Erdoğan neden sürekli Obama'ya sarılıyor: Diplomasi bir sağırlar diyaloğu mu?

Muhafazakar, bilindiği kadarıyla heteroseksüel ve tek kelime İngilizce konuşamayan bir adam neden Amerikan Başkanı'na sürekli sarılır? Bu “baba kompleksinin” mi, yoksa efendi-köle diyalektiğinin mi yansıması?

Alper Birdal/Yiğit Günay (soL Gazetesi)

Dün ağız birliği ederek “mutabakat” manşetleri atan gazeteler, Obama'yla Erdoğan'ın basın toplantısını izlediler mi? Yoksa “bu halk biz ne dersek ona inanır” varsayımı mıydı o manşetleri attıran?

Tayyip Erdoğan'ı Ahmet Davutoğlu'na sarılırken hiç gördünüz mü? Ya da Bülent Arınç'a, Suudi Kralı Abdullah'a, Katar Emiri Hamad bin Halifa'ya?

Hayır... En azından kamuoyu önünde kucaklaştıklarını, sarmaş dolaş poz verdiklerini görmedik.

Peki, “van minüt” dışında tek kelime İngilizce bilmeyen, heteroseksüel bir adam neden ABD Başkanı'yla kameralar önünde bu kadar sık kucaklaşıyor?

Google'a Erdoğan ve Obama isimlerini yazın ve görsellerde aratın. Birbirlerine sarıldıkları, birbirleriyle neredeyse burun buruna karşılıklı bakıştıkları sürüyle fotoğraf göreceksiniz. Bir de Obama'nın beyzbol sopasıyla telefonda verdiği pozu tabi...

Son ziyaretinde bunu o kadar abarttılar ki, bazı haber siteleri zat-ı muhteremlerin birbirlerini yansıtan jest ve mimiklerini, sarmaş dolaş, bol sırıtışlı görüntülerini foto-haber bile yaptı. Kuşkusuz egemen basın bunu bir propaganda olarak gördüğünden, “bakın ne kadar da yakınlar birbirlerine” mesajından olumlu bir anlam çıkarttığı için “haberleştirdi”.

Türkiye'de ABD'nin ve ABD başkanlarının halk nezdinde pek de popüler olduğu söylenemez oysa ki. Hele de AKP'nin ABD çıkarlarına uyumlu Suriye politikası bomba, silah, kan ve gözyaşı olarak dönüp Türkiye halkını vuruyorken, Amerikan Başkanı hatrına kurban kesenlerin sayısının çok fazla olduğunu söylenemez.

Ama Erdoğan sarılıyor, sırıtıyor, Obama kollarını kavuşturduğunda o da kollarını kavuşturuyor, bacak bacak üstüne attığında o da atıyor... Bu fotoğrafları gören bir psikoloğun yapacağı yorumlar az çok belli. Hayır, söz konusu olan “baba kompleksi” değil. Burada bir şeyh-mürit ilişkisinin ya da efendi-köle diyalektiğinin izlerini aramak gerek.

MUTABAKAT MI, NEREDE?
Diplomasi bir sağırlar diyaloğu mu diye sorduk başlığımızda. Kapitalist devletlerin “diplomasi” diye adlandırdıkları etkinliğin bir sürü ritüeli, kendine ait, anlaşılması zor bir dili olduğu doğru. Ama diplomasi dediğimiz etkinlik, en nihayetinde bir dizi gerçek, somut politik sonuç doğuruyor. Yani bütün o tuhaf, kendine özgü, yabancı ritüelin, kavramın, jestin arkasında somut politikalar, mesajlar, sonuçlar var.

Peki, Erdoğan'ın Obama'yla görüşmesinin sonucu ne?

Bizim yandaş ve de türdeş medyamıza bakacak olursak sonuç “mutabakat” oldu. “Erdoğan ve Obama, Esad'ın gitmesi konusunda mutabık kaldılar.” Böyle yazdılar büyük bir hevesle. Ve gözümüzün içine baka baka, “siz bu diplomasi işlerinden analamazsınız, bu görüşmeden bu sonuç çıktı” dediler. Nedeni de şu: ABD Başkanı, Beyaz Saray'ın Gül Bahçesi'nde yapılan basın toplantısında “ikimiz de Esad'ın gitmesi gerektiği konusunda mutabıkız” dedi.

38 dakika süren o basın toplantısına Türkiye'den bir sürü gazeteci katıldı. Katılmayanlar da televizyonlardan, internetten izledi. Gerçekten izlediler mi, yoksa hepsi sağır oldu da dudak mı okudular?

Obama'nın Gül Bahçesi'nde şunlar oldu oysa: Muhteremlerin yaklaşık beşer dakika süren konuşmalarının ardından gazetecilerin sorularına geçildi. İlk soruyu bir ABD'li gazeteci Obama'ya sordu. Soru, ABD gelirler idaresi hakkındaydı. Erdoğan'a sorusuysa İsrail'le ilişkilerin durumu ve Gazze'ye gidip gitmeyeceği hakkında... Başka bir ABD'li gazeteci de Obama'ya Adalet Bakanlığı, Associated Press sızıntıları ve Bingazi saldırısını sordu. Erdoğan'a da şunu: “ABD Suriye konusunda adım atmadığı takdirde, Reyhanlı'daki patlama konusunda siz ne yapacaksınız?”

Dahası da var. Amerikan haber kanalları basın toplantısını canlı yayınladılar. Ancak Erdoğan'ın konuştuğu bölümlerde stüdyoya dönüp, Obama'nın iç politika hakkında söyledikleri üzerine analizler yaptılar. Öyle tek bir kanalın işgüzarlığı da değildi üstelik bu...

Hadi, bunları ABD'lilerin burnu büyüklüğüne bağlayalım. Ama toplantıda soru soran Türkiye'den iki muhabir gayet önemli konulara parmak bastılar. Birisi “yanınızda Suriye'de kimyasal silah kullanıldığı iddialarıyla ilgili bir şey getirdiniz mi” dedi Erdoğan'a. Aldığı yanıt, özetle “bu bilgileri zaten paylaşıyoruz” oldu. Aynı muhabir Obama'ya “Esad'ın gitmesi için bir şey yapacak mısınız” dedi. Obama da cevabına kimyasal silah iddialarından girdi ve ABD'nin son haftalarda yineleyip durduğu tezi bir kez daha tekrar etti: “Kimyasal silah kullanıldığına ilişkin elimizde kanıtlar mevcut. Ama bu konuda daha fazla istihbarata ihtiyaç var.” Sonra da devam etti: “Bundan bağımsız olarak orada binlerce insan öldü. Zaten bu nedenle Suriye'deki durum konusunda uluslararası baskıyı artırmak gerek. Bütün uluslararası toplumu harekete geçirmek gerekiyor. Başbakan Erdoğan da dahil hiçkimsenin ABD'nin Suriye'ye tek taraflı ve doğrudan müdahale etmesini savunduğunu sanmıyorum.”

Daha sonra Türkiye'den bir başka muhabir, Obama'ya bir kez daha sordu: “Esad gitmeli dediniz. Peki, nasıl ve ne zaman gidecek?” Belki de ana haber bültenine spotluk cümle koparmak istiyordu Obama'nın ağzından. Alamadı. ABD Başkanı, Cenevre'de yapılacak uluslararası konferansa işaret etti bir kez daha ve “muhaliflere yardım etmeyi sürdüreceğiz” dedi yalnızca.

Ancak dün sabah yandaş ve türdeş gazetelerin manşetlerini “mutabakat” sözcüğü süslüyordu. Bir de Erdoğan ve Obama'nın sarmaş dolaş fotoğrafları.

RUSYA DA MUTABIK MI?
Suriye Başbakan Yardımcısı Kadri Cemil, geçtiğimiz hafta Russia Today'in Arapça kanalına mülakat verdi. Cemil'in üzerine basa basa vurguladığı mesaj şuydu: ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov arasındaki görüşme Suriye konusunda bir dönüm noktası olabilir.

Cemil ne kastediyordu?

Lavrov-Kerry görüşmesinden çıkan en önemli karar, Cenevre'de Suriye yönetimi ve “muhaliflerin” temsilcilerinin de katıldığı bir uluslararası konferans yapılmasıydı. Bu konfeans geçen yıl Haziran ayında yine Cenevre'de yapılan toplantının yeni sürümü olacak aslında. İlk sürümden çıkan sonuç, Suriye'deki durumun uluslararası alandaki tarafları açısından uzlaştırıcı değil, ayrıştırıcı oldu. Toplantıdan bir geçiş hükümeti kurulması ve bu hükümetin mevcut yönetimden, muhaliflerden ve diğer gruplardan temsilciler içerebileceği kararı çıktı. Batı, bu kararı Esad'ın derhal yönetimi terk etmesi ve yeni bir yönetim kurulması şeklinde yorumladı. Konferansın “Esad sonrası hükümetin yolunu açtığını” söyleyen dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, bildiride dile getirilen ortak rıza testini elindeki kanla asla geçemeyeceğinden gitmek zorunda” olduğunu savundu. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise konferanstan çıkan sonucun Suriye'deki siyasi süreci belirlemediğini, zaten Rusya ve Çin'in Cenevre Konferası'na gelirken, konferans sonucunun siyasi süreci belirlememesini şart koştuğunu dile getirdi. Lavrov, Suriye'nin kendi siyasi çözümünü bulması ve uluslararası toplantıların buna yardımcı olması gerektiğini savundu. Dolayısıyla Rusya ve Çin, Cenevre'den “Esad gitmeli” sonucunun çıkartılamayacağının altını çizdi.

Cenevre Konferansı'nın ilk sürümünden “başarı” çıkmadı denilebilir dolayısıyla. O halde neden Suriye Başbakan Yardımcısı Kadri Cemil, Suriye'deki durum her açıdan daha da karmaşık bir hal almışken ikinci konferansa giden süreci önemsediklerini söyledi?
Cenevre'nin en önemli sonucu “mutabakat” değil, tarafların zaman kazanması ve kendi pozisyonlarını güçlendirmeleri oldu. Tarafların ikinci Cenevre Konferansı'na da “mutabakat” beklentisiyle gittiği söylenemez. Zira Batı, ilk konferansın üzerinden geçen yaklaşık bir yılda Cenevre'de savunduğu politika doğrultusunda birçok adım attı Rusya ve Çin de taviz vermeyecekleri yönünde aynısını yaptılar.

Örneğin Batı, “muhalefet” diye adlandırdığı Müslüman Kardeşler merkezli çapulcu takımını, silahlı çetelerle siyasi angajmanı daha açık hale getiren yeni bir şemsiye altında, Suriye Ulusal Koalisyonu'nda topladı. Altından yine sürpriz yumurtadan çıkarcasına, Muaz el Hatib ve Gassan Hitto gibi Müslüman Kardeşler'in çıktığı bu takıma bir de hükümet kurdurdu. Yani Batı, Cenevre'nin ikinci sürümünden bir kez daha “geçiş hükümeti için mutabakat” diyecek olursa, kendi açtığı şemsiyeyi yırtıp atmış olacak.

Bu konferans ABD ve müttefikleri açısından ne işe yarayacak öyleyse?

İşte bu noktada dizimizin önceki yazılarında anlattığımız çerçeveye dönüyoruz. Cenevre Konferansı tarafların kendi siyasi pozisyonlarını güçlendirmek için zaman kazanmalarına yarayacak. Rus Dışişleri, bir yandan konferansa işaret edip, “uluslararası toplum” söylevleri atarken, diğer yandan Suriye'ye S300 füzeleri vermekten vazgeçmeyeceği gibi mesajlar veriyor.

ABD tarafındaysa bu süreç, her türlü masayı devirip Şam seferine çıkmaya niyetli Katar-Türkiye hizbine ve onun “muhalifler” içindeki etkinliğine gem vurmayı beraberinde getirecek. Ve gemlenemedikleri ölçüde, “geri bas” mesajı patlayan bombalarla verilecek. Çünkü bu kanlı, emperyal “diplomasi” bir sağırlar diyaloğu değil aslında. Tam aksine bu, kulakları sağır eden bomba gürültüleriyle yürüyen bir diplomasi.

- BİTTİ -

Reyhanlı'nın arka planı -1: Büyük Birader'in yaramaz oyuncuları

Reyhanlı'nın arka planı -2 / Somali'den Reyhanlı'ya uzanan mesaj