Hrant Dink'in katledilişinin 6. yılı...

Hrant Dink cinayetiyle birlikte, o kadar çok, o kadar büyük utançlar ortaya çıktı ki bu ülkede... Hrant'ı vuranlardan, ona sözde sahip çıkanlara, demokratlık oynarken Hrant'a yapılanı mazur görenlerden, demokratlık oynayanlara destek çıkmak için Hrant'ı bile satanlara, işte o utançlar!

- Trabzon’da McDonalds’ın bombalanması eyleminde bombayı hazırlayan Erhan Tuncel’in bir suçlunun kamuda çalışması suç olmasına rağmen “polis muhbiri” yapılması. Üstelik Tuncel’in McDonalds eyleminden o dönem ceza almaması.

- Dink’in vurulacağı, emniyete cinayet öncesi tam 17 defa ihbar edilmesine ve bu ihbarlardan birinde, Emniyet’e Ogün Samast'ın cinayeti işlemek üzere İstanbul'a geldiğini ve kendisinin arkadaşları tarafından karşılandığının dahi iletilmesine, hatta Samast, cinayetten iki gün önce teknik takibe alınmasına karşın cinayetin önlenmemesi.

- Cinayet ihbarı Trabzon'dan İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne de iletilmesi, ancak ismi "Emniyet'teki F-Tipi Yapılanma" başlıklı raporda yer alan İstanbul İsthbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer'in (İstihbarat Daire Başkanlığı C-Şubesi eski Müdürü) bu ihbarın gereğini yapmaması.

- Trabzon Terörle Şube Müdürü Yahya Öztürk’ün, cinayet öncesinde Yasin Hayal’e “Bu bayrak düştü. Ya Yasin kaldıracak ya Erhan kaldırır, bu görev sizin” demesi.

- Trabzon Valiliği’nin, cinayetten haberdar olmasına rağmen ihmalleri söz konusu olduğu için soruşturulmaları talep edilen polis ve jandarmalardan sadece jandarmaların soruşturulmalarına izin vermesi, polislerin soruşturulmasına ise izin vermemesi.

- Trabzon Jandarma Alay Komutanı Albay Ali Öz'ün kendisine iletilen olası suikast istihbaratının değerlendirilmesini engelleyip daha sonra Hrant Dink'i "hatırlamadığını" söylemesi.

- Yasin Hayal’in eski eniştesi Çoşkun İğci’nin cinayetten aylar önce Yasin Hayal’in planları konusunda Jandarma istihbaratına bilgi vermiş olmasına rağmen bu bilginin uzun süre gizlenmesi, Trabzon Jandarma görevlileri hakkında yürütülen soruşturmada sadece görevi ihmalden dava açılması.

- Taraf gazetesinin, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun incelemeleri sonucu oluşturduğu raporların jandarmayla ilgili kısımlarını yayınlayıp, polisle ilgili kısımlarına hiç yer vermemesi.

- Dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Reşat Altay’ın, 16 Mart 1978’de kendisinin İstanbul Üniversitesi’nin güvenliğinden sorumlu olduğu dönemde Eczacılık Fakültesi’nde 8 kişinin yaşamına mal olan bomba eyleminin örgütlenmesine karıştığı iddia edilen günden bu yana adının kontrgerillayla anılması.

- Dink cinayeti öncesi tüm hazırlıkların olduğu sırada Trabzon Emniyet Müdürü, cinayet sırasında ise Emniyet İstihbarat Daire Başkanı olan Ramazan Akyürek’in Trabzon’daki sicili, tam bir utanç kaynağı. Dönemin İstanbul Valisi Erol Çakır’ın siciline “Emniyetteki hizipleşme içinde irticai akımlara (Fethullah) yakın. Dikkat edilmeli” diye not düştüğü, yeni Türkiye’nin Fethullahçı Mehmet Ağar’ı olarak dikkat çeken Akyürek’in Trabzon Emniyet Müdürü olduğu sıralarda şu suçlar işlendi: 2004’te McDonalds bombalandı, aynı sene KTÜ öğretim üyesi Yard. Doç. Hicabi Cındık öldürüldü, 2005’te yine KTÜ’den Prof. Dr. Sadettin Güner ve üç yaşındaki oğlu çapraz ateşte öldürüldü, 2006’da Kürt işçilerin bulunduğu kahvehaneya molotof kokteylli saldırı oldu, ardından MHP binasına bomba kondu, TAYAD’lılar kentin ortasında linç edilmek istendi, ve son olarak emniyetin yasal teknik takibi altındayken 16 yaşında bir lise öğrencisi, Rahip Santoro’yu tabancayla vurarak öldürdü.

- Samast’ın Dink’i vurduğu yerin çevresini gören Akbank güvenlik kameralarına polis tarafından el konulması ve el konan kayıtların cinayet gününe ait önemli bir bölümü Emniyet birimlerinde yok edilmesi.

-Ogün Samast, cinayetten hemen önce, bir saatten fazla zamanını Agos’un bulunduğu Sebat Apartmanının yanındaki Şafak Sokaktaki İnternet Kafe’de geçirmiş ve birileriyle chat’leşmiş olmasına rağmen bilgisayarlar kayıtlarına halen ulaşılamaması.

- Güvenlik kamera kayıtlarında Samast’ın kaçtığı sokakta hemen arkasından onu izleyen ve uzaklaştığını gördükten sonra, sokağın köşesindeki inşaatın kapısından içeri girip kaybolan iki kişinin belirlenememesi.

- Cinayetten 1 saat 47 dakika sonra polis muhbiri Erhan Tuncel’le telefonda görüşen, daha önce Trabzon’da cinayet zamanında ise Bayburt’ta görevli emniyet istihbaratçısı Muhittin Zenit’in telefon görüşmesinden anlaşıldığı üzere, Dink suikastinin kim tarafından, ne kullanılarak nasıl yapılacağına kadar tüm ayrıntılarıyla Emniyet’çe bilinmesi.

- Aynı Zenit’in, bu telefon görüşmesinde Tuncel’e Hrant için “Koyum ...na, gebermişse gebermiş” sözlerini sarf etmesi.

- Aynı Zenit’in, cinayetle ilgili haber yapan hemen her kurum ve gazeteciye yüklü tazminat davaları açması.

- Eylemden sonra Trabzon’a dönerken Samsun’da yakalanan Ogün Samast’la hem polis, hem de jandarma görevlilerinin Türk bayrağı önünde hatıra fotoğrafı çektirmeleri.

- İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın, cinayetten 3 gün sonra basına verdiği demeçte “Dink cinayetinin herhangi bir siyasi boyutu ve örgüt bağlantısı yok, milliyetçi duygularla işlenmiş bir cinayettir” demesi.

- Hrant’ın öldürülmesini kimi sıradan insanların “Ermeni’ymiş” diyerek haklı görebilecekleri düşmanlık ortamının yaratılması, en başta “100 bin Ermeni kaçak çalışıyor, gerekirse kovarız” diyerek Ermeniler’e karşı bu hedef gösterme atmosferine en yetkili ağızdan Başbakan Erdoğan’ın katkı koyması.

- Hrant (ve birçok aydının) namlunun ucuna sürülmesine vesile olan 301’inci maddenin hâlâ yürürlükte olmasına katkıda bulunan tüm kesimlerin, cinayeti bir şekilde aklama yarışına girmesi. CHP’lilerin, “301’inci madde olmasaydı öldürülmeyecek miydi?” demeleri, “Avrupa’da da var” diye eklemeleri.

- Hrant 301’inci madde cinayetine kurban gitmişken, öldürüldüğünce 301’inci maddeden 6 ay hapis cezasına mahkûmken, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ilk yurtdışı gezisinde tüm dünyanın gözünün içine baka baka “Bu maddeden ceza almış kimse yok” yalanını söylemesi.

- Hrant’ın bir yazısında “Türk’ün kanı pistir, zehirlidir” dediği yalanını ortaya atılması.

- Ölümle tehdit edildiğinin bilinmesine rağmen devletin Hrant’ı korumak için hiçbir gerçek önlem almamış olması. Dahası, Hrant’ın Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğuna dair haberinden sonra makama çağrılarak İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör ve beraberindeki iki MİT mensubu tarafından ihtar edilmesi ve gözdağı verilmesi. Genelkurmay Başkanlığı’nın Hrant’a karşı sert bir açıklama yapması. Hrant’ın bunlardan sonra “Artık hedefteyim” demek zorunda kalması.

- Hrant’ın “Artık hedefteyim” demesinden iki gün sonra Agos Gazetesi önünde yapılan gösteride, Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Levent Temiz’in “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” açıklaması yapması, Temiz hakkında hiçbir işlem yapılmaması.

- Hrant öldürülmeden önce Kemal Kerinçsiz, Veli Küçük ve benzerlerince Hrant’a karşı yoğun ve kirli bir kampanya yürütmesi.

- Başta Erdoğan, AKP’li yetkililerin Hrant’ın korunmaması gerçeği karşısında “Koruma talep etmemiş ki” mazeretine sığınmaları, Samast’la hatıra fotoğrafı çektirilmesini “sululuk” diye geçiştirmeleri ama soruşturmalara bir türlü izin vermemeleri.

- İsmail Türüt ve Ozan Arif denilen şahsiyetlerin Hrant’ın ardından cinayeti ve katilleri öven bir şarkı yapmaları, doğru düzgün cezaya uğramamaları, şarkıya “yurtseverce ve kutlanması gereken davranış” sözleriyle İzmir Baro Başkanı Nevzat Erdemir’in sahip çıkması.

- Hrant Dink cinayetini işleyen Ogün Samast 20 yılla yargılanırken, cinayetle ilgili en kapsamlı gazeteciliği yapan ve birçok kritik ayrıntıyı ortaya çıkararak, çok sayıda ulusal ve uluslararası ödül kazanan gazeteci Nedim Şener’in 32.5 yılla yargılanması.

- Şener’in Dink cinayetinin çözülmesi çabalarına katkısı ortadayken, birtakım liberallerin “Hrant Dink Ödülleri” dağıtma kararı alması, ödül komitesinin başına Ali Bayramoğlu’nu getirmeleri, ve ödülü Şener yerine açık siyasi kaygılarla Taraf yazarı Alper Görmüş’e vermeleri.

- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görülen davada AKP hükümetinin Hrant Dink’i Hitler’e benzeten bir savunma sunması, savunmasında Hrant’ı neredeyse kendi cinayetinden dahi sorumlu tutması.

- Hükümetin bu savunmasını, önceden bilmelerine rağmen Cengiz Çandar ve benzeri liberallerin konuyu hiç gündeme getirmemiş, bununla ilgili tek satır yazmamış olmaları. AKP yandaşlıklarından dolayı liberallerin bu büyük rezalet dolayısıyla ağızlarından çıt çıkmaması. Kalkıp Hrant Dink Ödülleri komitesinin başına getirdikleri Ali Bayramoğlu’nun, bu skandal savunmadan sonra hükümeti değil haberi yapan gazeteci Kemal Göktaş’ı suçlayarak, “10 aydır Dink dosyasında duran AİHM’deki devlet savunması, nedense en kritik zamanda dosyadan çıkartılıyor ve basına veriliyor, bu yolla hükümet Dink cinayetinde tekrar hedefe konmaya çalışıyor” demesi.

- Vatan gazetesinin hükümetin AİHM savunmasına dair haberini manşetten verdiği günün ertesi günü haber tüm gazetelerde yer alıyorken, Taraf gazetesinin habere yer vermemesi. Ancak iki gün sonra, hükümet açıklaması dolayısıyla “AİHM Savunmasında Dink Ayarı” başlığıyla haberi duyurması. Haberde “Ankara’nın gönderdiği savunma hükümeti harekete geçirdi” denilerek, hükümetin avukatlarının hazırladığı savunma “Ankara”ya (her kimse? bürokrasi?) yüklenerek hükümetin aklanmaya çalışılması.

- Haberin verilmemesi gibi büyük bir skandalı Taraf gazetesi adına Alper Görmüş’ün, “Sorumlu arkadaşlarla görüştüm tahmin ettiğim gibi ‘amatörlük, telaş, disiplinsiz çalışma, yaz tatili kadrosuzluğu, v.b’den oluşan bir paketin azizliğine uğramışlardı ve sonuç onları da üzmüştü” gibi akılalmaz bir biçimde savunmaya kalkışması.

-Hrant Dink'in öldürülmesinden altı ay önce ceza aldığı "Türklüğe hakaret" davasında Dink'in ceza almasını savunan Hasan Erbil’in, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olması, Hrant’ı savunan Ömer Faruk Eminağaoğlu ise İstanbul'a sürülmesi.

-Hrant Dink hakkında "Türklüğü aşağıladığı" gerekçesiyle verilen kararı Yargıtay'da onaylayan 18 hâkimden biri olan Mehmet Nihat Ömeroğlu'nun Kamu Başdenetçisi seçilmesinin ardından, kararı veren hâkimlerden Muhittin Mıhçak’ında denetçi seçilmesi.

- İstanbul'da görev yaptığı dönemde resmi sicil dosyasında Fethullahçı olduğu yazan ve bu nedenle 100 üzerinden 35 not verilen tek polis şefi olan Hrant Dink davasında kilit öneme sahip isimlerden Ramazan Akyürek’in Emniyet’teki “önlenemez” yükselişinin sürmesi. Akyürek’in İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in yaptığı atama sonucunda, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanı olması.

-Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Hrant Dink cinayetine ilişkin Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığınca dönemin Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü ile İl Jandarma Komutanlığındaki bazı görevliler hakkında yürütülen soruşturmada verilen takipsizlik kararına yapılan itirazı reddederek cinayetin devlet içindeki sorumlularını korumaya devam etmesi.

-Hrant Dink'in katledilmesinin ardından yapılan ilk anma etkinliğinde polis kurşunuyla yaralanan Kemalettin Rıdvan Yalın'ın açtığı davada, duruşmaya hiç gelmeyen sanık polise iyi hal indirimi uygulanması.

-Cinayete ilişkin davada mahkemenin tüm sanıkları terör örgüt üyeliğinden beraat ettirerek ortada hiçbir örgütün olmadığına hükmetmesi. Davanın en önemli sanıklarından Erhan Tuncel’in Hrant Dink'in öldürülmesine ilişkin suçlamalardan beraat ettirilerek tahliye edilmesi.

-Cinayete ilişkin davada ‘terör örgütü yok’ kararı veren İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti Başkanı Rüstem Eryılmaz'ın kararı değerlendirirken, “Bu cinayetin birkaç simitçinin işi gibi basite indirgenmesine karşıyız. Bizce de basit bir cinayet değil. Azmettiren birileri olması gerekir ama deliller bu kadar” demesi.

-Dink davasının gerekçeli kararında, sanıkların belirli bir ideolojik görüş doğrultusunda cinayeti işledikleri kabul edilmesine ve devlet görevlilerinin açık yönlendirmesine rağmen örgüt suçunun oluşmadığının iddia edilmesi.

-TRT’de yayınlanan bir belgeselde Ökkeş Şendinler’in, Hrant Dink’i Maraş katliamının sorumlusu gibi göstermesi üzerine Şendiller ile TRT’ye verilen tazminat cezasının Yargıtay tarafından bozulması. Yargıtay’ın karara gerekçe olarak, yayının “doğruluk, tarafsızlık ve gerçeklik” ilkelerine uygun olduğunu göstermesi.

-Hrant Dink’in vurulduğu dakikalarda Ogün Samast'a yardım ettiği düşünülen kişilerin kimlik tespiti için GSM operatörlerine yapılan başvuruya, GMS operatörlerinin dalga geçer gibi yanıt vererek, "Hrant Dink'in öldürüldüğü saatlerde Şişli'de hiçbir telefon görüşmesi yapılmadı", "İstanbul'un en kalabalık ilçelerinden Şişli'de baz istasyonumuz yok"demesi.

-Hrant Dink’in arkadaşı olduğunu iddia eden Oral Çalışlar’ın davanın ardından yazdığı köşe yazısında Başbakan’ın, “Beni de öldürmek istiyorlar” sözlerini anımsadığını söyleyerek AKP’yi aklama derdine düşmesi. “AK Parti’yi, darbecilerle mücadele noktasında hep destekledi. Bu süreci, köklü bir demokrasi hesaplaşmasının parçası olarak değerlendiriyordu” diyerek Hrant Dink’i de kendi suçuna ortak etmeye çalışması.

-Nagehan Alçı isimli “gazeteci”nin, Odatv tutuklusu gazeteciler düzmece delillerle içeride tutulurken Hrant Dink'i Odatv'nin hedef gösterdiğini iddia etmesi. Ancak Odatv’nin, Hrant Dink'in öldürülmesinden 9 ay sonra yayına başlamış olması.

- Ülkedeki başka hemen hiçbir gündemde soldan bir konumlanış içerisine girmeyip, en ufak çaba göstermeyip, “vicdan” üzerinden Hrant’a sahip çıkarak solculuk yapılabileceğini zanneden insanların doğması, bu insanların kendilerinde solcuları eleştirme hakkı görmeleri.

Hrant’ı AKP’yi destekleme siyasetine malzeme yapmaya çalışan herkes, bu utancın büyük kısmını paylaşıyor.

Ülkede milliyetçi, ırkçı bir atmosferin oluşmasına en ufak katkıda bulunan herkes, bu utancı paylaşıyor.

Ülkesine büyük bir sevdayla bağlı olan Hrant’ın ve Hrant gibilerin, sokaklarda “güvercin ürkekliğinde” yürümek zorunda kalmalarını sağlayan Türkiye Cumhuriyeti devleti, utancın en büyük kısmını taşıyor.

(soL-Haber Merkezi)