‘Deniz Feneri’ soruşturması nedir? İşte soruşturmanın geçmişi...

2007 yılında Almanya’nın başlattığı Deniz Feneri e.V soruşturması, mahkemelerin dernek hakkındaki suçlamalarının kanıtlanmasıyla son bulmuştu. Türkiye’de açılan dava ise, AKP hükümetinin ve yargının çeşitli yavaşlatma girişimleri ile sürekli sekteye uğradı.

Her şey, 2007 yılında Frankfurt savcılığının, Frankfurt’ta merkezi bulunan Deniz Feneri e.V derneğini, “kara para aklama ve dolandırıcılık” soruşturması kapsamında basmasıyla başlamıştı. Savcılığın hazırladığı iddianamede, dernekle birlikte Euro 7 televizyonunun, reklamlar, internet ve gazete gibi yollarla derneğe bağış çağrısında bulunduğu, bu çağrı yapılırken, Türkiye’de, Pakistan’da ve diğer ülkelerdeki yardıma muhtaç insanlar kısmen gösteriliyor ve onlara nasıl ve nelerle, hangi yollarla yardım edilebileceği söyleniyordu. Bağışların banka havalesi ile veya nakit verilerek yapılacağı açıklanıyordu. Dernek tarafından verilen hesap numaralarına yekün olarak 41 milyon 400 bin avro bağış havale edilmişti. İddiaya göre, toplanan bu paraların yalnızca yüzde 40’ı bağış için kullanılmış, geri kalan paralar ise dernekle ilişkideki şirketlere aktarılmıştı.

Eylül 2008’de derneğin muhasebe sorumlusu Firdevsi Ermiş yardım için toplanan paralarla gayrimenkul alındığını ve şirketler kurulduğunu itiraf etti. Dernek yöneticilerine dolandırıcılık ve haksız kazanç elde etmek suçundan hapis cezaları verildi. Mehmet Gürhan 5 yıl 10 ay, Mehmet Taşkan 2 yıl 9 ay, Firdevsi Ermiş ise 1 yıl 10 ay hapis cezası aldı. Mahkeme derneğin mal varlığına kamu adına el koyarak bunların yönetimini kayyuma devretti.

Almanya’daki yargılama son bulurken, mahkemenin dikkat çektiği bir nokta vardı. Davanın hakimi Johann Müller, gerekçeli kararında Mehmet Gürhan'ın yardım paralarını bir sermaye aracı olarak kullandığını, paraların Türkiye'deki Kanal 7 televizyonuna aktarıldığını, paraların nasıl kullanılacağına karar verenlerin aralarında Zekeriya Karaman, İsmail Karahan, Mustafa Çelik ve bazı zamanlar da Zahid Akman'ın bulunduğu kişiler olduğuna hükmetti. Müller, 5 yıl hapis cezası alan Mehmet Gürhan'ın aslında bir kukla olduğunu, asıl faillerin Türkiye'de bulunduğunu, bunların da Türkiye'deki Kanal 7 televizyonu yöneticileri olduğunu açıkladı. Yapılan soruşturmada, toplanan 41 milyon avronun 17 milyonunun Tükiye'ye gönderildiği, bunun 8 milyon avroluk kısmının Türkiye'deki Deniz Feneri Derneği'ne verildiği, geri kalan paraya ne olduğunun ise bilinmediği belirtilmişti. Ayrıca Zekeriya Karaman, İsmail Karahan ve Mustafa Çelik’in sahibi olduğu Beyaz Holding’e 1.8 milyon avronun transfer edildiği iddia edilmişti.

Türkiye’deki davanın seyri
Almanya’daki Deniz Feneri soruşturması başlayınca, konu Türkiye’nin de gündemine girdi. Bununla birlikte, Türkiye’de savcılığın soruşturması, 8 Eylül 2008 tarihinde İşçi Partisi’nin suç duyurusunda bulunmasıyla birlikte ancak başladı. Ankara Başsavcısı Hüseyin Boyrazoğlu, 22 Eylül’de yaptığı açıklamada, soruşturmanın rutin olduğunu, gerekirse Almanya’dan dosyanın istenebileceğini açıkladı. Bakan Şahin ise böyle bir başvuruyu hemen işleme koyacaklarını söyledi.

Başsavcılığın beklenen başvurusu 26 Eylül’de geldi. Başsavcılık, Adalet Bakanlığı’na bir yazı göndererek, soruşturma dosyası ve mahkeme kararının Almanya’dan istenmesini talep etti. Başvuru için Almanca bir dosya hazırlandığı öğrenildi. 6 Ekim’de, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Ankara Başsavcılığı’nın talebi doğrultusunda Almanya’daki Deniz Feneri davasının dosyası ve mahkeme kararının istenmesi için Frankfurt Başkonsolosluğu’na yazının gönderildiğini açıkladı.

İlk dosyanın gelmesi, 2009’un Şubat ayını buldu. Almanca metin, daha sonra tercüme edilmeye başlandı, fakat tercümedeki yavaşlık gözlerden kaçmıyordu. En sonunda dosya Mayıs ayında Türkçe’ye çevrildi. Çeviriden sonra bazı şüpheliler gözaltına alındı, Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) yolsuzluk yapıldığına dair kimi verilere ulaştı. MASAK, Deniz Feneri Derneği soruşturmasını yürüten Ankara Başsavcılığının talimatı ile soruşturmada adı geçen kişilerle ve şirketlerle ilgili raporunu 18 ay sonra tamamlamış ve hesaplarda şüpheli hareketlerini tespit etmişti.

İçinde bulunduğumuz yılın Ocak ayında, Türkiye’den üç savcı belgeleri incelemek ve 12 kişinin ifadesini almak üzere Almanya’ya gitti. Savcıların Almanya’ya giderek dosyayı incelemelerine karar veren Adalet Bakanlığı Almanya’daki Deniz Feneri davasının dosya fotokopisinin 100 bin avro tutmasını gerekçe göstermişti. Mayıs 2011’de, yeni Almanca belgelerin de tercümesi bitti. 6 Temmuz günü ise, RTÜK eski Başkanı Zahit Akman, Kanal 7 Genel Yayın Yönetmeni İsmail Karahan, Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Çelik ve Finans Müdürü Erdoğan Kara ve Kanal-7 Yönetim Kurulu Başkanı ve ortaklarından Zekeriya Karaman gözaltına alındı.

AKP’nin tavrı
Soruşturma sürecinde yaşanan ilginç bir gelişme, Mehmet Gürhan’ın kasasından Akif Beki ve Zahit Akman'ın da isminin yer aldığı Kanal 7 ve Deniz Feneri yöneticileriyle ortaklık belgesinin çıktığı iddiasıydı. Yeni Özgür Politika ve ANF’nin ulaştığı ilişkiler zincirinde, Erdoğan, Karaman ve Akman arasındaki yakın ilişkinin uzun bir süre öncesine dayandığı anlaşılırken Yeni Dünya İletişim A.Ş.’de birlikte iş yapan Karaman ve Akman'ın ayrıca İstanbul Ticaret Odası kayıtlarına göre 5 Ocak 1999’da kurulan Nehir Medya Yayıncılık A.Ş.’de de yönetim kurulu üyeleri olarak yer aldıkları görülüyordu. Karaman ve Akman ile birlikte aynı şirkette yöneticilik yapan bir başka isim de eski İçişleri Bakanı, yeni Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay. Tayyip Erdoğan’ın eski basın danışmanı Akif Beki de, şirketin Ankara temsilcisi olarak görülüyordu.

O zamanki Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, özellikle CHP’nin “savcılara baskı yapılıyor” iddiası üzerine, "Falan ülkede, falan dernek yöneticileri suistimal yapmış. Bunun sorumlusu da sizsiniz diyorlar. Bana ne ya. Bana ne. Almanya'daki bir derneğin yöneticileri yanlış yapmışlarsa, yargılanmışlarsa, benim iktidarımdan buna ne?" açıklamasını yapmıştı. Fakat daha sonra, “Türkiye’deki uzantıları ciddiye aldıklarını” söylemişti.

AKP’nin Deniz Feneri ile ilişkili olduğuna dair iddialar ortaya dökülünce, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, AKP'nin Deniz Feneri derneğinden para yardımı aldığı yönündeki iddialar üzerine soruşturma başlatmıştı. Soruşturmaya ilişkin dönemin Adalet Bakanı Şahin, "Endişemiz yok, hesabımız açık, yurt dışından da yardım almamız söz konusu değil" iddiasında bulunmuştu. Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı ise "AKP ile dava arasında hiçbir alaka olmadığını herkes biliyor. Sanırım Başsavcı meraklı bir kişi" demişti.

Hükümet ve muhalefet arasındaki tartışmalar devam ederken Kemal Kılıçdaroğlu, Mehmet Gürhan’ın Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman’a tüm işlerini takip etmesi için vekalet verdiğini açıkladı. Kılıçdaroğlu'nun gösterdiği belge İstanbul 10. Noterliği’nde Mayıs 2007’de düzenlenmişti. Belgenin ortaya çıkması üzerine İstanbul 10. Noteri hakkında soruşturma başlatılmıştı.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, Akman’a “Kurum yıpranıyor, istifa edin” dediği ortaya çıkmış, Akman’ın da, “Ben de aynı kanaatteyim. Görev sürem dolunca bir daha aday olmayacağım” dediği belirtilmişti. Bu açıklamaları yapan Arınç’a cevap veren Akman ise, Bülent Arınç'a hayırlı olsun ziyaretine gittiğinde kendisine "İstifa etmeyi düşünüyor musun" diye sorduğunu, kendisinin ise "Hayır" yanıtını verdiğini söylemişti. Akman ayrıca, "Başbakan arkamda. Arkamda olmasa hala bu koltukta oturuyor olabilir miyim?" demişti.

AKP, CHP’nin dava dosyasını Almanya’dan rüşvetle satın aldığını iddia etmişti. Dönemin AKP Grup Başkanvekili Ergün, “Bu ilişkiler bize şunu göstermektedir ki CHP veya CHP’li bazı yetkililerle bazı Alman yetkililer arasında, Türkiye ve AK Parti aleyhine önemli bir işbirliği söz konusudur” demişti. AKP’liler ve AKP’ye yakın köşe yazarları, Deniz Feneri davasına dönük ilginin, “Ergenekon” ile ilgisi olduğunu ve Almanya’nın da Türkiye’deki Ergenekon’un tasfiyesine karşı harekete geçerek bazı çevrelerle ilişki kurduğunu ima etmişlerdi.

(soL - Haber Merkezi)