İlker Belek 'Türban savunusu özgürlük hareketi olarak görülemez'

Son dönemde yüz nakli ile yükselen Akdeniz Üniversitesi bir başka olgu ile daha yükselişte: Türban... Son iki yılda 10 öğretim görevlisi derse türbanla girmek isteyen öğrenciler hakkında tutanak tuttuğu için soruşturma ve maaştan para kesme cezasıyla karşılaştı.

Akdeniz Üniversitesi’nde iki türbanlı öğrenci hakkında tutanak tuttuğu için üzeri çizilen son öğretim üyesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı’ndan Doç. Dr. İlker Belek oldu. Türbanlı girişe izin vermediği için maaşı kesilen Belek, ‘Din, mezhep, cins ayrımcılığı’ yapmakla suçlanıyor.

Bu konu hakkında röportaj yaptığımız Belek önemli bir noktaya parmak basıyor: “Bu cezanın ardından tekrar türban konusunda soruşturma alırsam bu kez cezam memurluktan atılmaya kadar gidiyor. Yani bizlere bir nevi artık bu işlerden elini eteği çek deniyor.”

Hocam öncelikle süreci takip edemeyenler için yaşadığınız olayı kısaca özetler misiniz?
Okurlara sıkıcı gelebilecek bir özet olabilir, ancak konuyu açıklamanın başka da yolu yok gibi görünüyor.

Aslında üniversitemizde öğrencilerin türbanla kampüse ve derslere girmeye başlaması 2010 yılı eğitim yılının sonuna rastlıyor. Sanki tek bir merkezden direktif almış gibiydiler. Son derece koordineliydiler. Dekanlıkların ve rektörlüğün göz yummasıyla da rahatça hareket ettiler. İlk aylarda hocaların uyarıları üzerine derslere türbanla girmiyorlar ya da türbanlarını çıkarıyorlardı. Ancak kampus içinde rahat hareket ediyorlardı.

Benim yaşadığım olay ise 12 Eylül 2011 tarihli dördüncü sınıf halk sağlığı derslerinde oldu. Türbanla derslerime giren öğrencileri uyardım. Üniversitenin Giysi Yönergesi’ni okudum ve bu kıyafetle derslere giremeyeceklerini belirttim. Açıkça ve hatta saygısız diyebileceğim bir tarzda reddettiler. Dersten çıkmadılar.

Bu öğrenciler kaç kişiydi?
Toplam iki öğrenciydi. Ancak benim onlarla tartışmam sırasında araya giren ve arkadaşlarını savunur durumda olan birkaç öğrenci daha vardı. Sonradan iki türbanlı öğrenciyle birlikte sekiz öğrencinin Rektörlüğe şikayet dilekçesi verdiğini öğrendik.

Dersten çıkmayı reddettiler demiştiniz, sonra ne oldu?
Bunun üzerine kendilerine ilgili mevzuatı hatırlattım, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarından söz ettim. Bunların kendilerini ilgilendirmediğini söylediler. Türbanın tıp etiğiyle, Hipokrat yeminiyle bağdaşmadığını, türbanlı giyimin hekimin kendi dini ve hatta (Türkiye koşullarında) siyasi inanç ve düşüncelerini ifade etmesi anlamına geldiği için hekim hasta ilişkisini bozacağını, orta vadede türbanlı hastaların türbanlı hekime ve tersi yönelmesine bağlı olarak din zemininde şekillenen yeni bir tıp ortamı ortaya çıkacağını, tıp fakültesinde yalnızca bilgi kazandırmanın değil, aynı zamanda meslek etiğine uygun tutum ve davranışların benimsetilmesinin amaçlandığını belirttim.

Bu olay da bir kez daha gösterdi ki bu kesim kendi inançlarından başka hiçbir şeyi referans olarak kabul etmiyor.

Olaydan yaklaşık bir ay sonra hakkımda soruşturma açıldı. Öğrenciler birkaç gün içinde Rektörlüğe şikayet dilekçesi vermişler. Hemen hemen aynı günlerde Cumhurbaşkanına şikayet dilekçesi göndermişler. Cumhurbaşkanı YÖK’e, YÖK bu yazı üzerine Rektörlüğe yazmış. Rektörlük zaten soruşturma başlatmıştı. YÖK’ten gelen yazı soruşturma sürecinin ortasına denk geldi.

Yani, anlaşılan, soruşturmada iki kanal aynı anda işledi, öyle mi? Sonuçta ne ceza verildi?
Evet, iki kanalın işlediği söylenebilir. Bu süreçte tam bir hukuk ihlalinin gerçekleştirildiğini düşünüyorum. Çünkü YÖK, Rektörlüğe yazdığı yazıda, benim din, mezhep ve cins ayrımcılığı yaptığımı belirtiyor ve bu nedenle de kademe ilerlemesinin durdurulması cezasıyla cezalandırılmamı istiyor. Yani soruşturma sürerken, YÖK suçu ve cezayı soruşturmacı kuruma bildiriyor. Gerçekten de suçum ve cezam bu yazıda belirtildiği şekilde belirlenmiş oldu. Ancak geçmiş sicilimde herhangi başka bir ceza bulunmadığı için önerilen ceza ilgili yönetmelik gereği olarak bir kademe indirilerek 1/30 maaştan kesmeye çevrildi.

Buradaki önemli nokta şudur: Öğretim üyelerinin disiplin soruşturmasıyla ilgili yönetmelik, bundan sonra aynı suçun işlenmesi durumunda verilecek cezanın artırılacağını belirtiyor, o da kamu görevine son verilmesidir. Kısaca YÖK ve Rektörlük türban konusuyla “uğraşan” öğretim üyesinin üniversitede ve kamu görevinde yerinin olmayacağını açıklamış oluyor.

Suçun, din, mezhep, cins ayrımcılığı olarak belirlenmiş olması ilginç değil mi?
Bence konunun esas önemli noktası da burası. Benim türban ve tıp etiği bağlamında söylediklerim öğrenciler tarafından ayrımcılık kodlamasıyla şikayet ediliyor ve YÖK ile Rektörlük de aynı kanaatle bana ceza veriyorlar.

Bunun anlamı üniversitede dini simgeler konusunda herhangi bir şeyin ifade edilmesinin yasaklanmış olmasıdır. Bundan sonra kadının özgürleşmesi, tıp etiği gibi konularda düşünce ifade etmek epey zor olacak demektir.

Öte yandan, idarenin bu ilişkilendirmesiyle, hekimlerin kendi dini ve siyasi inanç ve düşünceleri zemininde hasta seçmelerinin de önü açılıyor. Önümüzdeki pekala tıp öğrencileri ve hekimler inançlarına aykırı olduğu gerekçesiyle, karşı cinsten hastaları muayene ve tedavi etme istemeyebilirler. Dini referanslarla hareket edenler açısından bu çok olağan görülebilir. Ancak böyle bir ortamda herkese eşit sağlık hizmeti sunmanın olanağının bulunmadığı da ortada. Nitekim hükümetin kürtaj konusunda hazırladığı yasanın taslağında, hekime inançları nedeniyle kürtaj yaptırmayı reddetme hakkının verilmiş olması da benim bu kaygı ve düşüncelerimin gayet objektif bir zemininin bulunduğunu gösteriyor. Tıp ortamına inançlar ve siyaset kural olarak dayatılıyor. Buna bütün tıp çevrelerinin karşı çıkması gerekir.

Geçtiğimiz eğitim öğretim döneminde YÖK başkanı, “Üniversitelere türbanlı giriş serbest olmuştur” şeklinde bir açıklama yaptı. Fakat bu kararın uygulandığı ve uygulanmadığı üniversiteler var. Anayasada bir öğrencinin derse nasıl gireceğine dair net bir açıklama yok mu?

YÖK Başkanı (ki eskisi oluyor) sizin sözünü ettiğiniz yazıyı İstanbul Üniversitesi’nde yaşanan benzer bir olay üzerine İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün kendilerine yazdığı yazıya cevaben yazmış ve öğretim üyelerinin türbanla derse, sınava giren öğrencilere herhangi bir şey yapmamalarını, yalnızca tutanak tutmalarını istemişti. Bu yazı üzerine, diğer üniversiteler, tamamen hukuksuz olarak bu yazıyı hukuksal bir dayanak olarak kullanıp, türbanı üniversitelerde serbest bıraktılar. Oysa YÖK’ün İstanbul Üniversitesi’ne gönderdiği yazı bir iç yazışmaydı.

YÖK Başkanlığının böyle bir yazı yazma hakkı yasal olarak bulunmuyordu, bu yazı daha sonra dava konusu oldu. Nitekim geçenlerde Antalya CHP milletvekili Gürkut Acar’ın Meclis’te verdiği bir soru önergesi üzerine Milli Eğitim Bakanı, YÖK’ün ve Bakanlığının türbanı serbestleştirecek bir karar ve yazısının bulunmadığını, eski YÖK başkanının yazdığı yazının yalnızca kendisini bağladığını belirtti.

Türkiye’de üniversitede türban konusunda neredeyse sayısız mahkeme kararı mevcut. Ancak bunlardan en yenisi 2008 yılında Anayasa Mahkemesi’nin kamuoyunda türban yasası diye bilinen yasayı iptal ederken verdiği karardır. Meclis’te kabul edilen bu yasada üniversite öğrencilerinin eğitimlerine türbanla devam edebilecekleri belirtiliyordu. Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeyi öncelikle Anayasa’nın laiklik maddesinin ihlali olarak değerlendirerek iptal etti. Sonra, kararında türbanlı öğrencilerin üniversiteye girişine izin verilmemesinin eğitim hakkının ihlali anlamına gelmeyeceğini özel olarak vurguladı. Bu yöndeki bir karar türbanlı bir öğrencinin AİHM’ne açtığı bir davaya ilişkin olarak AİHM’nin aldığı kararda da aynen mevcuttur. Türbanın üniversite eğitiminde engellenmesi eğitim hakkı ihlali değildir. Anayasa Mahkemesi bu kararı alırken tam tersi bir saptamada bulunmuştu. Mahkeme türbanla derse giren öğrencilerin, bir dini simge olan bu kıyafetleriyle, kendileri gibi düşünmeyen, inanmayan öğrenciler üzerinde, ister istemez baskı oluşturacaklarını belirtmişti.

Kısacası Anayasal düzeyde konu çok nettir ve halen Türkiye’de üniversite eğitimine türbanlı devam etmek hukuken yasaktır. Milli Eğitim Bakanının soru önergesine verdiği yanıt da zaten bunu kabul etmektedir. Bütün bunlar türban engelinin hukuken değil, ama, fiilen aşılmaya çalışıldığının da kanıtıdır.

Öte yandan, yukarıda da değindiğim gibi ben kendi özel olayımı yaşadığım tarihte Üniversite’nin kendi Öğrenci Giysi Yönergesi türbanı yasaklıyor ve türbanlı öğrencilerin derse alınmayacaklarını açıkça belirtiyordu. Açıkçası Rektörlük kendi hukukunu uygulamıyordu. Nitekim bu açığı kapatmak bakımından, 15 Eylül 2011 tarihinde (yani benim olayımdan üç gün sonra) özel bir Senato Kararı çıkararak Yönerge’deki o maddeyi çıkardılar.

Siyasi bilgisi zayıf olan vatandaş, “Öğrenci derse türbanlı girse ne olacak” şeklinde yorumluyor türban meselesini. Buna açıklık getirmek için aynı soruyu size soruyoruz: “Öğrenci derse türbanla girse ne olur?”

Bu sorunuza iki ayaklı olarak yanıt vereyim. Birincisi laiklik düzlemindedir. İkincisi ise tıp etiği düzlemindedir ve ki bundan yukarıda söz etmiştim. O nedenle laiklik bağlamına geçmeden önce yalnızca kısaca yeniden vurgulayayım: Hekim, hekimlik yaptığı ortamda kendi dini, siyasi, etnik düşüncesini, kimliğini açıklayamaz. Bunu yaparsa hastasına tıp ortamının gerektirdiğinin tamamen dışında mesaj göndermiş olur. Bu ortamın “tarafsızlığını” bozar. Hekim ve hastada etnik, dini, mezhepsel kriterlere göre tercih seçenekleri gelişmeye başlar. Bu benim düşüncemdir ve dikkate alınması gerektiğini düşünürüm. Ayrımcılığa yol vermemek kaygısıyla dile getirilmiş bu düşüncenin ayrımcılık olarak cezalandırılması bile benim, türbanın ayrımcılık ve hasta hakkı ihlali yaratacağı yönündeki saptamamda haklı olduğuma işaret eder.

Türkiye öyle bir ülke ki, burada başbakan İstanbul gibi bir metropolün bir özel üniversitesinde (üstelik adı Bilgi) düzenlenen bir konsere, üniversitenin rektörüyle görüşerek müdahale ederek, konser alanında içki satışının yasaklanmasını sağlayabiliyor.

Türban ve laiklik bağlamındaki düşüncelerim ise şöyle: Devletin laik karakteri insanlığın en önemli kazanımlarından birisidir ve bu kazanım Fransız Devrimi’nin armağanıdır. Yani dinin elinden, toplumu şekillendirme ve yönetme yetkisinin alınarak, dinin insan ile tanrısı arasındaki özel bir ilişki düzlemine sınırlandırılması.

Devlet, bütün inançların kendilerini rahatça ifade edebilmeleri adına laik olmak zorundadır. Devletin laikliği sarsıldığında, söz konusu toplumda hangi inanç sistemi güçlüyse, iktidara yakınsa o kendi yaşam kurallarını toplumsal kurallar olarak dayatmaya başlar.

Bunun önüne geçmek için kamusal alanda herhangi bir dini simgeye izin verilemez. Türbanla giyim bir özgürlük sorunu olarak ele alınamaz. Türban din kurallarının özgürlük adıyla topluma kabul ettirilmesinin ilk adımıydı.

Son zamanlarda, eğitim sistemindeki değişiklikler gibi çok değişik örnekler üzerinden Türkiye’nin dincileştirilmesi operasyonu daha geniş toplum kesimleri tarafından algılanıyor ve böyle bir operasyonun varlığı kabul ediliyor. Dediğim gibi bu operasyonun, ülkemizin dini kurallar çerçevesinde yeniden şekillendirilmesi niyetinin ilk açık örneği türbandı. Yalnızca türban değil, dini her tür simge devletin laikliğini tehdit eder ve bu simgeler ve bu yaşam tarzı toplumdaki diğer bireyler için de bağlayıcı kurallar olarak dayatılmaya başlanır.

Bu öğrenciler türbanlı girişlerine izin vermediğiniz için sizi Rektörlük ve Cumhurbaşkanlığına şikayet etmiş. Rektörlük maaşınızdan 1/30 para kesme cezası verdi. Bir şikayet üzerine maaştan para kesme cezası veriliyor. Hocam bu işler bu kadar kolay mı?

Aslında ben tamamen hukuku uygulamaya çalıştım ve tıp etiği bağlamındaki kimi kaygılarımı öğrencilerimle paylaştım. Uygulamaya çalıştım diyorum, çünkü sonuçta öğrenciler dersten çıkmadılar. Ben durumla ilgili tutanak tuttum, dekanlığa ilettim. Dekanlık bana dilekçemin Rektörlüğe iletildiğini açıkladı.

Rektörlük hukuku ihlal eden öğrenciye değil, hukuku uygulayan öğretim üyesine ve etikle ilişkili düşüncelerini açıkladı diye ceza verdi. Üstelik şikayetçi öğrenciler, yazılı ifadelerinde, benim kendilerine aktardığım, okuduğum hukuk metinlerini “kağıt parçası” ve “siyasi kararlar” olarak da nitelemişler.

Herkesin bildiği gibi Türkiye’de yeni bir düzen ve bu düzenin gereği olarak da yeni bir hukuk kuruluyor. Kamuculuk, halkçılık, laiklik gibi bütün kazanımlar, artık ne kadar var idiyseler, tümüyle çöpe atılıyor. Bu iş türban olayında olduğu gibi fiilen de gerçekleştirilebiliyor. Bu öğrenciler açıkça kendilerinin üzerindeki güç odaklarından güç ve cesaret alıyorlar. Sonuçta “biz yaptık oldu, bizim istediğimiz gibi olacak” deniyor. Bu tam bir faşizan gidişattır. Ses çıkaran sayısı az olduğunda böyle cezaları vermek kolay olur. “kağıt parçası” diye nitelenen evrensel, ilerici hukuktur.

Açıkçası türbanla özgürlük olmaz. Türban savunusu özgürlük hareketi olarak görülemez. Kadınla erkeğin ayrı normlar çerçevesinde yaşaması gerektiğini savunan bir simge, hareket özgürlükçü olarak nitelenebilir mi ?

Öğrencilerin sizi şikâyet etmesiyle başlayan süreçten bu güne kadar, bu konuda yalnız kaldığınızı düşünüyor musunuz?
Hayır. Öncelikle Akdeniz Üniversitesi Öğretim Elemanları Derneği sahip çıktı bana. Zaten Derneğin son iki yıldır konuyla aktif olarak ilgilendiği de herkes tarafından biliniyor. Eş zamanlı olarak Üniversite Konseyleri Derneği’nden destek geldi. Arkasından Türk Tabip Birliği desteğini açıkladı. Bunların dışında Üniversite içinde pek çok öğretim üyesinin benim düşüncelerimi paylaştığını ve destek verdiğini biliyorum. Bütün bu kurumlar ve Antalya’daki değişik kitle örgütleri ve siyasi çevreler önümüzdeki hafta açacağımız dava sırasında yanımızda olacaklar.

Sizin gibi türbanlı öğrenciyi derse almadığı için soruşturma geçiren kaç hoca var?
Son iki yıl içinde Akdeniz Üniversitesinde 10 kadar öğretim üyesine türban nedeniyle soruşturma açıldı. Benim bildiğim kadarıyla benden önce de bir öğretim üyesine maaştan kesme cezası verildi. Ancak yine bilebildiğim kadarıyla bu öğretim üyesi başka bir üniversiteye geçiş yaptı.

Siz ve sizin gibi türbanlı öğrencileri derse almayan hocalara karşı açılan bu soruşturma ve verilen cezalar yıldırma politikası mı? Siyasi bir tavır mı?

Doğru. Bu bana göre açıkça bir yıldırma politikasıdır. Bizim koyduğumuz kurallara ses çıkarmayacaksınız, yoksa sonunuz kötü olur demeye getiriyorlar. Aydınlanma mücadelesi sürecek.

Türban konusunda başlatılan soruşturmalar, hocaları yalnızlaştırıyor mu? Yani bu konuda ödün vermeyen hocalar bir nevi fişlenmiş mi oluyor?

Eğer, aydınlamanın, bilimselliğin gereğini yerine getiren hocalar, cezalandırıldıklarında yalnız bırakılırlarsa, bu soruşturma ve cezalar kendilerini yalnızlaştırır. Bu toplumsal bir mücadeledir. Yaşananları mücadele süreci ve o sürecin beklenen gelişmeleri olarak görüyorsanız yalnızlaşmasınız. Fişlenme olayı ise gerçek.

Bugün ülkemizde özelleştirmeci, piyasacı ve dış politika anlamında da işbirlikçi bir yapı değişik yapılarıyla iktidardadır. Bu yapıdan toplumun çok geniş bir çoğunluğu nesnel olarak zarar görüyor. İşçilerin toplu sözleşme ve kıdem tazminatı hakları ellerinden alınıyor. Kamu çalışanlarına grev ve toplu sözleşme hakkı tanınmıyor. HES’lerle, nükleer santrallerle çevre yok ediliyor. TOKİ denilen kuruluş sivil kurumların bütün uyarılana rağmen dere yataklarına toplu konutlar inşa ediyor. Kürtlere KCK denilerek, Kemalistlere Ergenekon denilerek saldırılıyor. Megalomanik bir dış politikayla ülke savaşa sürükleniyor. Kadınların yaşam hakkı, kürtaj ve sezaryen yasalarıyla ellerinden alıyor. Böyle bir ortamda üniversitenin dincileştirilmesine ve piyasalaştırılmasına karşı çıkan öğrencilerin ve öğretim üyelerinin başına bir şeyler gelmesinden daha doğal bir şey olamaz.

Burada çaba sarf etmemiz gereken nokta gerici iktidar bloğunun karşısına en geniş ölçekte tesis edilmiş bir mücadele cephesinin çıkarılabilmesidir. Bunun içinde sendikalar, meslek örgütleri, çevreciler, kadın örgütleri, gençlik, üniversite yapıları yer alacaktır. Bunun öncüsü eşitlik, özgürlük idealleriyle mücadele eden siyasi partiler olacaktır.

En küçük bir olanağı bile pas geçmeye hakkımız yok. Toplumsal yaşamın bütün noktalarında halk sınıfların örgütlülüğünü en ileri noktaya çıkaracak yönde çaba göstermemiz gerekiyor.

(soL - Haber Merkezi)