AKP'nin yükseliş ve çöküş hikayesi - IV: Son darbeyi halk vurdu

Artık AKP bitti. Çünkü kendini gerekçelendirdiği temel dayanakları tamamen çöktü. Son darbeyi ise halk Haziran’da vurdu. Ancak cenaze hala ülkenin üstünde yatıyor, hem onu hem de büyük bir hevesle onun mirasçılığına soyunanları kaldırıp atmak ise halkın boynunun borcu.

Volkan Algan - soL
AKP’nin iktidara geliş ve gidiş sürecini hem iç hem de dış parametreleriyle incelediğimiz yazı dizimizin son bölümünde, AKP iktidarının sonunu getiren iki ana başlığa odaklanacağız: Suriye ve Haziran Direnişi.

Hâlâ iktidarda olan bir partiden artık yokmuş gibi söz etmemiz, ne bir temenni ne de tahmin. 4 gündür anlatmaya çalıştığımız sürecin öznesi ve ABD’nin Ortadoğu’da gerçekleştirmeye çalıştığı model içinde bir anlam taşıyan AKP, siyasi anlamda bitti. Çünkü kendini gerekçelendirdiği temel dayanakları tamamen çöktü. Ancak bu, partinin kendini fes edeceği, siyasi arenadan silineceği, AKP kadrolarının köşeye çekileceği ya da hemen yarın istifa edeceği anlamına gelmiyor. AKP marifetiyle kurulan 2. Cumhuriyet’in de biteceği anlamını ise hiç taşımıyor. Bundan sonra ne olabileceğine dair tartışmayı sona bırakarak, AKP’yi yolun sonuna getiren sürece odaklanalım.

Suriye'de biten Yeni Osmanlı rüyası
Bugün artık rahatlıkla görülüyor ki, Arap isyanlarının örgütsüzlüğü nedeniyle inisiyatif kazanan Müslüman Kardeşler’in ön plana çıktığı, Batı’yla uyumlu bir Sünni eksen modeli çöktü. Geçtiğimiz bölümlerde uzunca üstünde durduğumuz Ortadoğu’daki statüko değişimi başarılamadı. Bu durum, Müslüman Kardeşler’le hem ideolojik hem tarihsel bağları olan AKP iktidarı için Ortadoğu’ya liderlik etme hayallerinin de sonu demek.

Aslında Arap isyanlarının emperyalizm tarafından manipüle edilmesiyle iktidara gelen, Müslüman Kardeşler’e bağlı, Tunus’ta Nahda partisi (AKP’yi model aldıklarını söylüyorlardı), Mısır’da Mursi iktidarı tutunamadığında ve Libya tam anlamıyla bıçak sırtında duran bir aşiretler devleti haline geldiğinde, hem ABD hem de AKP için tehlike çanları çalmaya başlamıştı.

Emperyalizmin tüm kirli oyunlarına rağmen Suriye’de Beşar Esad iktidarının devrilememesi ise ABD’nin yenildiğini artık kabul etmesini gerektiriyordu. Bu açıdan 15 Eylül’de Rusya ve ABD’nin Suriye üzerinde vardıkları mutabakat ABD açısından yenilginin kabul edilmesinden başka bir şey değil. Zaten bu model bir süredir ABD ile uyumlu İslamcı iktidarların beceriksiz icraatları nedeniyle değil sadece, bölgede istikrarsızlığa, gittikçe artan mezhep çatışmalarına ve radikal İslamcıların güçlenmesine neden olduğu için ABD içinde dahi eleştirilere hedef olmaya başlamıştı. Bu eleştirilerden ABD’nin AKP ile kurduğu ilişki de nasibini alıyordu elbette.

Bu durum, Yeni Osmanlı rüyası peşinde koşan, dış politikasını kendine hiçbir hareket alanı bırakmayacak şekilde çöken bu model üzerine kuran AKP iktidarı için yolun sonunun geldiğinin de işaretiydi.

Haziran'ın mesajı: Bu halkı hafife almayacaktın!
Peki, tüm bu kötü gidişe rağmen “AKP’nin ömrü biraz daha sürebilir miydi” sorusuna Haziran Direnişi yaşanmasaydı “neden olmasın” yanıtını verebilirdik. Noktayı direniş koydu, bunu söylemekte hiç sakınca yok, söylenmediği oranda eksikli üstelik...

AKP 11 yıllık tarihinde en azından birkaç kez iktidardan uzaklaşma tehlikesi yaşadı. Belli dönemlerde Erdoğan’a alternatif olarak dış merkezlerde de adı geçen Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş gibi isimler AKP’ye alınarak soğuruldu. Ancak muhalefet o kadar beceriksiz, halk o kadar sessizdi ki, gemiyi bir şekilde yüzdürmeyi başardılar. Sermaye cephesinden bakıldığında ise AKP’nin, bazen can sıksa da alternatifi yoktu, üstelik iyi hizmet görüyordu. Hem halkın hem de sermayenin düzen içi bir alternatifinin kalmaması ise her zaman büyük risklere gebedir.

Türkiye tarihinin en büyük halk ayaklanmasının AKP iktidarında olması bir tesadüf değil elbette. AKP’li yıllar boyunca devlet kurumları bir bir düşer, parti-devlet bütünleşmesi sağlanırken, ülke giderek tek adam sultasında yönetilmeye başlandı. Devletin sigortası sayılabilecek kurumlar dahi, hükümetin aparatları haline geldi. Üstelik tüm bunlar Cumhuriyet’in yeniden dizayn edilmesi sürecinde gelişti. Tüm bu şartların örtüşmesi mayınlı tarla demek. Bu durum sermaye açısından da, düzenin selameti açısından da kâr ve zararı içinde barındırıyor ancak büyük risk taşıyordu.

Devlet, emekçiler ve burjuvazi arasında değil elbette, ancak düzenin bekasını sağlamak adına bir kurumlar dengesi üzerine yükselmeli. Erdoğan’ın herhangi bir üçüncü dünya ülkesi gibi yönetmeye başladığı böylesi bir devlet organizmasını, Türkiye gelişkinliğinde bir kapitalizmin uzun süre taşıyabilmesi mümkün değil. Sadece keyfi bir istikrarsızlık riskini barındırması adına söylemiyoruz bunu, emekçi yığınlarını düzene bağlama işlevi açısından da bu kabul edilemez bir durum.

Erdoğan ise dur durak bilmeyen bir lider. Öyle ki sadece böylesi olağandışı bir süreçte direksiyona oturtulabilir. O da zaten böyle süreçlerde kazalar göze alındığından, bıçkın bir şoförün getireceği avantajlar nedeniyle…

Her birimizin maruz kaldığı şiddet yüklü bu düzen, restorasyonunu en iyi Erdoğan kişiliğinde birisi yapabilirdi. Sermaye bu açıdan ona çok şey borçlu. Ancak bu kadar, kimse Erdoğan’dan olmadığı bir şey olmasını, “normalleşmesini” beklememeli.

Bu kişilikte ve devleti elinin avucunda tutan birisi olarak Erdoğan, 11 yıllık iktidarı boyunca toplumun tüm sinir uçlarına dokunmayı görev saydı. Türkiye dış politikada nasıl kendini vazgeçilmez ve dev aynasında görüyorsa, Erdoğan’ın da kendini öyle gördüğü kesin. Burada yaptığı en büyük yanlış ise, ülkenin ilerici birikimi küçümsemesi oldu.

1. Cumhuriyet’in kurumlarını tasfiye ettiği oranda özgüven kazanan Erdoğan, cumhuriyetin sorunlu bakiyesi olarak gördüğü ilerici halkın biriken öfkesini, CHP’nin siyasi beceriksizliğini kerteriz alarak ölçmeye kalktı. Büyük yanlıştı ancak Erdoğan kibrinde birisinin görmesinin de bir o kadar mümkün olmadığı bir yanlış. Zira burnu havadalık falan bir yana, hiçbir burjuva lider sürekli kayışı sıkarak halkı yönetemez, arasıra gevşetilmesi gerekiyor, yoksa patlar. Böyle bir güç kimsede yoktu ki Erdoğan’da olsun!

Hepimizin bildiği nedenleri tekrar yazmaya gerek yok, Haziran’da ayaklanan halk AKP’nin 11 yıllık iktidarı boyunca amansız bir şiddetle saldırarak ülkenin genetiğini değiştirme çabasının tutmadığını gösterdi. Erdoğan’ı ciddi manada sarsan, sadece dokunulmaz zannettiği otoritesinin halk tarafından madara edilmesi değil, kat ettiğini zannettiği yolda o kadar da ilerlemediğini görmesi oldu. Mısır’da, Tunus’ta, Suriye’de tutmayan maya, ilerici birikimi bu ülkelerin hepsinden daha gelişkin olan Türkiye’de elbette tutmayacaktı.

AKP’nin 11 yıllık uzun öyküsü böylece tarih sahnesindeki yerini alacak, bu ülkeye verdiği onarması uzun sürecek zararla birlikte.

AKP Suriye’de neden bu kadar ısrarcı davrandı?
AKP’nin ABD’nin dahi geri adım attığı noktada, Suriye’deki kirli savaşta bu kadar ısrarcı olma nedenlerini önemsemek gerekiyor. Maddeler halinde toparlamaya çalışalım:

• Suriye’nin düşmemesi ABD’nin Ortadoğu’da uyumlu İslamcı iktidarları öne çıkararak kurmaya çalıştığı Sünni eksenine dayalı statüko değişikliği planının başarısızlığını tescil edecekti.

• AKP bu planın merkezinde duran bir parti olduğu, diğer ülkelere model ve öncü olma iddiasını taşıdığı için, bu plan çöktüğünde ABD için eski öneminin kalmayacağını biliyordu.

• Ortadoğu’da dikiş tutmayan plan yeni bir düzenlemeyi gerektireceğinden AKP, kendi iktidarının geleceğini de tehlikede olduğunu görüyordu.

• ABD Suriye ihalesini kendilerine verdiği için AKP, yaşanan başarısızlıktan sorumlu tutulacağını, güven kaybına uğrayacağını ve uzun süredir arkasında hissettiği desteği kaybedeceğini anlıyordu.

• AKP bu modele kendisini öylesine adamıştı ki, bu süreçte İran, Irak, Suriye, Rusya gibi bütün bölge ülkeleri ile ters düştü. Planın başarısızlığa uğraması, geride ABD desteğini kaybetmiş ve tüm komşuları ile kavgalı bir AKP bırakacaktı.

• AKP bu süreçte başta Suriye’deki dinci çetelere verdiği destek olmak üzere birçok kirli işe bulaştı. Yaşanılan başarısızlık, AKP’den ve Erdoğan’dan hesap sorulmasının da önünü açacaktı. Son günlerde yapılan yolsuzluk operasyonunda adı geçen bazı isimler Erdoğan’ın direnmesi durumunda işin “savaş suçlusu ilan edilme” noktasına dahi varabileceğini gösteriyor.

• AKP kadroları, Ortadoğu’da yaşanan kaosu ve gördükleri işlev nedeniyle ABD tarafından kendilerine müsamaha gösterilmesini fırsat bilerek, bugün başlarına bela açacak olan birçok kirli ticari faaliyete girdi. Son operasyonları, bu kirli tezgahta dönen toplam meblağın inanılmaz boyutlarda olduğunu gösteriyor. AKP bunların da hesabının sorulacağını ya da tehdit unsuru olarak kendisine döneceğini biliyordu. En önemlisi de kurdukları çark ortadan kalkacaktı.

• Suriye savaşının Türkiye’nin iç siyasetini kesen iki önemli başlığı da Kürtler ve Aleviler oldu. AKP burada aynı zamanda bu iki unsura karşı mücadele etti ve Türkiye içinde bunun önemli yansımaları oldu. Suriye’de inisiyatifi kaybetmek bu açılardan da AKP’ye sorun çıkaracaktı. PKK-PYD ikilisine karşı Barzani ile yakınlaşma üzerine kurulu projenin geleceği belirsiz. Aleviler ise AKP iktidarından çoktan koptu.

• Son olarak Suriye yenilgisi, AKP’nin Yeni Osmanlı hayallerine noktayı koyacaktı. AKP açısından bu, Türkiye’nin iç siyaseti için de önemliydi. Bölgesel liderlik, Yeni Osmanlıcılık gibi AKP tabanında heyecan yaratan masalları anlatmanın bundan sonra o kadar kolay olmayacağını biliyordu. Bu durum seçim sürecinde AKP’nin önemli ideolojik söylemlerinden birisinin çökmesi, daha önemlisi AKP’nin tabanına kaybetmiş, iddiasından geri düşmüş bir görüntü vermesi demek olacaktı.

2. Cumhuriyet’te restorasyon tutar mı?
Dış politikada yaşadığı büyük sıkışmayı, tabanından gördüğü desteği gereğinden fazla abartarak kendine meşruluk sağlama çabasıyla hafifletmeye çalışan AKP için Haziran kalkışması, tokat gibiydi. Halkın haklı isyanının AKP’yi sallamasının yanında, bir dönem bölgeye “ileri demokrasi” masalları satarak model olmaya çalışan Erdoğan’ın uluslararası arenadaki son meşruiyet dayanağı da ortadan kalkacaktı.

Haziran’dan beridir Erdoğan ve ekibi, nasıl dirilteceklerini bilmedikleri bir cenazenin üstünde oturuyorlarken, son darbe yolsuzluk operasyonlarıyla geldi. Halkın örgütsüzlüğü nedeniyle Haziran’da götüremediği Erdoğan’ın bileti, belli ki çok güvendiği suç ortakları tarafından da kesildi.

Ancak bu kadarını söylemekle yetinmek, çok büyük bir tehlikeyi göz ardı etmek demek.

Haziran Direnişi tüm dünyaya Erdoğan’ın bu ülkeyi yönetme ehliyetini kaybettiğini kanıtladı. Bugün birileri Erdoğan’ı gözden çıkardıysa, bunda Haziran’ın büyük payı var.

Haziran’da sallanan AKP-Cemaat bloğunun bugünkü kavgası yalnızca yolsuzluk çarkını değil, 1. Cumhuriyet’i çözenlerin onun yerine sürekli istikrarsızlık riski barındıran, düzenin tüm kurumlarına sinmiş bir hizipler toplamı koyduğunu gösteriyor.

Şimdi buna müdahale edecekler. 2.Cumhuriyet’i restore etme girişimi AKP ile sınırlı kalmayacak, tablonun bu hale gelmesinde payı olan diğer aktörler de nasibini alacak.

Ancak bu halk, doğuştan sakat 2. Cumhuriyet’e bazı merkezler tarafından restorasyon yapılsın diye ayaklanmadı, bu yüzden yitirmedi yiğit evlatlarını.

Şimdi bu tehlike ile karşı karşıyayız. Birileri Erdoğan tarafından fazla radikalleştirilen 2. Cumhuriyet’i, ılımlı bir AKP rolüne soyunan CHP’yle, Erdoğan’sız bir AKP’yle ya da AKP gemisini terk ederek kendini temize çıkarmaya çalışan bir başka ekiple normalleştirmeye çalışacaksa, üstelik bunu da Gezi’den aldıkları enerji ile yapmaya kalkacaklarsa, bu tehlikeli olduğu kadar içerisinde büyük fırsatlar barındıran bir süreç bizi bekliyor demektir.

2. Cumhuriyet’in dümenine kim geçerse geçsin Haziran’ın mirasını taşıyamayacağı ortada. ABD’ye yapılan ziyaretlerden gözleri kamaşmış CHP kurmayları Haziran’dan bir restorasyon çıkarmaya niyetlendikleri oranda, Erdoğan’ın aldığı yanıttan daha azını almayacaktır. Üstelik bu sefer tecrübe kazanmış ve dostu düşmanını daha iyi tanıyan, örgütlü bir halktan.