El-Ezher'de buluşanlar

YÖK’ün yaptığı yönetmelik değişikliğiyle şeriat eğitimi veren üniversitelerin diplomalarına denklik vermesi, El-Ezher Üniversitesi’ni gündeme getirmişti. Şeriat eğitimi veren üniversiteden, AKP’li milletvekili dahi çıkmıştı.

Dün soL’un manşetten verdiği haberle, “Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği”nde sessiz sedasız yapılan bir değişikliği gündeme getirmiştik. Önceki yönetmeliğe göre çok az değişiklik olması, eskisinin tamamen kaldırılıp yerine çok benzer yeni bir yönetmelik getirilmesinin sebebini ortaya koyuyordu: Yapılan “ufak” değişiklik, şeriat eğitimi veren üniversitelerden alınan diplomaların Türkiye’de tanınmasını sağlıyor.

Şeriat eğitimi veren üniversite denince, Türkiye’de akla Mısır’daki El-Ezher üniversitesi geliyor. Nitekim, Türkiye’deki El-Ezher mezunları ve mensupları derneği Ezder’in internet sitesinde de yönetmelik değişikliği, flaş haber olarak verilmiş.

Akla El-Ezher’in gelmesinin sebebi, sadece TRT 7’nin başına getirilen Sefer Turan’ın buradan mezun olması tartışması değil. Bu üniversitenin Türkiye’de daha uzun bir geçmişi var. Bu geçmişi daha iyi anlamak ve AKP’nin bu meselede yıllardır uğraşmakta olduğunu hatırlatmak adına, haftalık soL dergisinin 19 Aralık 2003 tarihli 210’uncu sayısında yer alan “El-Ezher’de buluşanlar” başlıklı yazıyı okurlarımızla paylaşıyoruz.

El-Ezher’de buluşanlar

15 ve 20 Kasım tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen ve 58 kişinin ölümüne, 712 kişinin de yaralanmasına yol açan bombalı saldırıların ardından Suriye polisi, imzalanan Adana mutabakatı çerçevesinde, Türkiye’ye, istediği beş kişiden biri olan Hilmi Tuğluoğlu ve eşi ile birlikte yirmi medrese öğrencisini teslim etti. Tuğluoğlu çifti Suriye’deki bir medresede hocalık yapıyor, bir yandan da örgüt üyelerine Arapçayı ve İnternet aracılığıyla güvenli haberleşmenin yollarını öğretiyordu. Diğer yirmi kişi ise Mısır’daki ünlü şeriat üniversitesi El-Ezher’e bağlı Fethul İslam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okuyorlardı.

(…)

Suriye’den getirilen yirmi öğrencinin okuduğu fakültenin de bağlı olduğu Mısır’ın başkenti Kahire’deki El-Ezher Üniversitesi dünyadaki en eski ve en çok talep gören medrese. İlginin ve talebin üzerinde yoğunlaşmasının nedeni ise ne hacimce büyüklüğü ne de eskiliği dünyadaki İslamcı terör ve hareketlerin teorilerinin üretim merkezi olması.

Kahire’nin geniş varoşları ve Mısır’daki uygun zemin ile İslami hareketlere yön veren El-Ezher’in şeyhlerinin yetiştirdiği öğrencilerin bir kısmı ülkelerine geri dönerken bir kısmı da dünyanın çeşitli yerlerinde süregiden cihada katılıyorlar. İslami terör ve cihat kelimeleri bir araya gelince denklemin tamamlanması için bir unsur daha gerekiyor o da tabii ki ABD.

Her taşın altında ABD’yi arıyorsunuz, demeye niyetlenenler varsa, biraz daha sabır!
Çünkü bu sefer denkleme ABD’yi biz değil, tam da atıf yaptığımız İslamcılar sokuyor. El-Ezher’in ders programına “Batı Kültürünün Yanlış Anlaşılması” dersinin eklenmesinin ABD’nin talimatıyla olduğunu söyleyen Ebu Yusuf, El-Ezher’i Kahire’deki ikinci Amerikan üniversitesi olarak nitelendiriyor. Birincisinin adı zaten Kahire Amerikan Üniversitesi.

Türkiye’de ise El-Ezherli olmak neredeyse bir ayrıcalık! Sayılarının 15 bini bulduğunu iddia eden El-Ezherliler dernekler, birlikler kuruyor, İnternet’te siteler açıyor. El-Ezher mezunu Mustafa Eyiceoğlu, AKP’den Mersin milletvekili olarak 3 Kasım seçimlerinde Meclise giriyor, Başbakanlık’ta memur olarak çalışan başka bir El- Ezherli, Hüsnü Özer, altı kademe birden atlatılarak, Başbakanlığın MİT ve Genelkurmay’la yaptığı yazışmaların da bulunduğu, Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı’na, başkan olarak atanıyor.

Hüsnü Özer’in El-Ezher mezunu olduğunun ortaya çıkması ise oldukça ilginç. Gazeteciler Özer’in El-Ezherli olduğunu tespit edip kendisine soruyorlar. O da önce, “Hüsnü Özer diye bir adam var piyasada, ben o adam yüzünden 3-4 defa mahkemeye gidip ifade verdim” diyor. Daha sonra durumu belgeleriyle ispatlanınca kabul ediyor. Atama kağıdına ise mezun olduğu fakültenin gerçek adı olan “Şeriat Hukuku Fakültesi” yerine, sadece “Hukuk Fakültesi” yazdırıyor. Sonunda o da yalan çıkıyor ve Hüsnü Özer -şimdilik- El-Ezher İlahiyat Fakültesi Tefsir bölümü mezunu olarak kalıyor.

El-Ezher’i Türkiye’de gündeme getiren bir başka olay da YÖK’ün buradan alınan diplomaların denkliğini iptal etmesiydi. YÖK’ün 1997 yılında El-Ezher’den alınan diplomaların bir ön lisans diploması olarak sayılmasına karar vermesiyle başlayan süreç, diploması iptal edilenlerin öğretmenlikten alınmasıyla sonuçlandı. Ancak iktidarının ilk günlerinde çıkarmaya çalıştıkları öğrenci affına El-Ezherlilerin denklik problemini de sıkıştırmayı unutmayan AKP hükümeti, sürecin kolay kolay sona ermeyeceğini de gösterdi.

YÖK’ün denklikleri iptal ederken El-Ezher’i Atatürkçü eğitim vermekle suçlamasını bir yana bırakırsak, önemli bir nokta daha vardı: El-Ezher okula gitmeden de diploma veriyor. Cuma Deniz, toplam dokuz ay Mısır’da kalarak dört yıllık diploma alıyor. Erol Bayraktar da eğitime her sene önemli uzunluklarda gecikmelerle başlıyor, ancak diploma almakta zorlanmıyor.

Bu kadarla da kalmıyor! Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma ile Türkiye’de lise bitirmeyenlerin para ile El-Ezher’e kayıt oldukları ve daha sonra Türkiye’deki üniversitelerin ilahiyat fakültelerine geçiş yaptıkları belirleniyor.

Türkiye’siz olmaz!
ABD, NATO ve İslami terör ve hareketlerin adlarının geçtiği bir emperyalist senaryo elbette Türkiye’siz olmaz. Türkiye’nin bu senaryodaki yeri de Hizbullah ve “ülkücü”lersiz dolmaz.

İstanbul’da patlayan bombalarda adı geçenlerden -en azından bir kısmının- Hizbullah ile bağlantısı, yine aynı kişilerin defalarca Pakistan’a gitmeleri, burada medrese eğitimi almaları ve Pakistan’daki medreselerin, komünizmle mücadelede NATO’nun yılmaz mücahitlerinin kurduğu Taliban’ın da çıkış noktası olarak, İslami terördeki yeri yan yana getirildiğinde resim daha da netleşiyor.

İstanbul’daki bombalama olaylarının sorumlusu Azad Ekinci ile ilişkisi ve örgütte üst düzey bir sorumluluğu olduğu şüphesiyle Suriye’den getirildikten sonra tutuklanan Hilmi Tuğluoğlu da daha önce ikişer kez Afganistan ve İran’a, bir kez de Pakistan’a gidiyor.

“Ülkücü”lerse, Türkiye burjuvazisinden bolca aferin alacak işler yaparken, daha sonraki görevler için bağlantı kurmayı da ihmal etmiyorlar. 1992’de Abdullah Öcalan’ı Suriye’de öldürmek için başbuğ tarafından görevlendirilenlerin reisi olduğunu söyleyen V. K. gazetelere mülakat veriyor: İsmini korktuğu için saklamadığını ancak reklam olmak istemediğini söylüyor. Başbuğ Türkeş’in kendilerine görev verirken organizasyondaki olası bir sıkıntıda El-Ezher’deki adamlarından yardım istemelerini söylediğini anlatıyor. Operasyon ise dönemin başbakanı Çiller’in basına yaptığı erken açıklamalarla suya düşüyor.

El-Ezherli AKP milletvekili Mustafa Eyiceoğlu ise eski bir MHP’li. El-Ezher’den mezun olduktan sonra yurda dönen ve beş yıl öğretmenlik yapan Eyiceoğlu, MHP’den Mersin Gülnar’da belediye başkanı seçiliyor. 3 Kasım seçimlerinden önce ise, MHP’nin barajı aşamayacağını anlamış olmalı ki, partisinden ve belediye başkanlığından ayrılarak AKP’ye geçiyor ve Meclise giriyor.

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük terör örgütü NATO ile Usame Bin Ladin’i yetiştiren ve kullanan CIA nasıl birbirlerinden ayrı düşünülemeyecekse, emperyalistlerin politikaları ve İslamcı hareketler de birbirlerinden ayrı düşünülemez. İstanbul’daki son intihar saldırılarının da dahil olduğu, İslamcı örgütlerin bütün eylemleri hiç şüphe bırakmayacak biçimde emperyalistlerin işine yaramakta, ellerini güçlendirmektedir.

Türkiye burjuvazisi de, tetikçileriyle birlikte, elinden geleni ardına koymamakta, hizmette kusur etmemektedir.

Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış medreseler de bu bütünlükte önemli bir yere oturdukları için Türkiye gericiliğinin uğrak noktaları olmaktadır.

Uğrak noktaları ise geçicidir. Cihat medresenin dışına taşmalıdır: Afganistan’a, Çeçenistan’a, Bosna’ya ve Türkiye’ye, NATO neredeyse oraya.

(soL - Haber Merkezi)