"Şiir bizim için bayrak gibidir"

Nancy Morejón, Küba’nın ulusal lideri, edebiyatçı, şair, Jose Marti’yi yetiştiren topraklarda, Küba’da, 1944 Ağustos’unda dünyaya geldi. Küba’da devrimin olduğu yıl henüz 14 yaşındaydı. Devrimden iki yıl sonra da ilk şiir antolojisi yayınlandı. Karaiblerin ilk siyahi kadın edebiyatçısı olduğunu vurgulayan Nancy, bunun devrimle gelen önemli bir fırsat olduğunun da altını çiziyor. Şanslıyız ki, Nancy’nin bu özellikleri onu İstanbul’a Tüyap Kitap fuarına kadar getirdi.

Nancy, tütün işçisi bir babanın ve terzi annenin tek çocuğu olarak Havana’da dünyaya geldi. Anne tarafı köklerinin Çin ve Avrupa’ya kadar uzanması, babasının da Afrika kökenli olmasının getirdiği çok kültürlülük onun bütün edebi eserlerine, özellikle şiirlerine yansıdı. 14 yaşında tanıştığı Devrim, ona daha önce hiç ulaşamadığı ve onun gibilerin dışlandığı, eğitim, kültür ve sanatsal faaliyetlerin kapısını araladı. Havana Üniversitesi’nde Fransız Dili ve Edebiyatı eğitimi aldı. Arthur Rimbaud, Paul Éluard, René Depestre gibi birçok Fransız edebiyatçının eserlerini Küba’ya kazandırdı. Küba Komünist Parti’sinin aktif bir üyesi olmamasına rağmen, hem devrimin onun entellektüel hayatına kattıklarının hem de kendisinin ülkenin entellektüel birikimine yapacağı katkıların farkındaydı. Küba’yı terk eden meslektaşlarının aksine, o köklerine, özellikle de Afrikalı geçmişine bağlı kaldı.

Bugün gelinen noktadaki durumu “Yeni Dünya’da artık öz İspanyol ya da Afrika denilen birşey yok biyolojik ve kültürel olarak yaşanan birleşmenin sonucu her ikisinin de özelliklerini taşıyan yeni Afro-Hispanik kültürden bahsedilebilir.” diyerek anlatan Nancy’ye göre, kendinden önceki dönemde, Afro-Hispanik kadınlar ırk, cinsiyet ve sosyal sınıfları nedeniyle zaten yokmuşcasına yaşıyorlardı, edebiyat alanında olabilmeleri de söz konusu bile olamazdı. Devrim'in Karaiblere yayılmasıyla seslerini duyurmaya başlayan kadınlar, Nancy’nin öncülüğünde ilk edebiyat ürünlerini de vermeye başladılar. İlk kitabı 1962’de yayınlandı. Bunu 12 koleksiyondan oluşan bir şiir serisi, 3 monografi, 1 oyun ve 4 ciltlik Küba ve Karaibler tarih ve şiir antolojisi izledi. Yazdığı birçok şiir antolojilerde, edebi dergilerde ve medyada yer aldı. Eserleri 10 dile çevrildi.

Nancy 7 yıl boyunca Latin Amerika Edebiyat Birliği - Karaibler Bölümü’nün yöneticiliğini yaptı. Küba ve ABD arasındaki seyahat olanaklarını neredeyse imkansızlaştıran Bush Yönetimine kadar da ABD’ye sık sık giderek üniversite ve enstitülerde ders ve seminerler verdi. Çalışmalarının büyük bölümü 2003 yılında, ABD’de “Wayne State” Üniversite Yayınları adlı yayınevince basıldı.

Halen “Küba Yazarlar Birliği Başkanı” olan Nancy Morejon ile Jose Marti Küba Dostluk Derneği’nde buluşup konuştuk. İstanbul’a yaptığı bu ziyaretin ona Nazım Hikmet’i hatırlattığını söyleyen Nancy’ye göre, Küba ve Türkiye arasındaki ilk kültür bağı Nazım. Nazım’la hem Küba’da, hem de Arjantin’de karşılaşma fırsatı bulmuş. Nancy’nin Türkiye ile ilgili ilk düşünceleri de bu dönemde ortaya çıkmış. Türkçe’de ilk duyduğu kelime “Mehmet” olmuş, Nazım’ın oğlunun ismi!

Söyleşi: Cüneyt Göksu ([email protected])

Küba Kültürü nedir, nasıl tariflersiniz? Nasıl ortaya çıkmıştır, tarihçesi nedir? Bu kültürün oluşumu ve gelişiminin sizin üzerinizdeki etkileri neler?

Küba Kültürü, çok kültürlü olarak tanımlanabilecek Karaib kültürünün bir parçası. Nikolas Gianni’de bu köklü kültürün en güzel temsilcilerinden biri. Çok kültürlü olunmasının bir temel nedeni bu bölgenin yüzyıllar boyunca, İspanyollar ve batılılar tarafından sömürge olarak kullanılmış olması. Sadece İspanyol kaşif Kristof Kolomb’un değil, Fernando Ortiz ve Alman Alexsandar Rumbo’nun da bu çok kültürlülüğe katkıları büyük. Kolomb’un bu bölgeyi, Küba topraklarını, keşfedip keşfetmediğine dair Küba’da, 1992’de büyük bir tartışma oldu, öyle ki sonuçta, Kolomb’un aslında adayı ziyaret eden bir turist olduğuna karar verdik. Şimdi İstanbul’da bulunduğum için kendimi kentinizi keşfetmiş biri sayabilir miyim? Ya da İstanbul’un hepsi benim dersem mantıklı olur mu? Bir yeri keşfetmekle, işgal etmek arasında önemli bir fark var. Kolomb yalnızca bir kaşifti ve işgalcilerden biri değildi. Zaten öldüğünde de çok fakirdi. Kolomb’dan sonra adaya Vali olarak gönderilen Velasquez gerçek bir işgalciydi. Toprklarımızda bulunan ikinci önemli kaşifse Rumbo adlı bir Almandı. Antil Adalarının antropolojisini, arkeolojisini keşfederek önemli bir hizmette bulundu. Yazdığı kitap sayesinde kendimize ait bilinmeyen birçok konuyu öğrenmiş olduk. Antropolog, Avukat ve Dilbilimci üçüncü kaşif de Ortiz. İki yıl kaldığı Küba’da, bizim gözümüzde, Küba’yı gerçekten keşfeden bir kaşif oldu. Ortiz’in keşifleri Afrika kültürünün Küba kültüründe edindiği yeri betimlemesi açısından çok önemli. “Köle Siyahiler” adında yazdığı bir kitabı var. Bu kitaptan kölelik tarihiyle siyahilerin dini inançlarının değişimi arasındaki bağı ele alınıyor. Baskıcı kölelik sistemi, Afrika kökenli inanç sistemlerini de zorla değiştirmeye çalışmıştı. Nikolas Gianni de bu karmaşık yapının çözümleyicisi ve Ortiz’in takipçisi oldu. Alberto Gomez de Jose Marti’nin yakın arkadaşı olarak Küba tarihinde yer alıyor. Dolayısıyla, Ortiz, Gomez ve Marti Küba Kültürü’nün temelini oluşturan isimler olarak karşımıza çıkıyor.

Küba Kültürü, İspanya ve Afrika kültürlerinin bir arada olduğu çok güçlü bir birleşimdir ve melezdir. Dışardan bakıldığında bazen İspanyol, bazen de Afrika’nın baskın olduğu düşünülürse de aslında herhangi birinin ötekine baskın olması kesinlikle söz konusu değil. Irkların ve kültürlerin harmanlandığı tam bir bileşim. Ülkemizde en batıdaki Pinar Del Rio’dan en doğudaki en uzak köşeye kadar herkes İspanyol’ca konuşuyor. Sadece Sierra Maestra farklılık gösteriyor. Orada Haiti’den kaçan göçmenlerle şeker kamışı hasadında mevsimlik çalışmaya gelenler farklı bir dil konuşuyorlar. Santiago De Cuba’da Haiti anadilinin konuşulduğunu da görebilirsiniz ama bunlar anadillerinin yanı sıra İspanyolca’yı da iyi bilirler. İşin özü, Küba’da doğan herkes Küba’lıdır ikinci, üçüncü nesil gibi ayrımlar yoktur. Bu yüzden Latin Amerika edebiyatıyla doğrudan ilgimiz var çünkü aynı dili konuşuyoruz. Giani Afrika ve İspanya köklerimizi en iyi sentezleyen bir ulusal şairimizdir. O, İspanya’dan gelen Avrupa kültürünü de hiç reddetmedi. Ama eserlerinde asıl odaklandığı nokta Afrika-Köle kültürü. Küba Kültürü tarihine yakından baktığımızda, bütün bir 19. yüzyılın kölelikten kurtuluş ve ulusal mücadele için harcandığını görürüz. Babası Kanarya Adaları’ndan gelen bir polis olan Jose Marti adaya geldiğinde henüz 8 yaşında bir çocuktu. İlk gördüğü şey kamçılanan siyahlar oldu ve bu gördüklerini hayatı boyunca hiç unutmadı. Zaten ilk kitabı da bununla ilgili. 1800’lerin sonundaki savaş dönemi aslında Küba Ulusu’nun temellerinin atıldığı dönem olarak adlandırılır. Jose Marti ve Antonio Maceo bu dönemi niteleyen iki önemli figürdür. O dönemde köle ticaretini İngilizler yapıyordu. O dönemde görülen birçok karşı hareket kölelik düzenine değil, aslında kölelerin getirilişine karşı çıkmak üzere yapılıyordu. Asıl Devrimci hareket köleliğe topyekün çıkanlar tarafından başlatıldı. Jose Marti’nin bir sözü bu hareketin tam anlamını ortaya koyar: “Bir Kübalı, bir beyazdan, siyahtan ve melezden daha üstündür.” Bu sözle Marti, Küba’nın bütün bu ırkların karışımından oluştuğunu ve birbirine üstünlük sağlayamayacağını vurgular. İşte tüm bunlar Küba ulusu ve kültürünün de oluşum temelleridir.

Geçen yıl Küba Edebiyatının 400. yılı kutlandı. Bu süreçte Jose Marti’nin, Nicholas Giani’nin, komünist birçok şairin bugünkü beni oluşturduğunu söylemek mümkün. Şiir bizim için bir bayrak gibidir. Örneğin Marti’nin şiirleri Moncada Kışla Baskını’nın tetikçisidir.

Babanız gemici olduğundan ABD’ye gidip gelirmiş ve Jazz müziği çok severmiş. Jazz’ın yaptığınız edebiyata etkisi oldu mu?

(Gülüşmeler) Hayır hayır olmadı… Babam bir zamanlar Luis Armstrong’la çaldığını da söylerdi. Nat King Cole da dinlerdi ama Jazz’ın edebiyatıma etkisi olduğunu söyleyemem. Küba Kültürünün özünü Küba Müziği belirler. Küba Müziği, Jazz’ı etkilemiş olabilir. Örneğin ABD’de kullanılan Konga vurmalı çalgısının da, Küba Tamburu’ndan geldiği söylenebilir. O enstrüman da Afrikalı kölelerle Küba’ya ulaşmıştı. Giani’nin şiirlerinde sokak çalgılarının motiflerini görüyoruz. Aslında “Kübanidad” denilen bir bileşimden sözedilebilir, Tambur Afrika’dan, Gitar İspanyollar’dan, Ud Araplardan… Bunların tamamının çalındığı bir ülke düşünün.

Jose Marti ve Maceo’nun 19.yy edebiyatına etkisini görüyoruz. Peki Che, Fidel gibi çağdaş liderlerin edebiyata etkileri nedir?

Küba edebiyatının da bugünkü çağdaş yaşamı yansıtan bir edebiyat olduğunu düşünüyorum. Hikayecilerimizin Hamingway’den ve Marquez’den etkilendiğini söylemek mümkün. Casa De La America’nın (Amerikan Evi) bu konuda oldukça fazla çalışması var. Buradaki belgelerde ve kolajlarda Küba edebiyatının etkilendiği olguları görmek mümkün. Che ve Fidel sadece edebiyatımızı değil bütün hayatlarımızı etkilemiştir. Che bir efsanedir ve bugün bile dünya için yaşamasına ihtiyaç vardır. Edebiyat ve resim sanatında 1960’lardan beri, Che ve Camillio konulu çok fazla eser verildi, veriliyor. Onlar birçok sanatçıya esin kaynağı oldular, olmayı da sürdürüyorlar. Örneğin, ben Camillio’nun bağımsızlık savaşında Pinar Del Rio’da bulunmasından oldukça etkilenmiştim. Bu nedenle, anma etkinliklerinde onun şiirlerini okumayı hâlâ sürdürüyorum.

Bush yönetimine kadar ABD’ye kültürel etkinlikler için gidip geliyordunuz. Fakat Bush’un seyahat yasaklarından sonra bu yolculuklara önemli sınırlamalar getirildi. Yeni Başkan Obama’nın Afro-Amerikan kökenli olmasının Küba’lı edebiyatçıların ABD’ye yapacakları yolculuklara bir kolaylık getireceğini düşünüyor musunuz?

Irak savaşı süreci neo-faşist bir süreçti. Bush diolog için bütün olanakları yıktı. Irak savaşında zaferini ilan ettiği tarihte Teksas’taydım. Savaş ilan edildiğinde ve Bağdat’a bombalar yağmaya başladığında, Miami’de sokaklarda “Bağdat – Havana – Bağdat – Havana ….” sloganları atıldı. Bu sloganları atanlar, Bağdat’a atılan bombalardan Havana’ya da atılmasını istiyordu. 2003’de yaşanan bu olay, Bush’un neleri yıktığını gösteren güzel bir örnektir. Barış ödülü alan Obama’nın Bush’dan bir farkı olması için, farklı birşey yapması gerekir, ablukanın hafifletilmesi, Guantanamo hakkındaki düzenlemeler gibi… Ama henüz böyle birşey yok! Ne olacağını da sadece Tanrı bilir.

Şiir sizin için nedir?

Bir ateştir. İlhama çok inanıyorum ama sezgilerime de güveniyorum. Şiir sözcüklerle yazılır. Öte yandan şiir yazmak için felsefeden, günlük olaylara kadar çok şeyin okunması gerekir. Tam o yaratım anında, sadece beyaz bir sayfa vardır ve o beyaz sayfa korkusunu yenmek gerekir. Birkaç satır yazdıktan sonra şiiri biraz bekletmek ve geri döndüğünüzde kelimelerle dolu olan sayfada tekniğinizi konuşturmak gerekir. Hiçbir zaman programlı olarak şiir yazılabileceğine inanmıyorum. O yüzden sone yazmak için belli bir maaşın verildiğini tahmin etmiyorum. Her gün şiir yazamazsınız. Şiir ya oluşur ya da oluşmaz, bunun bir zamanı olamaz. Yazarken kendinizi küçük bir tanrı gibi görmenizde yersizdir şiiri her yerde yazabilirsiniz. Gördüğünüz her şeyden bir şiir çıkartabilirsiniz. Duygusallığın ve düşüncenin şiirin oluşmasında ayrılmaz iki bileşen olduğunu düşünüyorum.

Küba Devrimiyle gelen değişim süreci Nancy’ye değişik penceler açma fırsatı sunmuş. Nancy’nin şiirleri tarihi bir bellek hizmeti görüyor ve Nancy’nin kişiliğinde, siyahların geçmişte yaşadıklarının günümüze aktarılmasına aracılık ediyor. Nancy’nin ulusalcılık ve kimlik anlayışı da önemli. Afro-Kübalılığı kültürel bir kimlik olarak algılıyor. Şiirlerinde zamansallık hakim geçmişe gidiş günümüze geliş ve insanın, toplumun dönüşümü…