İnsanlığa karşı yapılan iki operasyon

İnsanlığa karşı yapılan iki operasyonun da yıldönümünde suçlular hâlâ cezalandırılmadı. Daha da vahim olan ise o günlerde katliamlara kışkırtarak destek verenlerin bugün utanmadan demokrasi savunucusu kesilmesi…

19 Aralık 2000’de devletin tüm acımasızlığıyla hiçbir insanlık kuralını tanımadan yok etmek için girdiği cezaevlerinden geriye onlarca devrimcinin cesedi ve asla unutulmayacak bir vahşet kaldı. Operasyonun adı ise eşine edebiyat tarihinde bile az rastlanır cinsten bir ironiye örnek teşkil edecek şekilde seçilmişti: “Hayata dönüş!”

Bu büyük katliam Türkiye’nin ilerici kamuoyunun gönlünde hesap sorulacaklar hanesine yazılmış duruyorken, 10. yılında bu anıyı daha da can yakıcı hale getiren ise o günlerde ağızlarından salyalar saçarak “yok edin” çığlıkları atan, yazdıkları gazete köşelerinden operasyona alkış tutanların bugün utanmadan demokratçılık oynayıp, insan hakları savunucusu kesilmesi.

Ölüm saçtılar
Koğuş sisteminin yerine getirilmek istenen hücre uygulamasına karşı tutuklular, 20 Ekim 2000 tarihinde Terörle Mücadele Yasası'nın kaldırılmasını da içeren 19 maddelik talepleriyle süresiz açlık grevine başlamıştı. Bu açlık grevi 45. gününde ölüm orucuna dönüşmüştü. Bunun üzerine, 19–22 Aralık 2000 tarihleri arasında gerçekleştirilen ve Türkiye genelinde 20 cezaevine aynı anda başlatılan "Hayata Dönüş Operasyonu", ya da gerçek adıyla "19 Aralık Katliamı" çok kanlı sonuçlandı.

20 cezaevine yapılan operasyonlarda 28 tutuklu öldürüldü, 237 tutuklu da ağır şekilde yaralanarak hastanelik edildi. Operasyonlarda o kadar fazla ve kontrolsüz ateş edildi ki, 2 asker yine askerlerin silahlarından çıkan kurşunlarla ölürken, 6’sı da yaralandı.

Operasyon görünürde sadece cezaevlerine yapılmış gibi yansıtılsa da çok daha kapsamlı bir harekât yürütüldü. Aynı günlerde 18 dernek binası basıldı, 2’si kapatıldı. Operasyonu protesto eden 2145 kişi tutuklandı.

Katiller yine cezasız kaldı
Operasyon sırasında yaşanan ölüm ve yaralanmalara rağmen gerçek sorumlular hakkında hiçbir dava açılmazken, bazı güvenlik görevlileri hakkında açılan sembolik davalar ise ya zaman aşımından düşürüldü, ya da sürece yayılarak unutturuldu. Sonuç itibariyle 19 Aralık'ın sorumlularından hiç kimse cezalandırılmadı. Operasyonun ardından birçok kamu görevlisi hakkında açılan sembolik davaların tamamı zaman aşımına uğradı.

Gericisi, ”demokratı” hepsi alkış tutmuştu…
Operasyonun düzenlendiği günlerde öldürülen devrimcileri suçlayan, operasyonu haklı bulan, hatta alkış tutan gazeteler ve görsel medya bugün o günler adeta hiç yaşanmamış gibi yalan söylemeye ve suçu başka yerde aramaya çalışıyor.

Oysa insanlar diri diri yakılırken hem bugün demokrat kesilen muhafazakâr medya, hem de AKP’ye karşı görüntü veren medya kesimi katliamı desteklemiş, halkın gözünde suçluları masum göstermek için ellerinden geleni yapmışlardı.

Bugün ölçülü bir AKP karşıtlığı yürüten, gözden düşse de devletin has adamlarından biri olmaya devam eden dönemin Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök "Hükümetin bu operasyona verdiği, 'Hayata Dönüş' adı dün gerçek anlamını buldu" diye yazmış, Cüneyt Ülsever de "Cezaevi Operasyonlarında Hükümeti Destekliyorum" başlıklı yazısında operasyonda gösterilen “fedakârlık, sevk ve idare becerisi, dirayet” gibi sebeplerle İçişleri ve Adalet Bakanlığı’nı kutlamış, devletin varlığını hatırlattıkları için teşekkür etmişti.

Son yıllarda AKP karşısında Cumhuriyeti savunan ve halkçılık yapan Emin Çölaşan ise, tutuklu ve hükümlülerin hayatını kurtarmak için çırpınan aydınları ‘insan hakları soytarıları’ ilan etmiş, onları "vatan millet düşmanları" diye niteleyerek hedef göstermişti.

Yandaş medyanın ikiyüzlülüğü
AKP’nin Ergenekon operasyonu ile başlattığı “geçmişle hesaplaşmak, derin devleti tavsiye etmek” söylemlerinin en yılmaz savunucusu olan, darbecilik karşısında çok duyarlı kesilen Zaman Gazetesi ise o günlerde gerçek kimliğini konuşturmuş, sola ve solculara olan tüm kinini kusmuştu.

Operasyonu ölüm oruçlarıyla dalga geçer bir şekilde “Sahur Operasyonu” başlığıyla veren gazete operasyonun gerekli ve zorunlu olduğunu savunmuştu. Mahkûmların kendisini yaktığını da söyleyen gazete ortada bir suç olmadığını, güvenlik güçlerinin doğru müdahale ettiğini belirtmişti. Yazarlarından Tamer Korkmaz ve İlknur Çevik köşelerinde operasyonu açıktan desteklemiş ve geciktiğini yazmışlardı. Yine Zaman yazarı Ahmet Turan Alkan ise öldürenleri hiç suçlamadan öldürülenler üzerine bir analiz yapıp Marksist eylem literatüründe ölümü yüceltmekten bahseden birkaç yazı yazmıştı. Bu yazılar arşivlerdeki yerlerini hâlâ koruyorlar.

Yandaş basın son zamanlarda sık sık 80 darbesi ile ilgili programlar yayınlayıp kendince darbe karşıtlığı yaparken, o günlerde operasyondan verdiği canlı görüntülerle katliamı desteklemişti:

—Ümraniye’den bir askeri birliği donatacak kadar silah çıktı. (Kanal 7, 24 Aralık ana haber bülteni)

—Kendini yakan bir mahkûmun güvenlik görevlilerine saldırması üzerine, mahkûm öldürüldü. (Kanal 7 Muhabiri Ümraniye Cezaevi önünden bildiriyor)

—Operasyon büyük başarıyla tamamlandı. (Bir başka Kanal 7 muhabiri Bayrampaşa Hapishanesi’nin önünden bildiriyor)

Maraş’ta da canlar yakıldı
Tarihin kötü bir tesadüfü olarak yaklaşık 32 yıl önce aynı tarihte, 19 Aralık 1978’de Maraş’ta, bu sefer Aleviler hedef alındı. Maraş Katliamı, devlet destekli ülkücü çetelerin ve dinci-gericilerin düzenledikleri komplolar sonucu, resmi rakamlara göre 111, Alevi kaynaklarda dile getirildiğine göre ise 500'e yakın insanın yaşamını yitirdiği, binlercesinin yaralandığı ve kalıcı sakatlıklara uğradığı, kadınlara tecavüz edilip çocuklar ve yaşlıların öldürüldüğü insanlık dışı olaylarla tarihe kazındı.

Sosyalist hareketin Alevi yurttaşlar arasında ciddi anlamda destek görmesi sonucunda, toplumsal muhalefeti sindirmek hedefi de güdülen katliamın ardından sol içerikli dergiler kapatıldı.

Hem Alevileri hem de devrimcileri katlettiler
MİT, MHP, Genelkurmay tarafından tezgâhlanan oyun, 19 Aralık günü başladı. MHP üyesi ülkücüler, Sovyet karşıtı "Güneş Ne Zaman Doğacak" adlı filmi kente getirtti ve filmin gösterildiği Çiçek Sineması'nın bombalanmasıyla beraber, ülkücüler tarafından saldırıyı solcuların yaptığı söylentisi yayıldı. Oysa saldırının asıl faili, soyadı bugün Şendiller olan ülkücü Ökkeş Kenger idi. Patlamanın ardından sinemadan çıkanlar, ülkücüler tarafından kışkırtılarak, PTT ve CHP binalarına saldırmaları sağlandı.

20 Aralık günü, yoğun olarak Alevilerin yaşadığı bir mahalledeki kıraathaneye bombalı saldırı düzenlendi. 21 Aralık'ta da Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) üyesi iki solcu öğretmen okul çıkışında katledildi. Maraş Müftüsü, resmi araçla kent sokaklarında dolaşarak Alevilere karşı saldırıya geçilmesi yönünde kışkırtıcı çağrılar yaparken, çevre ilçe ve köylerden getirilen birtakım kişiler de cenaze alayına saldırdılar.

Alevilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelere giren ülkücüler yaralama olaylarına karışırken ev ve işyerlerine de saldırdılar. DİSK, TÖB-DER, POL-DER, CHP, TİKP ve Tekstil Sendikası binaları özellikle hedef gözetilen yerler arasındadır.

Katliamın asıl korkunç gelişmeleri 24 Aralık'ta, Alevilerin yaşadığı mahallelerde halka otomatik silahlarla saldırılması ile başladı. Önceden işaretlenen evlerde kadın, çocuk ve yaşlılar dahil pek çok insan kurşuna dizildi, onlarca kadın tecavüze uğradı, evler ve işyerleri ateşe verildi.

Peki, tüm bu olaylar yaşanırken dönemin Maraş Emniyet Müdürü kimdi dersiniz? Abdülkadir Aksu. Bugün demokratik açılım, Alevi çalıştayları gibi masallarla Alevilerin gözünü boyamaya çalışan AKP’nin en önde gelen isimlerinden ve eski İçişleri Bakanı.

Katliamcılar burada da bulunamadı!
Devletin yaptığı her katliam gibi bunun da failleri “bulunamadı”, göstermelik bir dava süreci işletildi ve yıllar içinde tüm yargılananlar serbest bırakıldı. Davanın bir numaralı sanığı Ökkeş Kenger de beraat ettirildi ve beraatının ardından Şendiller soyadını aldı. İlerleyen yıllarda da ANAP-BBP ittifakıyla Kahramanmaraş milletvekili seçilip, Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyeliğine getirildi.

Bugün AKP’nin propaganda aracı haline gelen TRT’de yayınlanan “Şahların Labirenti” isimli belgeselin Maraş Katliamından bahsedilen bölümüne, dönemin ülkü ocakları başkanı ve BBP'nin helikopter kazasında ölen Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte Ökkeş Şendiller de katılmış ve ikisi de "tanık" olarak adlandırılmıştı. İkili programda Maraş Katliamını, "aralarında Hrant Dink'in de bulunduğu komünist militanların gerçekleştirdiği"ni iddia etme cüreti sergileyebilmişlerdi.

TRT’nin de AKP’nin kontrolünde olduğu düşünüldüğünde yandaş basın bugün demokrat kılığına bürünse de hâlâ yaptığı programlarla katliamcıları korumaya, failleri “tanık” gibi göstererek aklamaya devam ediyor.

(soL –Haber Merkezi)