Gladio'nun Türkiye'deki macerası (4) : Türkiye örneği

soL gazetesinden Onur Emre Yağan'ın Gladio tipi yapılanmalar ile ilgili uzun yıllar çalışma yapmış ve NATO’nun gizli örgütlenmelerini Türkiye’de ve dünyada nasıl kullandığını anlattığı yazıları yayımlanmış Dr. Ataman Aksöyek ile yaptığı söyleşinin 4. bölümünü yayımlıyoruz


ONLAR HİÇBİR KOŞULDA ANLATMAYACAKLAR

Biraz önce Türkiye için de önemli olduğunu söylediğiniz birinden bahsetmiştiniz...
Evet, karanlık işler için, doğal olarak uygun karanlık kişiliklere gerek duyuluyordu. Nazizm dönemi kalıntısı General Gehlen bu tiplerden biridir. Harp sonrası Alman İstihbarat Servisini kuran kişi General Gehlen’dir.
Başta ünlü MİT başkanı Fuat Doğu olmak üzere pek çok Türk istihbaratçısı da bu adam tarafından yetiştirilmiştir. Gehlen’in Türk istihbaratının şekillenmesinde etkin rolü olmuştur. Türkiye’deki “stay behind” örgütlenmesinin doğrudan orduya değil, Milli İstihbarat ve kullanılan aşırı sağcı kuruluşlarla yürütülmesi tercihinde de onun rolü olduğunu düşünüyorum. Ancak bunu söylerken Milli İstihbaratın uzun yıllar ordu kontrolünde olduğunun da gözden kaçırılmaması gerekiyor. Bilindiği gibi, Türk İstihbarat teşkilatının başlangıcı ordu mensupları ile oldu. 1927 yılında “Milli Emniyet Hizmeti” ile başlayan ve bugün MİT’le devam eden süreçte 1927-1992 arasında, Sönmez Köksal’a dek kuruluşun başında bir asker bulunmuş, kadrolarda ağırlık askerlerde olmuştur. Sadece 1957-1960, 1961-1962 yılları arasında ve daha sonra kuruluşun başına bir sivil geldi.

Yani her yerde ve her dönem devletleri de içine alan büyük bir planın parçaları mı uygulanıyor?

Başından söylediğim gibi. Bunlar her ülkede, ülke içinde kendi işlerini de gören, ulusal bir yapılanma gösteriyorlardı. Ama, tümü 1944’lerde başlatılmış, NATO’nun kuruluşuyla sağlamlaştırılmış, CIA’in ve ilgili tüm ülkelerde devlet ve ordu içindeki unsurların, onların da ötesinde aşırı sağcı ve faşist örgütlerin dahil edildiği tek bir konseptin parçalarıdır. NATO’nun bu gizli orduları, önceleri NATO dışında olmasına rağmen İspanya ve Portekiz’de, hâttâ NATO üyesi olmayan Finlandiya, İsviçre gibi Avrupa’nın hemen her ülkesinde kurulmuştur.

Gladio tipi örgütlenmeleri araştıran birçok kişinin ulaştığı noktaya geliyoruz. İşin başında NATO var.

Dediğim gibi, 1990 yılında İtalya Başbakanı Andreotti bir açıklama yaptı. Gladio ile NATO bağlantısını, darbeleri, cinayetleri, işkenceleri ve diğer operasyonları anlattığı bu açıklama, o tarihte 16 ülkenin üye olduğu dünyanın en büyük askeri ittifakına bomba gibi düştü. NATO tam bir şaşkınlık içindeydi. Kuruluşun merkezi sözcüsü Jean Marcotta 5 Kasım günü, “NATO’nun askeri bir kuruluş olduğunu ve sadece askeri sorunlarla, üyelerinin sınırlarını savunmakla ilgilendiğini, gerilla örgütlenmesi ile ilgilenmediğini, gizli operasyonlar yapmadığını” açıkladı. Bu açıklamanın hemen ertesi günü bir başka basın sözcüsü, “Bir gün evvelki gibi bir açıklama yapmanın yanlış olduğunu, NATO’nun askeri eylemlerinin ‘askeri sırlar’ olduğunu ve açıklanamayacağını” söyledi. Aynı sırada bir başka sözcü de “NATO’nun stay behind ve Gladio üzerine hiçbir bilgisi bulunmadığını, söylentilerin gerçekle ilişkisi olmadığını” söylemeye çalışıyordu. Bu kakafoni uluslararası basın tarafından şiddetle eleştirildi.
7 Kasım tarihinde dönemin NATO Genel Sekreteri Manfred Wörner üye ülkelerin NATO daimi delegesi Büyükelçilerini SHAPE’te kapalı bir toplantıya çağırdı. Reuters Ajansı’nın 15 Kasım tarihli haberine göre, Wörner Büyükelçilerden özet olarak “Hiçbir açıklama yapmamalarını, sürdürülmekte olan araştırmanın sonunu beklemelerini” istemiş. Genel Sekreter sonuç olarak söylenenleri reddetmiyordu. Bu toplantının içeriğinin haberleri değişik ülkelerin basınına yansıdı. O dönemin basın mensubu dostlarım ise Türkiye basınında böyle bir yansımayı hatırlamıyorlar. Halbuki, bu toplantıya o dönemde Türkiye’nin NATO daimi temsilcisi olan Büyükelçi Ünal Ünsal’ın da katılmış olması lazım. Stay behind oluşumunu bilmesi gerektiğini düşündüğüm bu emekli Büyükelçi konuşabilse ne kadar iyi olurdu. Keşke mümkün olsaydı da iki kez Türkiye’nin NATO nezrindeki Büyükelçisi olan Tugay Özçeri de anlatabilseydi. O da eski NATO Genel Sekreteri Lord Carrington’un sekreterliğini yapmış bir hariciyecidir ve bu konuları bilmemesi olası değildir. MİT sorumlularına gelince... Hiç umutlanmamak gerek, onlar hiçbir koşulda anlatmayacaklardır.

TÜRKİYE DE NATO ÜYESİ OLARAK BU SİSTEMİN İÇİNDE OLDUĞUNA GÖRE...

Konuyla ilgili araştırma yapanların vurguladığı ortak nokta buydu. Tepe örgütüne, yani NATO’ya üye ülkelerin haber alma kuruluşlarıyla devamlı ilişki içinde olduğu gerçeğiydi. Bugüne dek edinilen bilgilerin tümünü birleştirdiğimizde ortaya çıkan bütün bir resim var. O da şundan ibaret: Avrupa çapında, “komünizmle mücadele” başlığı altında kurulmuş, NATO’nun yönettiği, çok çeşitli kaynaklardan beslenen merkezi bir sistem vardı. Genellikle askeri ve sivil haber alma teşkilatları, ya birlikte ya da ayrı ayrı, ülkedeki açık veya gizli aşırı sağ örgütleri de işin içine katarak böylesi gizli ordular oluşturuyor ve bunları yönlendiriyorlardı. Bu çerçevede örgütlenmiş yöresel gizli ordular iç işlerinde ve yaptıklarında serbesttiler. Ülkedeki hakim güçler, bu gizli orduları kendi çıkarları için de kullanıyorlardı. Süreç içinde, korunduklarını bildiklerinden, bu kuruluşlar kendi projelerini de devreye sokuyorlardı. Kimi karmaşık durumlarda başka haber alma kuruluşları, polis falan da devreye giriyor, durum kontrol edilemez hale geliyordu. Türkiye’de de olan biten bundan ibarettir kanısındayım.

Konuşmayı bitirirken ekleyeceğiniz bir şey var mı?

Sağlık sorunları nedeniyle uzun süre oturup çalışamıyorum, hareket olanaklarım da çok sınırlı. Söyleşiyi gerçekleştirebilmem için az olan vaktinden benim içim zaman ayırarak notlarını, eski yazılarımı toplayan ve hazırlayan, beni yüreklendiren kadim dostum Fuat Hendek’e candan teşekkür ediyorum. Onun yardımı olmasaydı bu söyleşiyi yapamazdım.

YENİ TABELAYLA ÇALIŞMALARINI SÜRDÜRÜYORLAR


Geçmiş zaman dili kullandınız. Yani, bu gizli ordular artık dağıtıldı mı?

Böyle bir şey söylemedim. Ancak, bu ana dek sadece geçmişten söz ettik. Bu konuda kesin bir şey söylemek benim için güç. Bir şey söyleyecekseniz bunu belgelere dayandırmanız lazım. Artık günümüzde ne bir sosyalist sistem var, ne Varşova Paktı. Komünist hareketlerin de hakim sistem açısından tehlike yaratacak güçte olmadığını görüyoruz. Dolayısıyla bu gizli orduların savaş sonrası yüklendikleri görevler gündemde ağırlık taşımıyor. Ancak, yukarıda tarifini yaptığımız bir kuruluşun olduğunu, var olan yapıların tümünün lağvedilerek ortadan kaldırıldığını düşünemiyorum.
Behice Boran’ın bir sözü vardı. Yunus balığını sınıflamaya kalktığınız zaman palamuttan ziyade kedi ile akrabadır. Stay behind için de düşünürsek sol, sosyalist ve özellikle komünistlere karşı kurulmuş olan bir kuruluşa artık gerek yoktur. Aynı ilkeden bakarsanız NATO’nun da işini tamamlamış, piyasadan kaldırılmış olması gerekir. Ama duruyor. Kendine yeni bir görev tarifi ve çalışma alanı çizdi. Devam ediyor. İpliği pazara çıkan istihbarat kuruluşları tabela değiştirerek işe devam ederler. Stay behind’ın da gelecek yeni görevler için şimdilik uykuya yatmış olduğunu veya yeni tabelası altında çalışmalarını sürdürdüğünü düşünmek bana daha mantıklı geliyor.
Ulusal kollar için de yani şekil ve yapılarla, elde kalan mirası kullanarak icra-i sanat ettiğini düşünebiliriz.