Günaydın “Özgür ve Demokratik” Türkiye

Balyoz Operasyonu ile TSK, Türkiye siyasetinde belirleyici bir unsur olmaktan iyice uzaklaştırılırken, Türkiye'nin "özgür ve demokratik" bir ülke haline geleceği iddia ediliyor. Ancak “özgürlük” ve “demokrasi" AKP işi olunca...

Balyoz Operasyonu kapsamında son olarak 50 emekli ve muvazzaf subayın gözaltına alınmasıyla, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Türkiye siyasetinde belirleyici bir unsur olmaktan önemli ölçüde uzaklaştırıldığı gözlenirken, gelişmelerin gerçek bir “demokratikleşme” olarak okunması hayli zor.

TSK’nın “derdest” edilmesi yandaş medyada “demokrasinin zaferi” olarak sunulurken, işte AKP’nin “özgür ve demokratik” Türkiyesi'nden satırbaşları…

Tekel işçisine saldırı, tehdit, iftira
AKP’nin demokrasi ve özgürlük anlayışı, Ankara’da özlük haklarını talep etmek için eylem yapan binlerce Tekel işçisini kapsamıyor. İşçilerin haklarını almak için başlattıkları mücadeleden hayli rahatsız olan Erdoğan ve hükümeti, bir yandan işçileri 4-C ile “köleleştirmeyi” denerken, diğer yandan polis saldırısından, yalan ve çarpıtmaya kadar her türlü “demokrasi dışı” yöntemle işçileri yıldırmayı, halkı işçilere karşı kışkırtmayı deniyor.

Öte yandan, Tekel direnişine destek veren halka karşı da yaptırımlarda bulunulması dikkat çekiyor. Üniversitelerde Tekel işçileriyle dayanışan öğrenciler hakkında soruşturma başlatılırken, son olarak Tekel dayanışma mitinginden dönen İstanbul Pir Sultan Abdal Kültür Derneği üye ve yöneticilerini taşıyan otobüsü yolda durduran polisin otobüstekilere saldırıp darp ederek göz altına alması, emekçilere dönük tahammülsüzlüğün, düşmanlığa vardığını göz önüne seriyor.

“Açılım” balonu çabuk söndü
Kürt sorunu başlığında demokratikleşme yönünde adımlar atacağını açıklayan AKP hükümeti DTP’nin kapatılması sürecinde, “yargı yoluyla parti kapatılmasını” sadece kendisi için risk oluşturduğunda demokrasi dışı bulduğunu göstermiş oldu.

İzleyen süreçte KCK’ya dönük olduğu ifade edilen operasyonlarda DTP kadrolarının önemli kısmı gözaltına alınırken, belediye binalarından sendikalara kadar pek çok noktaya baskın düzenlenerek arama yapıldı.

Süreci protesto eden göstericilere, sert biçimde müdahale edilirken, yüzlerce çocuğun, “polise taş attığı” gerekçesiyle gözaltına alınması “sıradanlaştı”.

Son olarak, DTP’nin kapatılmasıyla onun yerini alan BDP hakkında da 1. Olağanüstü Kongresi'nin hemen ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldı.

Taş atmaya ceza var, ateş etmeye yok
Gösteriler sırasında güvenlik güçlerine taş atan çocukların Terörle Mücadele Yasası kapsamında yargılanarak ceza almaları, Türkiye’yi Avrupa’da insan hakları ihlalleri konusunda 1. sıraya yükseltti.

Son resmi verilere göre, Türkiye'deki cezaevlerinde halen 2 bin 622 çocuk bulunurken İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi'nin verilerine göre, Terörle Mücadele Yasası'nın yürürlüğe girmesinden bu yana 737 çocuk hakkında dava açılmış durumda.

2009 yılında Diyarbakır'da yargılanan 267 çocuktan 78'inin hapis cezasına çarptırıldığı görülürken, Savcılığın, 2009'un Kasım ayında, taş ve molotof kokteyli atmakla suçlanan 13-14 yaşlarında altı çocuk için 23'er hapis cezası talep ettiği biliniyor.

Öte yandan, geçtiğimiz günlerde Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK), tarafından alınan kararla, “bölgede” otomatik silahla ateş açarak ölüme sebebiyet vermek “cezasız” hale getirildi.

YCGK, Siirt’te askeri araca taş atan kitlenin üzerine otomatik silahla ateş açarak bir kişinin ölümüne sebep olan askerin serbest bırakılmasını kararlaştırdı. Kurul, gerekçe olarak “bölgenin özelliklerini” gösterdi.

Hrant Dink davasında Fettullahçılara “kayırma”
İçişleri Bakanlığı’nın, sürdürdüğü soruşturma sonucunda, Hrant Dink cinayetinde polislerin ihmali olmadığına karar vermesi, AKP’nin polis içindeki kadrolarını kollamada sınır tanımadığını ortaya koyuyor.

Hrant Dink cinayetinde her gün yeni ihmaller açığa çıkarken, cinayette "İhmal var' diyerek durumu kabul eden yetkililer sorumluları açığa çıkartmakta yavaş davranmaya devam ediyor. Suikastte ihmali kanıtlanan kişi ve kurumların da aklandığı görülüyor.

Son olarak, İçişleri Bakanlığı soruşturması sonucunda Hrant Dink cinayetinde ihmal ve sorumlulukları bulunduğu iddia edilen ve aralarında eski Trabzon İl Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek ile İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’in de bulunduğu 19 polis, ihmalde bulunmadıkları gerekçesiyle aklandı.

Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in cinayette ihmali görülen ve çoğu Fethullahçı olarak bilinen polisler hakkında soruşturma açılması için yaptığı başvuru dikkate alınmazken, Yasin Hayal'in avukatının cinayette polis parmağı olduğuna dair ihbarda bulunması üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu’nca bir rapor hazırlanmıştı. Bu raporda ortaya konulan “ihmal” iddiaları nedeniyle Başbakan Erdoğan’ın onayı ile İçişleri Bakanlığı müfettişleri 19 polis memuru hakkında soruşturma başlatmıştı. 9 Kasım 2009’da tamamlanan soruşturma sonucunda, Trabzon ve İstanbul Emniyetlerinde görevli toplam 19 polis hakkında işlem yapılmasına gerek olmadığı tespiti yapıldı.

Polis devletine doğru
AKP hükümeti eliyle Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu'nda yapılan değişiklikle, polisin istediğini durdurma, istediğine kimlik sorma, zor kullanma gibi uygulamalarının önü açılırken, polis şiddetinin ve "Dur ihtarlı" cinayetlerin de ardı arkası kesilmiyor.

Son 8 yıl içinde 30’dan fazla kişi polis tarafından sokak ortasında “dur emrine uymadığı” gerekçesiyle öldürülürken, polisin yoğun ve kontrolsüz gaz kullanımı nedeniyle de can kaybı yaşanmıştı.

Göstericilere müdahale sırasında göz yaşartıcı gazı “silah” olarak kullanan ve okul, hastane gibi kamu binalarını da hedef gözeterek vurmaktan kaçınmayan polisin, gösterilerde “plastik mermi” kullanması gündemde.

Plastik merminin, ölümcül olduğuna dikkat çeken uzmanlar, plastik mermiyle müdahalelerde yaralanma ve can kaybının çok daha önemli boyutlara erişebileceğini belirtiyor.

Polis devletinin bir diğer yansıması olan gözaltındaki ölümler açısından da AKP Türkiye’si hayli sorunlu görünüyor. Son olarak, gözaltındaki ölümü sonrası Bakan Şahin’in “özür dilediği” Engin Çeber'in ölümüyle ilgili idari soruşturmada İstanbul Emniyet Müdürlüğü 13 polis ile ilgili 'cezaya gerek olmadığı'na karar verdi.

Üniversiteler AKP kadrolarına emanet
Üniversitelerde kadrolaşma konusunda önemli ölçüde yol alan AKP hükümeti, özelikle Cumhurbaşkanı Gül’ün, Rektörlük seçimlerine müdahalesi sayesinde, üniversite içi atamalarda da elini rahatlatmış bulunuyor. Bölüm başkanlarının istenildiği gibi değiştirilmesi bir yana, bir bölümün neredeyse tüm hocalarının görevine son verilmesini de içerebilen uygulamaların en belirgin örneklerinden biri Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yaşanıyor.

Gül tarafından göreve getirilen rektörün, “kendisi ile uyumlu çalışacak profesör bulamadığı” gerekçesiyle dekanlık koltuğunun aylarca boş bırakılabildiği gözlenirken, kadrolaşmanın öne çıktığı üniversitelerde öğrencilerin de baskı altında tutulduğu gözleniyor.

Örneğin YTÜ yönetimi, metrobüs zamlarını protesto eden öğrenciler hakkında soruşturma başlatırken, kampüste eylem yapan öğrencilere müdahale etmesi için çevik kuvvetten destek istemişti.

40’a yakın tutuklu gazeteci
AKP hükümetinin en sorunlu başlıklarından birini basın özgürlüğü oluştururken, basın üzerindeki baskının önemli ölçüde, gazetecilerin Terörle Mücadele Yasası kapsamında yargılanmasından kaynaklandığı belirtiliyor. AKP hükümetinin özellikle internet gazeteciliğine dönük baskısı dikkat çekerken, çok sayıda yasaklı site bulunduğu, 40’a yakın gazetecinin göz altında olduğu bildiriliyor.

Kültür sanat da yasaklı
AKP’nin bilim, kültür ve sanata müdahalesi kendini en çok çeşitli kentlerde heykellere açtığı savaşlarla gösteriyor. Müdahaleler bununla sınırlı kalmıyor. Geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Diyarbakır’da, daha önce hakkında açılmış bir dava olduğu gerekçesiyle, mahkemenin aksi yönde kararı olmasına rağmen, Nihat Behram’ın “Darağacında Üç Fidan” adlı kitabı toplatıldı. Richard Dawkins’in “Tanrı Yanılgısı” adlı kitabı da dinlere hakaret ettiği gerekçesiyle yargılandı. Yazar Nedim Gürsel’e “Allahın Kızları” adlı kitabı yüzünden soruşturma açıldı.

Karabük’te enerji konulu bir panelde konuşan yazar Latife Tekin ve Karadeniz Sahil Otobanı yüzünden sahille bağı kesilen ve zor yaşam koşullarıyla karşı karşıya kalan Doğu Karadeniz insanını anlatan “Son Kumsal” filminin yönetmenleri Aydın Kudu ve Rüya Arzu Köksal AKP’li başkanlarının hışmına uğradı. Erdoğan’ın üslubundan nasiplenen belediye başkanları, AKP’nin tahammülsüzlüğünü açık bir biçimde sergilediler.

Başta yargı dinlenmeyen yok…
AKP hükümeti döneminde başta yargı mensupları olmak üzere, sıradan vatandaş dahil kimsenin özel yaşam haklarının korunurluğu kalmadı.
11 bin yargı mensubunun yaklaşık yarısı hakkında “şikayet” bulunduğunu belirten Adalet Bakanı, bunlardan yüzde 46’sının “dinlendiğini” açıklamıştı.

Öte yandan, en geniş kapsamlı dinleme skandalı, Hürriyet Gazetesi’nin haberiyle ortaya çıkmış, 27 Ocak 2009 günü Ankara Kızılay’ın tamamına dönük genel bir dinleme kararı alındığı ve 25 baz istasyonundan alınan verilere dayalı olarak şüpheli - şüphesiz ayrımı yapılmadan binlerce kişinin telefon konuşmalarının dökümü savcılığa verildiği anlaşılmıştı.

(soL-Haber Merkezi)