü ve farklı inançlara saygının yerleşmesi amacıyla” açıklıyor. Paragrafın devamında ise şu “özgürlük” tanınıyor: “Bunun dışında, ilk ve orta öğretim kurumlarında, belli bir din ve inanç eğitimi alma, kişinin kendisinin, küçüklerin ise kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.” Mevcut anayasada da aynen var olan bu cümle, çocuklarının din eğitimi almamasını isteyen ailelere herhangi bir özgürlük tanımadığı gibi, Aleviler gibi farklı inanç gruplarına karşı yapılan ayrımcılığı da gidermiyor.

Bir sonraki paragraf ise MÜSİAD’ın “din ve vicdan özgürlüğü”nden ne anladığını yoruma bırakmayacak kadar açık bir şekilde ortaya koyuyor:

“Din ve vicdan özgürlüğü, ibadet etme veya toplanma amacıyla gerekli yerleri kurma ve kullanma vakıf veya insancıl amaçlı kurumlar kurma ve bunları işletme dini araç ve gereçleri yapma, alma ve kullanma kılık ve kıyafetini inançlarına göre belirleme dini yayınlar yapma ve dağıtma uygun yerlerde eğitimini yapma bireylerden ve kurumlardan gönüllü mali yardım isteme ve alma dini önderleri yetiştirme, atama veya seçme dini günlere, bayramlara ve törenlere uygun davranma ulusal ve uluslararası düzeyde din ve inanç konularında bireyler ve topluluklarla iletişim kurma ve sürdürme hak ve özgürlüklerini de içerir.”

Yoruma gerek bırakmayacak kadar açık olan bu maddeyi içeren bir anayasa yapılacak olursa, örneğin ramazanda oruç tutmayanlara yönelik baskının “anayasal bir ödev” haline geleceği söylenebilir.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nı önerileri arasında da “zorunlu din dersi”, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konumu gibi “devlet-din” ilişkilerine dair hususlar tartışılıyor. Zorunlu din dersinin ötesinde bir de “uygulamalı din dersi” getirilmesini savunan öneride, uygulamalı din dersinin çocuğun mensup olduğu dine göre belirlenebileceği ifade ediliyor. Öneride şunlar söylenmiş:

“İlk ve ortaöğretimde çocuklara hangi dinin ve kültürün öğretileceği, uygulamalı din dersine katılıp katılmayacakları velilerin vereceği karara bağlıdır. Uygulamalı din dersine katılmayan çocuklar din kültürü ve ahlak bilgisi dersi alırlar. Bu derslerin içeriği toplumdaki farklı inançlar dikkate alınarak hazırlanır.”

GYV önerilerinde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın özerk hale getirilmesini de talep ediyor. Liberal köşe yazarı Eser Karakaş, Zaman’da GYV’nin önerilerine yazdığı methiye yazısında özerk hale getirilecek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın finansman yöntemlerinin de tartışılması gerektiğini ifade etmekteydi. Aslında özerk hale getirilecek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın nasıl finanse edilebileceği konusundaki yaklaşımın MÜSİAD’ın anayasa önerisinin yukarıda alıntılanan paragrafında bulunduğu söylenebilir.

TUSKON da önerilerinde din eğitimi konusunu atlamamış ve zorunlu din eğitimi ile yetinmeyip, din eğitimi verme hakkına da atıf yaparak, “Her birey dini, mezhebi veya inancı doğrultusunda eğitim alma ve verme hakkına sahip olmalı” demiş.

İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’nin (ÖNDER) önerilerinde de “dine ve inanca dayalı kılık ve kıyafetin her bakımdan bir hak olarak görülmesi” gerektiği vurgulanarak, “bu kıyafetler hayatın her safhasında serbest olmalı kamu görevlileri ve öğrenciler için kılık ve kıyafet uygulamaları, inançların gereğini yerine getirmeye engel olmayacak şekilde düzenlenmeli” deniliyor.

ÖNDER, din eğitimi ve öğretimi derslerinin ise “küçüklerin velisi, büyüklerin kendi isteğine bağlı olarak eğitimin her kademesinde verilmesi” gerektiğini savunuyor.

İdari yapının dönüşümünün anayasaya geçirilmesi talebi
Muhafazakar kurumların taleplerinde devletin AKP hükümetleri dönemindeki dönüşümünün anayasal hale getirilerek tamamlanması yönündeki talepler de birbirine paralel bir nitelik taşıyor. TUSKON tarafından yapılan önerilerde Genelkurmay Başkanlığı’nın Savunma Bakanlığı’na bağlanması, Jandarma Genel Komutanlığı’nın kaldırılarak iç güvenliğin tamamen polis teşkilatına bırakılması, askeri harcamaların Sayıştay denetimine açılması, askeri mahkemelerin kalkması ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın özerk olması talepleri göze çarpıyor. Paralel taleplerin MÜSİAD’ın önergesinde de savunulduğu, bunun yanı sıra Devlet Denetleme Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu’na önergede yer verilmediği dikkat çekiyor.

MÜSİA raporunda ayrıca yargının hiçbir surette yerindelik denetimi yapamayacağı vurgusu yapılıyor. Danıştay’ın yerindelik denetimi 12 Eylül 2010 referandumuyla zaten kaldırılmış, örneğin özelleştirmeler konusunda Danıştay’ın bu yetkiye dayanarak özelleştirme kararlarını iptal etmesinin önüne geçilmişti.

MÜSİAD’ın yaptığı anayasa önerisinde, özelleştirmecilik başlığında da vurguyu kuvvetlendirdiği görülüyor. 1999’da yapılan bir değişiklikle anayasaya sokulan özelleştirme başlığı, MÜSİAD’ın anayasa taslağına “mülkiyet hakkı” başlığını taşıyan 21. Maddenin 4. paragrafı olarak girmiş. Mevcut anayasaya 1999’da yapılan eklemelerde “özelleştirmeye ilişkin usul ve esaslar kanunlarla belirlenir” denilirken, MÜSİAD’ın taslağında “Devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıklar özelleştirilebilir bunlarca yürütülen yatırım ve hizmetler özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek veya tüzel kişilere yaptırılabilir veya devredilebilir” deniyor. Başka bir ifadeyle 1982’de anayasasında olmayan, 1999’da konularak “kanunla belirlenir” denilen özelleştirme maddesi, MÜSİAD önerisinde anayasada daha güçlü bir biçimde ifade edilen bir uygulamaya dönüşüyor.

Piyasacılığın hukuki dayanaklarını mevcut yasalar ve anayasadaki haline kıyasla daha da güçlendirmeyi hedeflediği anlaşılan İslamcı sermaye ve kanaat önderleri, AKP’nin zaten izlediği politikalar uyarınca bir anayasa yapmasına zemin sunmak çabası içinde görünüyor. Hukukun özelleştirilmesi anlamına gelen ve hali hazırda tartışılmakta olan bir konu da GYV üyesi ve Zaman yazarı Ali Bulaç tarafından şu şekilde dile getirilmekteydi: “Kişiler arası ihtilaflarda sivil hakemlerin çözüm ve kararları tanınmalı hakemin gücünü aşması veya taraflardan birinin muhalefeti durumunda ihtilaflar mahkemelere taşınmalı. Bu, adliyenin yükünü yarı yarıya azaltacaktır.”

İdari yapıdaki değişiklikler konusunda dikkat çeken bir başka öneri ise Milli Türk Talebe Birliği’nin (MTTB) anayasa raporunda geçiyor. MTTB’nin raporunda, “Yapılacak yeni anayasamızda yürütme yetkisinin doğrudan halkın seçtiği, güçlü bir başkana verilmesi ve yasama organını güçlendirecek, gerçek anlamda kuvvetler ayrılığının önünü açacak düzenlemeler yapılmalıdır” deniliyor.

Vatandaşlık tanımı ve ana dilde eğitim konusunda da birbirine ve siyasi iktidarın politikalarına paralel öneriler getiren İslamcı kesimler, “yeni anayasa” konusunda bir tartışma varmış gibi yaparak, mevcut rejimin meşruiyetini artırma gayreti içerisinde görünüyorlar.

(soL-Haber Merkezi)