Fatih Yaşlı yazdı: Suriye’ye tuzak, ABD ve AKP’ye suni teneffüs

"Emperyalizm Cenevre’ye elleri güçlü bir şekilde gitmek için bu hamleyi yapmıştır üstelik bunu yapmasının nedeni muhtemelen hem Rusya’nın hem de Suriye’nin elinde, -örneğin kimyasal saldırıların rejimin değil muhaliflerin işi olduğuna dair- son derece güçlü kozlar olmasıdır."

Fatih Yaşlı - soL
“Canlı yayınlanan ilk savaş” olan Birinci Körfez Savaşı, yani Irak’a yönelik ABD saldırısı, CNN’i “küresel bir marka” haline getirmişti 1990’ların başında. Berlin Duvarı, Sovyetler Birliği ve reel sosyalizm çökerken Baba Bush tarafından yeni dünya düzeni ilan ediliyor, gece görüşlü kameralar aracılığıyla bir halkın başına yağdırılan bombaları kola-patlamış mısır eşliğinde izliyordu insanlık. Kapitalizmin zafer sarhoşluğunu felsefi bir sosa bulayıp “tarihin sonu” adı altında dünyaya pazarlamak ise Francis Fukuyama adlı beşinci sınıf bir siyaset bilimciye düşecekti hal böyleyken.

Savaş sürerken, “gösteri toplumu”nda savaş yalanlarıyla medya arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğunu mükemmel bir şekilde sembolize eden bir görüntü dolanmaya başlandı ekranlarda. Saddam’ın havaya uçurduğu petrol tesislerinden denize dökülen petrole bulanmış, kurtulmak için çırpınan bir karabatak kuşunun görüntüleriydi bunlar ve televizyonlarının başındaki milyonlarca insan o kuş vesilesiyle Saddam’ın ne kadar zalim bir diktatör olduğuna ve devrilmesi gerektiğine ikna edilmişti. Çok sonradan, o görüntülerin Irak’tan değil Alaska’dan olduğu ortaya çıkmıştı ama dünya Irak halkının tepesine milyonlarca ton bomba yağdırılmasının gerekliliğine ikna edilmişti bir kere o görüntüleri izlediğinde.

Benzer bir yalan ikinci Körfez savaşı sırasında, bu sefer doğrudan bir siyasetçinin, Colin Powell’ın ağzından dile getirildi. Saddam Hüseyin’in elinde kimyasal silahlar vardı ve üstelik Saddam, 11 Eylül saldırılarını gerçekleştiren El Kaide’ye yardım ve yataklık etmekteydi. Dolayısıyla insanlığı böyle büyük bir tehlikeden kurtarmak için yaklaşık on yıl aradan sonra tekrar saldırıp Irak’ı bir kez daha yerle bir etmek gerekiyordu.

Yalanlar ve Suriye
Tüm bu yalanların katbekat büyüğüne ve süreklileşmiş haline yaklaşık üç yıldır Suriye’de tanıklık ediyoruz. Hak ihlalleri, demokrasi savaşçısı muhalifler, kitleler halinde öldürülen insanlar, kimyasal saldırılar… Bunların hepsi tüm dünyada ama özellikle Suriye’deki rejimi değiştirmeye ant içmiş AKP Türkiye’sinde muazzam bir propaganda aracılığıyla ve Suriye’ye yönelik emperyalist bir saldırıyı gerçekleştirmek adına dolaşıma sokuldu gazetelerden, dergilerden, televizyon ekranlarından evlere sızdırıldı, insanların akıllarının iğdiş edilmesi adına kullanıldı.

Peki bu yalan üretim fabrikasının çalışmaları bir sonuç verdi mi, ortaya bir ürün konabildi mi? Eğer amaç Suriye’ye yönelik bir askeri operasyon ise bu sorunun yanıtının açık bir şekilde hayır olduğunu biliyoruz. Suriye halkı direndi İran ve Rusya, kendi jeopolitik kaygıları adına da olsa Suriye’ye destek verdiler ve Irak ya da Afganistan benzeri bir felaketin Suriye’de yaşanması önlendi. Emperyalizmin Suriye planları bozuldu ve Cenevre bir kez daha kaçınılmaz hale geldi.
İşte Cenevre’ye sadece iki gün kalmışken, daha öncekilere benzeyen ama uygulanış itibariyle belki de ilk kez tanıklık edilen bir gösteri konuldu yürürlüğe ve adeta tarihi bir ana, “emperyalist bir müdahaleye” tanıklık ettik beraberce: Dünya tarihinde ilk kez farklı ülkelerden televizyon kanalları, aynı anda canlı ve bir tür ortak yayına geçerek, Suriye’de işlenen savaş suçlarına dair bir raporu ve işkence fotoğraflarını, yani “kanıtları” dünyaya ulaştırmaya başladılar. Bundan önceki bütün emperyalist saldırılarda her zaman kirli bir rol oynamış CNN bir kez daha devreye girmiş ve en iyi bildiği şeyi yapar olmuştu.

Anadolu Ajansı’nın Suriye ile ilgili tarihi belgeler açıklayacağını duyurduğu anda ilk aklıma geleni Twitter’a şöyle yazmıştım: “Sicili bozuk AA'nın, Suriye konusunda "güvenilir" bir belge açıklaması imkânsız. Cenevre'de elini güçlendirmek için ABD mi verdi acaba?” Saat 21.00 olduğunda sorumun yanıtı da geldi, üstelik yanılmamıştım. Ortada en başından beri Suriye düşmanlığında sınır tanımayan Katar, ABD ve İngiltere yapımı ucuz bir film vardı ve an itibariyle vizyona sokulmuştu. En başından beri taşeronluğa hevesli Yeni-Osmanlı ise tam da kendi taht kavgalarıyla boğuştuğu bir konjonktürde, söz konusu rapor ve fotoğraflara mal bulmuş mağribi gibi sarılmıştı. Üstelik öylesine sarılmıştı ki, ne Gezi’de canlı yayın yaptığı için dış mihrak ilan edilen CNN’le ortak yayın yapmayı ne yine Gezi’de düşman ilan edilen Amanpour’un yayını sunmasını, ne de daha dün “bizi devirmek istiyorlar” dediklerinin tezgâhın gerisinde olmasını dert etmişti yeni-Osmanlı’nın kapıkulları.

Yeni-Osmanlı’ya Suni Teneffüs
Görüntüler, her şeyden önce yeni-Osmanlı’nın Suriye’de batağa saplanan ve herkes tarafından eleştirilen politikasını aklamaya hizmet etmek için mükemmel bir araçtı. İşte kanıtlanmıştı, “diktatör Esed” insanları cezaevlerine dolduruyor ve işkenceyle katlediyordu. Tabi ki kendi halkına böylesine zulmeden bir katile karşı, tüm dünya bundan vazgeçse bile onurlu bir duruş sergilenecek, bunun bedeli bunca zamandır süren “değerli yalnızlık” olsa da, bu duruşun ne kadar haklı olduğunu nihayet tüm dünya anlayacaktı.

Ancak sadece bu değil ortaya çıkan görüntüler Suriye’deki muhaliflere silah da dâhil her türlü yardımı yapmanın bir insanlık görevi olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyordu. Başbakanımız “o TIR’lara benden izin almadan dokunamazsınız” derken haklıydı, MİT o TIR’ları aratmazken haklıydı, Hüseyin Çelik “o TIR’larda ne olduğu kimseyi ilgilendirmez” derken haklıydı. İktidar, bir insanlık görevini -üstelik tüm dünyayı karşısına alma pahasına- yerine getirmekte ve böylelikle tüm dünyaya bir ders vermekte, Batı’nın ikiyüzlülüğünü teşhir etmekteydi. Dolayısıyla artık kimse çıkıp “ o TIR’larda ne var” diye sormasındı.
Ve son olarak, söz konusu görüntüler, AKP ile Cemaat arasındaki kavgada AKP açısından müthiş bir koz anlamına gelecekti. Cemaat, “El Kaide’ye silah gönderen terör destekçisi iktidar” algısını iç ve uluslararası kamuoyuna yerleştirmeye çalışadursun, Batı kamuoyu en azından bir süre AKP’yi bu konuda sıkıştıramayacak, Erdoğan’ın Brüksel’de bulunduğu bir zaman dilimine denk gelmesi itibariyle de AB karşısında elini kısmen de olsa rahatlatacaktı.

Ne işe Yarar?
Bu görüntüler gerçek midir? İç savaş yaşayan, emperyalist bir kuşatma altında var olma mücadelesi veren, binlerce Cihatçı katilin ortalıkta dolaştığı ve şiddetin saltanat sürdüğü bir ülkede böyle şeylerin yaşanmayacağını iddia etmek mümkün değildir. Lakin “işkenceyle öldürülen on bir bin kişi ve onlara ait elli beş bin fotoğraf” da, tüm bunların Cenevre’den iki gün önce, Katar, ABD ve İngiltere tarafından küresel ölçekte dolaşıma sokulması da buram buram komplo kokmaktadır. Aynı gün içerisinde ABD’nin baskısıyla BM’nin İran’a sunduğu Cenevre davetini geri çekmesi ve muhaliflerin son anda Cenevre’ye gitme kararı alması ise komployu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Cihatçı katillerin insanların kafasını kesip ciğerini yediği biliniyorken, Türkiye’de de örneklerine bolca rastlanan NATO’cu hümanistlerin bu görüntüler üzerinden artık unutmaya başladıkları alışkanlıklarını tekrar hatırlayarak uluslararası müdahale çağrısı yapmaları gibi bir alçaklık ise kabul edilemez bir şekilde karşımızda durmaktadır.

Sonuç olarak, tüm bunların bu saatten sonra bir işe yaramayacağını söylemek şüphesiz ki kehanette bulunmak anlamına gelmeyecektir. Bunca yaşanan gelişmeden sonra Suriye’ye askeri operasyon da, Esad’ın devrilmesi de, hem emperyalizm hem de yeni-Osmanlı için bir hayalden ibarettir artık. Emperyalizm Cenevre’ye elleri güçlü bir şekilde gitmek için bu hamleyi yapmıştır üstelik bunu yapmasının nedeni muhtemelen hem Rusya’nın hem de Suriye’nin elinde, -örneğin kimyasal saldırıların rejimin değil muhaliflerin işi olduğuna dair- son derece güçlü kozlar olmasıdır. Muhtemelen görüşmelerde Esad’ın bir kez daha devlet başkanlığına aday olmaması masaya konacaktır ama bunda başarılı olunamayacaktır.

Erdoğan ve AKP için ise bu en fazla geçici bir soluklanma anı olabilir. Unutulmamalıdır ki ABD ve emperyalizm bugün Cenevre’ye eli bu kadar zayıf gidiyorsa bunda en büyük rol Erdoğan ve Davutoğlu’nun ihtiras yüklü stratejik derinliklerinindir. Söz konusu ihtirasın yarattığı sonuçlar, Batı nezdinde başka birçok şeyle birlikte zaten çoktan not edilmiştir ve er ya da geç ödenmesi gereken bir bedel olarak Erdoğan’ın karşısına çıkarılacaktır.