CHP PM'de zıtların birliği!

Ükemizde CHP'nin girdiği “değişim” süreci, gündemin ana konularından birisi olmaya devam ediyor. Tartışmaların bir bölümü, 18 Aralık'ta gerçekleşen parti kurultayında oluşturulan Parti Meclisi'nin bileşimi ve kurulun en solundaki bazı isimlerin CHP'nin ana yönelimleri ile kan uyuşmazlığı ile ilgili. Bu isimlerin CHP'nin PM ve yönetici kurullarda bulunan sağ, liberal ve piyasacı belli isimlerle yan yana nasıl çalışacağı da bir soru işareti oluşturuyor.

CHP'de bir değişim rüzgârı estiği herkes tarafından kabul ediliyor. Bu değişimin dönüşen Türkiye'de düzen siyasetinin sol bacağı olma misyonuyla şekillendiği görülürken, CHP birçok başlıkta AKP'ye alternatif olmaya değil, ondan rol çalmaya dönük bir çizgi benimsiyor. CHP'nin son kurultayda oluşturduğu Parti Meclisi'nin de bu değişime uygun olarak belirlendiği anlaşılıyor. Daha “halkçı” bir söylem geliştiren CHP'nin soldan ve emek örgütlerine yakın isimlere yer vermesi de bu açıdan şaşırtıcı değil.

Ancak PM'ye seçilen ve bu kurulun en solunda yer alan Birgül Ayman Güler, Perihan Sarı ve Seyhan Erdoğdu'nun, AB üyeliğini savunan, NATO'dan çıkılması taraftarı olmayan, özelleştirme başlığına ilişkin sessiz kalmayı tercih eden ve söyleminde bağımsızlık vurgusu olmayan CHP'ye görüşlerini nasıl taşıyacakları merak konusu.

Üniversiteler ve piyasalaşma, özelleştirme politikaları ve bağımlılık konusunda net duruşa sahip bu isimlerin CHP'nin ana çizgisi ile aykırı bir görüntü çizmesi, aynı kurulda piyasacı, AB'ci ve sağcı isimlerle yan yana olmaları da parti açısından ilginç bir tablo oluşturuyor.

Yeni CHP'nin çizgisi
CHP'de kaset olayından sonra Deniz Baykal'ın genel başkanlıktan istifa etmesiyle başlayan değişim, AKP hükümetinin dönüştürdüğü Türkiye'ye CHP'nin uyumlulaşması süreci olarak değerlendiriliyor. Bu doğrultuda, önceki dönemde başta laiklik başlığında olmak üzere belli söylemlerini kullanmayı bırakan CHP, “millet iradesi”ne dayanarak hareket ettiğini iddia eden AKP'ye paralel “halkçı” bir söylemle hareket etmeye başladı. Bu politika, CHP'nin belli başlıklarda “sol” göstermesi ve parti vitrinini buna uygun bazı isimlerle takviye etmesi ile sonuçlandı.

Ancak bu operasyon bir gerçeği gizleyemedi. CHP, özelleştirme ve piyasalaştırma, cemaat ve tarikatlar, NATO ve AB gibi başlıklarda ya sessiz kalarak ya da AKP hükümeti ile ortaklaşarak, Türkiye'nin dönüşümüne önemli bir katkıda bulunuyor.

Kemal Kılıçdaroğlu'nun referandumun hemen öncesinde AB temsilcileriyle temaslarda bulunmak üzere Brüksel'e gitmesi ve Türkiye'nin AB üyeliği konusunda CHP'nin yaklaşımını sergileyen açıklamaları, partinin yeni dönemde AB ile ilişkilerin geliştirilmesi konusunda AKP'den rol çalmaya çabalayacağının göstergesi olmuştu. Kılıçdaroğlu, 6 Eylül'de AB dergisi Kriter’e verdiği röportajda “CHP, Türkiye’yi AB’ye sokmakta kararlı. AB’yi ve katılım sürecini çok önemsiyoruz” demişti.

NATO'nun Lizbon Zirvesi sırasında ise CHP'den füze kalkanı ve NATO'ya ilişkin açıklamalar, AKP'nin yürüttüğü diplomasiye yapılan eleştiriler ile sınırlı kaldı. Yeni CHP'nin tıpkı eskisi gibi NATO ile herhangi bir sorunu olmadığı ortaya çıktı.

Öte yandan, CHP lideri Kılıçdaroğlu son kurultayda yaptığı konuşmada iktidara geldiklerinde yerine getirecekleri vaatleri 41 ayrı başlıkta sundu. Bu başlıklar arasında özelleştirmelere ilişkin tek bir satır yer almazken, Kılıçdaroğlu'nun konuşmasında laiklik vurgusunun olmaması da dikkat çekmişti.

CHP'nin yeni çizgisini özetleyen bu açıklama ve yönelimler, PM'ye seçilen bazı isimlerle ciddi bir zıtlık oluşturuyor.

Birgül Ayman Güler
Ankara Üniversitesi SBF'nde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, yönetim bilimi ve kamu yönetimi üzerine çalışmalarıyla tanınıyor. AB ve emperyalizme karşı, kamucu bir duruşa sahip Güler'in CHP'nin çizgisi ile ortaklaşamayacağını görmek zor değil.

Geçtiğimiz günlerde Ankara Üniversitesi SBF'de yaşanan öğrenci protestolarına ve fakültenin dekanına AKP'lilerin faşizan yaklaşımını soL'a değerlendiren Güler, hükümetin üniversitelere kendi siyasal hedefini paylaşma, dahası bu hedef için militanca ‘mücadele’ görevi verdiğini söyleyerek, bu görevler arasında iş dünyası ile bütünleşmenin de olduğunu belirtmişti. Başbakanın rektörlerle yaptığı toplantıdaki konuşmasına değinen Güler, Başbakan Erdoğan'ın üniversitelerin sermaye ile işbirliği içine çekilmesini eleştirmiş ve parasız eğitimden hiç bahsetmemesine dikkat çekmişti.

Güler'in karşıtı olduğu AKP'nin nasıl bir SBF istiyor olabileceğine ilişkin tespitleri ise üniversitelere kamucu bakışını özetliyor: (1) Aydınlanma karşıtlığı, (2) Sorunlara anti-emperyalist değil küreselci bakış, (3) Cumhuriyetin değil Osmanlı Sultanlığı değerlerine bağlılık, (4) Kamu hizmeti zihniyetine değil ticaret zihniyetine sahiplik.

Birgül Ayman Güler, DİSK tarafından Haziran 2009'da kamuoyuna duyurulan Anayasa Raporu'na bir eleştiri kaleme almış ve bir işçi örgütü olarak DİSK'in raporda “uluslararası örgütler çerçevesinde hazırlanan ve yürürlüğe konulmuş insan hakları belgeleri”ne referans vermesini sert bir şekilde eleştirmişti. Ayman'ın söz konusu eleştirisi, AB, piyasa ekonomisi ve emperyalizm konusundaki görüşlerini özetliyor:

“DİSK Raporu, evrenselciliği “uluslararası örgütler çerçevesinde hazırlanan ve yürürlüğe konulmuş insan hakları belgeleri” ile sıkı sıkıya bağlanmakla güvence altına alınabilir saymaktadır. Bu belgelerde insan haklarının temelinin “mülkiyet hakkı” olduğunu hatırlatmaya gerek var mı? Bu belgelerde tüm yaşamsal-insani gerçek hakların eski deyişle “hür teşebbüs”, yeni terimlerle “serbest girişimcilik” ve “sözleşme hürriyeti”nin maddi zeminine dayandığını insan haklarının zorunlu ekonomik modelinin “piyasa ekonomisi”, daha keskini “serbest piyasa ekonomisi” olduğunu bilmeyen var mı? Kısacası, sözü edilen insan hakları evrenselliğinin kapitalizmin ve özellikle de bugünkü küresel tekelci kapitalizmin peşin kabulüne bağlandığı gerçekten hatırlatılmalı mı? İnsan hakları kavramının SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerindeki çöküşün hemen ardından ortadaki sosyalist enkazın, AB’ce “Kopenhag Kriterleri” eliyle kaldırıldığı bilinmiyor olabilir mi? ... Daha da kısacası, DİSK Raporu, evrensellik ilkesini “kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizm”in gereklerini güvence altına almış olan “insan hakları listesi”ne bağlamış, böylece buz gibi bir tarihselliği evrensellik diye kabul etmemizi istemiştir.”

Türkiye'de özelleştirme karşıtı mücadelenin ideolojik cephaneliğini oluşturma hedefiyle yola çıkan Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi'nde (KİGEM) Yönetim Kurulu üyeliği de yapan Güler, özelleştirme politikalarına karşı net tavrı ile de tanınıyor.

Perihan Sarı
DİSK'te uzun yıllar Genel Başkan Yardımcılığı görevi yapmış olan CHP yeni PM üyesi Perihan Sarı'nın, emekten yana bilimsel araştırmalar yapan DİSK'in Araştırma Enstitüsü DİSK-AR'ın kurumsallaşmasında önemli bir rolü bulunuyor.

Sarı, bilim insanları, sanatçılar, aydınlar, sendikacılar ve siyasetçiler tarafından 2001 yılında oluşturulan ve öncelikli amaçlarından biri, sosyalizmin Türkiye için güncel, gerçekçi, hatta tek gerçek seçenek olduğunu ortaya koymaya dönük çalışmalar yapmak olan soL Meclis'e de katkı koymuştu.

Sarı'nın AB'ye üyelik sürecinde Türkiye'de sendikal hareketin ikircikli tutumunu ve bu sürece sendikal alanda bazı unsurların angaje olmasını eleştiren görüşleri de bulunuyor.

Seyhan Erdoğdu
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğretim görevlisi olan Doç. Dr. Seyhan Erdoğdu, AB ve sosyal politika, ücret teorisi, uluslararası sosyal politika derslerini vermekte. Uzun yıllar Yol-İş Sendikası'nda danışman olarak görev yapan Erdoğdu, sendikal harekete yakın bir akademisyen olarak tanınıyor. Erdoğdu, Küreselleşme Sürecinde Uluslararası Sendikacılık, Sendikacı Kadın Kimliği, Hizmet Ticaretinde Gerçek Kişilerin Hareketi adlı kitapların da yazarı.

Erdoğdu, Türkiye'de gerçekleştirilen özelleştirmelerin olumsuz bir süreç yarattığını savunuyor. Enerji sektörünün doğal tekel olması nedeniyle sağlık sektörü gibi özelleştirme konusunda dirençli bir sektör olduğunu, özelleştirmelerin bu nedenle uzunca bir süreci kapsadığını, dolayısıyla özelleştirme karşıtı mücadelenin de uzun süreceğini düşünen Erdoğdu konuyla ilgili yaptığı konuşmalarda Türkiye açısından enerji güvenliği konusunda enerji bağımsızlığının sağlanması gerektiğini vurguluyor.

Sosyal güvenlik sisteminin piyasalaştırılmasına ilişkin de eleştirileri bulunan Erdoğdu, emekçilerin sosyal güvenlik reformu sürecinde ciddi hak kayıplarına uğradığına dikkat çekiyor.

Seyhan Erdoğdu da, KİGEM üyeleri arasında yer alıyor.

Aynı kurulda bu uçlar da var
CHP'nin yeni oluşturulan PM'nde yukarıdaki isimler azınlıkta kalırken, sağ, liberal ve serbest piyasacı görüşleriyle tanınan isimler daha fazla öne çıktığı ve yönetsel sorumluluk aldıkları göze çarpıyor.

CHP'nin MYK'da da görev verdiği işadamı Umut Oran, CHP'nin patronlarla ilişkisini sağlayan kritik aktörlerden birisi olarak öne çıkıyor. Oran partideki bu işlevini, Milliyet’ten Serpil Yılmaz’a iş dünyasının CHP'ye ilişkin korkuları sorulduğunda şu yanıtı vererek tanımlamıştı:

“İş dünyasının teminatı benim, sorun olmayacağına dair güvenceyi veriyorum. Oda, birlik ve dernek başkanlarının yanı sıra Washington, Brüksel, Paris, Zürih’ten arayanlar oldu hepsine görev verilsin veya verilmesin ‘Sorumluluk alacağım’ dedim.”

İşadamı Oran, Şubat 2002’den 2005 yılı başına kadar TGSD’de (Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği) Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüttü. CHP'de genel başkanlığa oynadığı günlere kadar Avrupa Hazır Giyim Sanayicileri Başkanlığı görevini de sürdüren Oran, 2002’de de Dünya Hazır Giyim Federasyonu’nun başkanı olmuş, bu görevini Aralık 2003'e kadar sürdürmüştü.

Öne çıkan diğer isim, CHP'nin ekonomi politikalarının sorumluluğuna getirilen Faik Öztrak. CHP'nin yeni yönetiminde Ekonomik ve Mali Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapmaya başlayan Öztrak, 2001 Krizinden sonra göreve gelen ve piyasacı reformlarla ülke ekonomisinde piyasalaşmanın önünü açan Kemal Derviş'in kurmaylarından birisiydi. 2001 yılında Hazine Müsteşarlığı görevini yürüttü. CHP'de ekonomi alanında kamucu görüşleriyle bilinen ve Bağımsız Sosyal Bilimciler üyesi Prof. Dr. Oğuz Oyan gibi bir isim yerine liberal Öztrak'a sorumluluk verilmesi net bir tercihin ifadesi olarak değerlendiriliyor.

Benzer şekilde Kemal Derviş'e oldukça yakın bir isim olan Hurşit Güneş de, partide İdari ve Mali İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak görevlendirildi. Parti İçi Eğitimden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığına sermaye kesiminden işkadınının, halen Kâmil Koç Otobüsleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan Sena Kaleli'nin getirilmesi de CHP'nin yönelimlerine ışık tutan bir atama olarak değerlendiriliyor.

Daha önce CHP Kocaeli Milletvekilliği de yapmış olan Harb-İş eski Genel Başkanı İzzet Çetin ise yeni oluşturulan MYK'da İşçi Memur Sendikaları ve Emekliler ve Emek Bürolarından Sorumlu Genel Başkan yardımcısı olarak görevlendirildi. KİGEM'in kurucularından olan ve bu merkezin hayata geçmesinde büyük emeği geçen Çetin'in, özelleştirmelere karşı çıkmayan Faik Öztrak'ın ekonomi politikalarından sorumlu olduğu MYK'da görev alması ilginç bir tezat oluşturuyor.

Yeni PM’nin en genç üyelerinden biri olan Faik Tunay ise siyasete nasıl girdiğini Ağustos 2009’da Akşam gazetesine verdiği röportajda şöyle anlatmıştı: “Politikaya hep ilgim vardı ve 18 yaşıma bastığımda aktif olarak siyasetin içinde olmak istedim. O süreçte, parti politikalarını da okuyarak ve biraz da o yıllarda yaygın olan klasik Özal hayranlığının etkisiyle ANAP'ta başladım siyasete. En alttan, ilçe gençlik kollarından başladım. 2002'de, Türkiye'de ilk kez gençlik kolları seçimi yapıldı. İçinde olduğum liste seçimi kazandı Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı oldum.”

ANAP-DSP-MHP koalisyon hükümetinde AB'den sorumlu Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz ile AB Konvansiyon toplantılarına katılan ve Gençlik Konvansiyonu'nda Türkiye'yi temsil eden Tunay'ın, sıkı bir AB taraftarı olmakla kalmadığı ve AB'nin siyasi kariyerinde önemli bir basamak olduğu görülüyor. Tunay ayrıca, bir dönem Mustafa Sarıgül ile birlikte siyaset yaparken, eski İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher’ın kurucusu olduğu Uluslararası Genç Demokratlar Birliği’nde iki dönem başkan yardımcılığı görevini sürdürdü.

CHP'nin yeni PM'sine getirilen ilahiyatçı Muhammet Çakmak'ın Fethullah Gülen'e ilişkin sözleri de yalnızca ülkede değil parti içinde de ciddi tartışmalara yol açtı. Çakmak'ın daha önce Mehmet Ağar'ın danışmanı olması, siyasi çizgisine ilişkin önemli ipuçları vermeye yetiyordu.

Öte yandan, yeni MYK'ya getirilmeden önce CHP'nin Genel Sekreteri olan Süheyl Batum, AÜ SBF'de protesto edilmesine içerlenerek, öğrencilere “faşist” suçlamasında bulunduğu hatırlanacaktır. Bu olay, yeni MYK'da da görev yapan Batum'un hiddetlenince AKP'lilerin üslubunu nasıl benimsediğini göstermesi açısından çarpıcıydı.

(soL - Haber Merkezi)