Çorum ve Maraş'ta ne oldu?

Kontrgerilla örgütlenmesi ile gericilik ve faşizm arasındaki bağlar o kadar açık ki...

soL (HABER MERKEZİ) Emperyalizmin ve egemen sınıfın Türkiye siyasetini şekillendirmesi ve bu işi yaparken gericiliği ve faşizmi kullanması, sadece bugüne özgü bir durum değil. Bugünkü siyasi yapının kurulmasında özellikle ABD'nin soğuk savaş yöntemlerinin belirleyici bir etkisi bulunuyor. Türkiye tarihinde 12 Mart muhtırasının ardından şekillendirilen ideolojik ve siyasi atmosfer ve bu atmosferin yaratılmasında pay sahibi olan özneler, bugün de varlıklarını sürdürüyorlar.

MC Hükümetleri ve gericiliğin derinleşmesi
Türkiye'de, Mart 1975'te Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi'nden oluşan bir koalisyon hükümetinin kurulmasıyla açılan döneme, siyasi tarihte Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri dönemi deniyor. Bu dönemde, farklı hükümetler kurulsa da, devlet aygıtının genel karakterinde MC'nin etkisinin büyük olduğunu görüyoruz. Süleyman Demirel'in koordinatörlüğünde yürütülen bu cephe döneminde, Türkiye'de, hiç görülmemiş oranda gerici ve faşist kadrolaşma yaşandı. Faşist hareketin sola karşı bir kontrgerilla örgütlenmesi olarak büyütülmesi ve dinci gericiliğin bu geniş cephenin faaliyetlerinde temel birleştirici ideolojik unsur olması, bu dönemin belirleyici özelliklerindendi. TÜSİAD'ın bu cepheye verdiği dolaylı ya da doğrudan destek de, dönemin karakteristiğiydi. MC iktidarında, uluslararası Gladio örgütlenmesinin Türkiye ayağı güçlendirildi, polis ve MİT içinde MHP'nin ağırlığı artırıldı ve bu organlar sola karşı yürütülen savaşta birer araç olarak kullanıldılar. Çorum ve Maraş katliamları yine bu dönemin eseriydi.

Maraş Katliamı
1978'de Türkiye tarihinin en büyük katliamlarından biri yaşandı. Ülkücü Gençlik Derneği'nin yöneticileri tarafından planlanan bu olay, 19 Aralık'ta Maraş'ta komünizm karşıtı bir filmin ( Güneş Ne Zaman Doğacak) yayımlandığı salonun provokasyon amaçlı olarak dinamitlenmesi ile başladı. İki gün sonra TÖB-DER üyesi iki sol görüşlü öğretmen vuruldu. Ertesi gün, faşistlerin öncülüğünde bir grup, yapılan cenaze törenine saldırdı. Kalabalığı dağıtan saldırganlar, cenazelerin de ortada kalmasına neden olduktan sonra, kent içine doğru yürüyüşe geçerek, sahiplerinin sol görüşlü ya da Alevi olduğu bilinen işyerlerini tahrip etti, iki polis arabasını yaktı.

22 Aralık günü, Bağlarbaşı İmamı, öğle namazında "oruç ve namazla hacı olunmaz. Bir Alevi öldüren beş sefer Hacca gitmiş gibi sevap kazanır" diyerek halkı kışkırttı. 23 Aralık günü belediye hoparlörlerinden ve Ulu Cami'den "Aleviler Yörükselim'de din kardeşlerimizi katlediyor, Allah'ını seven Müslümanlar hazır olsun", "Alevi komünistler suya zehir kattı" gibi anonslar duyuldu. 23 ve 24 Aralık günlerinde saldırılar yoğunlaştı. Olaylar sona erdiğinde, ortaya çıkan bilanço, resmi rakamlara göre 111 ölü, bin civarı yaralı ve sakat, tecavüze uğrayan onlarca kadın, karınları deşilen hamileler, gözleri oyulan nineler, yakılıp yıkılan 210 ev, 70 işyeri ve kentten göç etmek zorunda bırakılan Alevi yurttaşlardı.

Çorum'da yaşananlar
1980 Darbesi'nin hemen öncesinde Çorum'da yaşananlar ise emperyalizm - gericilik - faşizm ilişkisini çok daha net bir şekilde ortaya koyuyordu. ABD'nin Türkiye Büyükelçiliği'nde çalışan Robert Peck'in Çorum'a gidişi ve bu bölgede MHP yöneticileriyle yaptığı görüşmelerle başlayan Çorum olaylarında, yine gericiliğin dini sembol ve söylemleri ön plandaydı. Bu dönemde Adalet Partisi iktidardaydı, MSP ve MHP, AP iktidarını dışarıdan destekliyordu. 19 Mayıs gösterilerinde genç kızların giydikleri kıyafetlerin sorgulandığı şeriatçı bildirilerin kentte dağıtıldığı bir dönemde, MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak'ın öldürülmesiyle Çorum karıştı. 28 Mayıs günü solculara ve Alevilere karşı başlayan saldırılar, bir caminin bombalandığı yönünde çıkan yalan haberlerle arttı. Çorum'da yaşanan olaylar, 57 kişinin ölümüyle 4 Temmuz günü sona erdi.