Aydemir Güler yazdı: 'Yenilmemekten kazanmaya'

Şimdi Türkiye solu deklarasyonda bulunma, evinin önünde iş görme, mütevazı inşaatına küçük ekler yapma defterini kapatabilir. Şimdi Türkiye solu, onurlu ve pek doğru hedefleri kendisi gerçekleştirebilir.

Aydemir Güler -soL

Yenilmemekten kazanmaya

Taksim Direnişi’nin bir ilginç özelliği daha var: Yenilmezlik!

Afaki bir söylem değil bu. Daha Haziran’ın ilk günlerinde Duman’ın dilden dile yayılan şarkısında tespit kendini hissettirmişti: Ezilmedim, azalmadım.

Ne olursa olsun. Hareket nereye evrilirse evrilsin, bu direnişin ortaya çıkması, başka tek bir şey eklenmese bile, üstüne nasıl bir gelecek bina edileceğine ilişkin tek bir somut veri görülmese bile, halkın zaferiydi.

Öylesine bir yenilmişlik vardı ki gerisinde...

Bana sorarsanız, 12 Eylül’ün öncesine bile gider boyun eğmişliğin tarihi. 1980 darbesinin, darbecileri bile şaşırtacak ölçüde, önemli bir dirençle karşılaşmadan, tereyağdan kıl çeker gibi kazanması, çaresizlik hissinin darbeyle değil, darbenin hazırlanması sırasında halkta yaygınlık kazandığının göstergesidir.

Gerçekten de öyleydi. Türkiye solu, tarihin en ağır saldırısının geri püskürtülemeyeceğini aşağı yukarı biliyordu. Gerçekçi değildi kafayı dik tutmak.

Sonra 33 yıl boyunca toplumun ayağa kalkan kesimleri karşılarında sadece egemenleri değil, diğer kardeşlerini de buldular. Ne işçiler dertlerini paylaşabildi köylülerle, ne aydınlar birbirlerini anlayabildi, ne Türkler Kürtlerin yanına vardı, ne kent merkezleri gecekonduların... Ne zaman adım atan çıksa, yanıbaşında sol vardı. Ama solun temsil ettiği değer “onur”un ötesine geçmedi. Sol, 1980’de marjinal ilan edilmişti bir kere.

Haziran’da ise ülkenin vicdanı bütünleşti, bugün AKP’nin kalesi saydığı az sayıdaki kentin bile meydanları doldu taştı. Bazı kentlere ise demokrat bir uyuşukluk damga vururdu taşrada. Buralar da “kendinde muhalifliğin” kısır döngüsünü kırdılar. Bakmayın siz Kürt siyasetinin, direnişçilere “gündem hırsızı” diye bakmasına. O bakışta gizlenemeyen bir kıskançlık hakim. Zaten memlekette on milyon kişi gazın, kurşunun üstüne üstüne yürürken, defalarca daha kalabalık bir büyük vicdan onun arkasında kenetlenmişti.

Bu öyle bir tarihsel kazanım ki, kabından taştığı ilk dakika yenilmezlik unvanını da elde etti. Bir daha geri vermemek üzere.

Buraya kadarını biliyoruz.

Bilineni tekrar etmeyi direnişin edebiyatına, sanatına bırakalım. Direniş estetiği umut, iyimserlik, coşku, cesaret üretecek. Yeni sanatımız, mutlaka yenilmezliği esas alacak.

Ancak siyaset bunun ötesine geçmediğinde, yeni hedefler formüle edemediği takdirde, bu büyüklükte bir yenilmezliğin buharlaşması mümkün olmayacak elbette tabii ki, bu kadar çok direnişçi hayattan kopuk bir hayal dünyasında askerlik anısı anlatan yaşlılara dönüşmeyecek ama daha iyisi de olmayacak.

AKP’nin kaderi pekala ayrı olarak belirlenebilir. Onların aklı zaten dağıldı. Aralarından özünü bilmez kimileri, emperyalist efendilerinin Mısır’daki kardeşlerinden oralı olmamasına bakıp densizlik yapmaya bile başladı. Bu iş Koç’un otelini, rafinerisini basmaya benzemez! AKP’de Taksim travmasına, Mısır, Tunus, Suriye, Somali eklenip duruyor. Dağılacaklar.

O kadar dağılabilirler ki, ipleri çekilebilir. Diktatörlüğün kaderi direnişçiden bağımsız olarak şekillenebilir. Bizimle alakasız. Yani bizi de, halkı da önemsizleştirerek.

Taksim’in acele etmesi gerekiyor. Ya da, artık zamanıdır. Siyasetin zamanıdır.

AKP diktasına karşı mücadelede devrimci siyasetin olanakları olağanüstü bir sıçramayla çoğaldı. En az 33 yıldır görülmemiş bir geniş alana ulaştı Türkiye solu.

Şimdi Türkiye solu deklarasyonda bulunma, evinin önünde iş görme, mütevazı inşaatına küçük ekler yapma defterini kapatabilir. Şimdi Türkiye solu, onurlu ve pek doğru hedefleri kendisi gerçekleştirebilir.

Uzakta aramaya gerek yok. Hedef onlarca milyon insanın paylaştığı “hükümet istifa”dır.

Yenilmezliği cebimize koyduk. Onun gerisine düşmeyiz.

Ama yenebiliriz de.

Şimdi diktatörlüğü yenmenin zamanıdır.