Dicle Üniversitesi'nde neler oluyor?: Üniversite değil medrese!

Son dönemde Hizbullah saldırılarıyla gündeme gelen Dicle Üniversitesi'nde gerici gruplar adeta üniversiteyi ele geçirmiş durumda...

Kente sırtını dönmüş dört camili üniversitenin yönetiminde cemaatler konfederasyonu hâkim. Öğrenciler dini konferanslara zorla götürülüyor.

Cumhuriyet gazetesinden Türey Köse'nin haberi şöyle, Ankara-Diyarbakır uçağında yanımızda oturan avukatla sohbete başlayınca, hemen bölgenin “olağanüstü” hayatı ve hikâyelerine de giriyoruz. Avukatın Dicle Üniversitesi öğrencisi olan müvekkili 2.5 yıldır hapisteymiş. Polise taş attığı gerekçesiyle ve “terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlediği” savıyla yargılanıyormuş. Avukat yol arkadaşımızın sözleri, Dicle Üniversitesi’ndeki son çatışmalarla ilgili de ipucu veriyor:

“Öğrenim hayatı bitti. Üstelik Batman’da cezaevinde yatıyor. 5 vakit namaza başlamış. Baskı altında. Malum, orada Hizbullah etkili.”

Dicle Üniversitesi, adını Mezopotamya ovalarını sulayan Dicle Nehri’nden almış. 1966 yılında Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak Diyarbakır Tıp Fakültesi’nin açılmasıyla ilk temellerini atmış, 1974 yılında ise fen fakültesinin açılışı ile kuruluşunu tamamlamış. Anadolu’daki eski, köklü üniversitelerden. 26 bin öğrencisi var. Neredeyse 40 yıllık bir üniversite ancak akademik olarak üniversitesiyle övünen -bırakın övünmeyi, eğitimi yeterli bulan, memnun olan- bir öğrenci ya da akademisyene rastlamadık. “Fena halde politik” olan bu üniversitede, biraz da “eğitim şart”! Zaten, çok ilgi gören bir üniversite de değil, bazı bölümleri hiç tercih edilmiyor. Fen fakültesi, biyoloji ve kimya bölümleri için açılan 80 dolayında kontenjanların sadece 8’i dolmuş. Fizik bölümünde durum daha da vahim. 77 kontenjandan sadece 1’i dolmuş.

Cemaatler hâkimiyeti

AKP’yi kimsenin dinlediği yok

• Son yaşanan olaylar sırasında Hizbullah “Ben de varım” dese de, Dicle Üniversitesi kampusunda PKK-BDP’li gençler hâkim görünüyor. Üniversite yönetiminde ise cemaatlerin ağırlıkta olduğu, farklı cemaatlerin rektörlük ve rektör yardımcılıklarını paylaştıkları anlatılıyor. Dicle Üniversitesi Rektörlüğü’ne 2008 yılında -önceki seçimlerde AKP’den Diyarbakır milletvekili adayı olan- Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç atanmış. İki dönem rektör adayı olan Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, “bir muhafazakâr olarak” rektörün kadrolaşmasından yakınıyor:

“Rektör 450-500 arası öğretim üyesi aldı 2008-2012 arasında. Bu, herhalde rekor. Bölgede terörle mücadele ya da Kürt siyasetiyle mücadele adına YÖK buraya diğer üniversitelere yapmadığı ‘pozitif ayrımcılığı’ yapmış olabilir! Alınan elemanların kahir ekseriyeti de, dışarıdan belli bir görüş çerçevesinde kişiler. 150’ye yakın öğretim üyesi de üniversiteden ayrılmak zorunda kaldı. Buna muhafazakâr öğretim üyeleri de dahil.” Erdem’e “AKP kadrolaşması mı” diye sorduğumuzda “Yok canım, AKP’yi kimsenin dinlediği yok. Cemaatler konfederasyonu. Üç cemaatin birleşmesinden oluşan bir yapı var. Gülen, Kırkıncı ve Menzil. Menzil zayıf, asıl belirleyici olan diğerleri” diyor.

• Yrd. Doç. Dr. Vahap Coşkun da kadrolaşmadan yakınıyor. “Akademik vizyon problemli. Üniversite-kent işbirliği yok. Üniversite sadece fiziksel değil, ruhen de kente sırtını dönmüş” diyor. Yeni bir cami yapılmasına karşı değil, geniş kampusta bunun ihtiyaç olduğunu düşünüyor. Gençlerin gelecek kaygısı taşıdıklarını, “çok politik olduklarını” vurguluyor. “Diyarbakır’da okumuş bir öğrenci olarak sizin ‘keşke’ dediğiniz bir şey var mı” sorumuza “Çok politiktik. Keşke o kadar politik olmasaydım” karşılığını veriyor.

‘İki fakülte arasına duvar’
• Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi temsilcileri de, üniversitede “cemaat kadrolaşması”nın örgütlenmeye de yansıdığını, Eğitim-Bir-Sen üye sayısının 64’ten 650’ye yükseldiğine dikkat çekiyorlar. Üniversitenin temel sorunlarını da şöyle sıralıyorlar: En temel sorun cemaat eksenli kadrolaşma. Yönetimin yandaş olarak görmediği personele sürekli idari soruşturma açılıyor, mobbing uygulanıyor, kadro verilmiyor. Rektörlük, gerek personeliyle, gerekse öğrencisiyle sürekli savaş halindeymiş görüntüsü veriyor. Bu durum, fakülteler arasına duvar örülecek kadar ileri bir noktaya taşındı. Dicle Üniversitesi’nde öğrencisini, personelini birbirinden ayırmak için tıp fakültesi ile fen fakültesi arasına duvar örmeye kalkıştılar, tepkiler üzerine yarım bırakıldı.

Öğrenci kulüpleri arasında ayrım yapılıyor. Yapmak istedikleri etkinlikleri bu kulüpler aracılığıyla yaptırıyorlar. Yandaş olmayanlara hiç salon verilmiyor. Kongre merkezindeki etkinliklerin çoğu bilimsel değil, çoğu dini konularla ilgili.

Rabıta’nın camisi
• Dicle Üniversitesi öğrencilerinin büyük bölümü, bölgeden gelen “OHAL çocukları”. OHAL, 2002’de kaldırıldı, yani topu topu 11 yıldır “olağan” haldeler. Her ne kadar “OHAL” bitmiş olsa da, hayatın olağanlaşması kolay gözükmüyor. Herkesin çekindiği birileri var. Bazıları PKK’lilerden, bazıları Hizbullah’tan, bazıları cemaatlerden, bazıları da iktidardan çekiniyor. O nedenle konuştuğumuz çok az kişi adının yazılmasına izin verdi. Bir akademisyen “Burada olay olmaz, çünkü PKK-BDP hâkimdir. Son olaylarda Hizbullah, PKK’nin kalesi olarak gördüğü yerde ‘Kahrolsun PKK’ sloganları atınca kavga büyüdü” diyor. “Kadrolaşmada liyakat, bilimsel yetkinlik yok. Bizim cemaatten mi, değil mi ona bakıyorlar. Üniversitede bilim yok” görüşünü dile getiriyor. Üniversite içindeki sosyal tesislere önce alkol yasağı gelmesi ve arkasından “zarar ediyor” diye kapatılmasından da yakınıyorlar.

27 bin dekar alan üzerine kurulan Dicle Üniversitesi kampusu içinde 3 cami var, dördüncüsü de inşaat halinde. Camilerden biri Suudi Arabistan kökenli Rabıta örgütü tarafından yaptırılmış. Üniversitenin bir Merkez Kütüphanesi var, ancak birçok akademisyenin varlığından haberi yok. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “akil insan” olarak seçtiği iki akademisyen Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem ve Yrd. Doç. Dr. Vahap Coşkun’u görev yaptıkları hukuk fakültesinde ziyaret ettik. Prof. Fazıl Hüsnü Erdem, “Doğru dürüst kütüphanemiz yok. Hukuk fakültesinin kütüphanesi vardı, merkezi kütüphane oluşturulacak diye birkaç kez kütüphanemizi boşalttık, daha kendi kütüphanemizi oluşturamadık” diyor. Erdem, “4. camiye ihtiyaç var mı” diye sorduğumuzda “Nerede ihtiyaç olsun? Ama konuşamıyoruz. Ben muhafazakâr bir insanım, ama söyleyemiyorsunuz. Çünkü onun üzerinden siyaset yapılıyor” karşılığını veriyor.

Biraz ders, araya hadis
• Kafe Kampus’ta bir grup meslek yüksekokulu öğrencisiyle sohbet ettik. Sıkıntılarını iki cümleyle özetlemek olası. “İyi bir eğitim yok. Sosyal aktivite yok”. Son olarak, oturdukları kafede okey oyununun yasaklanmasından şikâyetçiler. İçlerinden biri iyi bir eğitim almadıklarını anlatırken, örnek veriyor: “Elektrik dersi yapılıyor. Hoca biraz elektrik anlatıyor, sonra araya bir hadis atıyor, ders bitiyor. Din adamları sık sık konferans veriyor, bu konferanslara zorla götürülüyoruz. Gelmeyen yok sayılıyor ya da orada imza attırıyorlar. Burada eğitim yok.”

Aktif politik öğrenciler değiller. “Diyarbakır’ın çocuğuyuz, kimliğimize sahip çıkıyoruz. Ama bir örgüte üye değiliz” diyorlar. Gelecek kaygıları da büyük. “Barış olursa umutluyuz. Buradaki işadamları bile Batı’ya yatırım yapıyor. Ancak barış gelirse bizim de gelecek umudumuz olur” sözleriyle çözüm sürecine destek veriyorlar.

‘Şort giydim, deniz mi geldi diye laf attılar’
• Üniversiteden ayrıldıktan sonra Diyarbakır muhabirimiz Mahmut Oral’la birlikte kentte kısa bir tur atıyoruz. Gençlerin gözde buluşma yeri Sanat Sokağı’nda duraklıyoruz. İki gencin konuşmasına kulak misafiri oluyoruz. Üniversitedeki olaylar tedirginlik yaratmış, genç erkek yanındaki arkadaşına “Bari namaza başlayalım, Hizbullah bizi öldürmesin” diyor.

Üniversiteli üç genç kızla sohbet ediyoruz. Ayşegül, “Üniversite dışında her şey güzel. Üniversitede hiçbir sosyal faaliyet yok. Eğitim kısıtlı ya da sık sık sekteye uğruyor. Üniversite dışında kendi arkadaşlarımızla oluşturduğumuz ortamda rahatız” diyor. Özge İzmirli, ÇYDD üyesi. “İlk geldiğim yıl Atatürk kolyesi takıyordum, sanki gözleriyle parçaladılar. Üniversitede PKK’lilerin bildirisini alıp yere atamazsınız. Burada Kürt ve Sünni olman gerekiyor! Üniversitelerde türbanlıların da özel desteği var. Otobüste mesela ayaktayız hepimiz, ‘Kızım sen gel’ diye türbanlı olanlara özel olarak yer veriyorlar” diyor. Özge, kılık kıyafet konusundaki baskılardan şikâyetçi. “Bir şort giyip dışarı çıkamazsınız” diyor. Elif, Adıyamanlı. Geçen yaz bir gün kapri şort giymiş. “Burada deniz var da bizim mi haberimiz yok” diye laf atmışlar.