Yunanistan'da kapitalist ekonomik krizin öğrettikleri

Bir muhalif güç olarak SYRIZA, kredi veren kuruluşlarla, AB ve IMF ile yapılacak (sözümona) daha sağlam bir müzakerenin halkın çıkarı açısından daha olumlu sonuçlar doğurabileceği illüzyonunu kitleler arasında yaydı. Alexis Çipras’ın partisi memorandumlar ve kemer sıkma olmaksızın (sözümona) halkçı bir politikayla kapitalist sistemin sınırları içerisinde krizin atlatılacağı sözünü vererek…

Çeviri: Selçuk Işık

soL'un notu: Nikos Mottas'ın, In Defense of Communism blogunda 1 Haziran 2016 tarihinde yayımlanan bu yazısı, Yunanistan'daki ekonomik ve siyasi krizin, düzenin reforme edilmesine nasıl yol açtığına ve bunun için nasıl kullanıldığına, krizin Marksist çözümlemesine ve Yunanistan Komünist Partisi'nin tutumuna ilişkin belirgin ipuçları sunuyor.


Dönemin Başbakanı George Papandreou’nun Mayıs 2010’da renkli Meis adasında televizyona verdiği demeçte Yunanistan’ın IMF ve AB’nin destek mekanizmasına katılarak memorandum aşamasına geçtiğini ilan edişinin üzerinden altı yıl geçti. 2007-2008 küresel finansal krizinin patlak vermesini takiben Yunanistan’da 2009 yılında, yani bir yıl öncesinde kriz belirginleşmişti. Dört burjuva hükümeti (Papandreou, Papademos, Samaras, Çipras) ve katı kemer sıkma paketleriyle dolu üç memorandumu geride bırakmışken birtakım sonuçlara ulaşmamız mümkün. Yunanistan’da yaşanan kapitalist ekonomik krizden neler çıkarabiliriz?

1. Krizin kaynağı

Ekonomik kriz üzerine burjuvazi tarafından getirilen çeşitli yorumların ve kriz teorilerinin (aşırı tüketim, kumarhane kapitalizmi vb.) aksine bilimsel olarak kanıtlanmış tek gerçeklik kapitalizmin krizlerin kaçınılmazlığını bizzat kendi genlerinde barındırdığıdır. Tutarsız niteliği ve düzensizliğiyle kapitalist üretim bu gibi krizlere gebedir. Kapitalist ekonomide, muazzam karlar biriktirmek için işçi sınıfının ortaya çıkardığı artı değere el koyma işlemini spekülatif parasal bir kılığa büründürerek kapitalist yeniden üretimi aşırı yüksek seviyelere çekme güdüsü bulunur. Paranın devalüasyonu (gerek ticari gerekse finansal) ve iş gücünün (bir meta olarak) devalüasyonu geçmişte defalarca yaşandı ve kapitalizm denen sömürücü sistem var oldukça gelecekte de kesinlikle yaşanacaktır.

Burjuvazi ve onun siyasal temsilcileri insanlardan krizin kaynağını gizlemek adına her türlü yöntemi denediler. “Aşırı tüketim”, “kötü yönetim”, “kumarhane kapitalizmi” gibi bazı teoriler insanları gerçek meseleden uzaklaştırmak ve toplum bilincinde kapitalizmi revizyondan geçirmek amacıyla bilinçli bir şekilde yüceltildi. Yunan siyaset sahnesinde sosyal demokratlar (SYRIZA, PASOK) ve muhafazakarlar (Yeni Demokrasi) krizin gerçek kaynağını örtmek adına elinden geleni yaptı. SYRIZA insanların güya kazançlı çıkacağı “insancıl bir hümanizm” illüzyonu yayarak halkın yönünün şaşırtılması oyununda büyük rol oynadı. Yunan burjuvazisi ve Avrupalı müttefikleri, neoliberalizmin karşısına sosyal demokrasiyi, para politikalarının karşısına keynesçi politikaları, memorandumun karşısına salt memorandum karşıtlığını, yapısal reformları, borçların yeniden yapılandırılmasını, borçların traşlanmasını, özelleştirmeleri vs. koyarak halkın Yunanistan krizi üzerine yaptığı tartışmayı belirli sınırlar içerisinde tutmayı başardı.


“Kapitalist sırf sermaye tarafından karakterize edilmiştir. Onun ruhu sermayenin ruhudur. Oysa sermayenin tek bir yaşam dürtüsü vardır, o da değer ve artı değer yaratma ve değişmez unsuru üretim araçlarını, artı-emeği mümkün olan azami miktarda zapt edecek hale getirmek yönündeki eğilimidir. Sermaye ölü emektir, öyle ki vampir misali yalnızca canlı emeğin kanını emerek  yaşar ve ne kadar kan emerse o kadar uzun yaşayacaktır.” (Karl Marx, Kapital, Cilt 1, Bölüm 10)

En başından beri “1950’lerden bu yana sermaye açısından en derin ve en uzun aşırı birikim krizi” olduğundan bahsederek daha da yoğun biçimde “kapitalist sistemin tarihsel sınırlarının” altını çizen biricik istisna olan Yunanistan Komünist Partisi dışında ülkenin geri kalan siyasi güçleri, sorunun özüne dokunmayarak kapitalist düzen açısından epey kullanışlı teorileri yücelttiler. Bu teorilerin üçü şöyle:

a) “Yunanistan AB’den çıkmalıdır”; ağırlıklı olarak “Halkın Birliği” (eski SYRIZA üyeleri) ve “Antarsya” gibi oportunist ve “aşırı solcu” unsurlar tarafından savunuldu. Bu argüman Yunanistan’ın AB’den çıkarak ulusal bir para birimini kabul etmesini ve bankaların ve ekonominin ana sektörlerinin kamulaştırılmasını destekliyor. Ancak asıl soru halen yerli yerinde: Ekonominin anahtarı kimin elinde olacak? Üretim araçlarının mülkiyeti kimde olacak, burjuvazi mi işçi sınıfı mı?

b) “Yunanistan işgal altında, Almanya’nın egemenliğinde vb.”; hem sağdan hem de soldan (faşist Altın Şafak da dahil olmak üzere) çeşitli milliyetçi ve popülist güçlerce savunuldu. Genellikle “Almanları” ve ülkenin “fatihlerini” suçlayan bu gibi görüşler krizden kâr elde etmiş Yunan burjuvazisi ve kapitalistleri açısından kullanışlıydı. Bir muhalif unsur olarak SYRIZA (ayrıca şu anda hükümetteki sağcı müttefikleri “Bağımsız Yunanlar”, yani ANEL) bu teoriyi “memorandumlar” ve “kemer sıkma işgalleri” konusunda kurtarıcılık taslamak amacıyla kullandı. Yukarıdaki görüş kapitalist sisteme ait krizin günahını kullanışlı bir “düşmana” yüklemekle uğraşarak sorunun özünü perdeliyordu.

c) “Kamu ekonomisinin yozlaşması ve kötü idaresi”; Geçtiğimiz on yıllarda Yunan hükümetleri içerisindeki yozlaşmanın ekonomik krizin yükselmesine önemli ölçüde imkan verdiğine kuşku yok. PASOK ve Yeni Demokrasi hükümetlerinin sayısız finansal skandalları açığa çıkarıldı. Bununla birlikte, yozlaşma krizin sebebi değil kapitalist krizin bir semptomudur. Yunanistan’ın devasa borçlarının ve açığının “yozlaşma” ve “kötü idarenin” sonucundan mürekkep olduğu doğru değildir. Borç, burjuva partilerinin girişimcileri ve büyük iş gruplarını yatırım yapmaları ve  kârlarına kâr katmaları için fonlama politikası sonucu artmıştır. Siyasal sistem ve kapitalist düzen arasındaki bağ, tam da ülke borcunun fasit dairesidir.

Yukarıda bahsi geçen her iki teori (b ve c) 2010-2011 yıllarında yaşanan sözde “alan hareketlerinde” sistematik bir şekilde işlendi. Partisiz apolitik karakteriyle “öfkeli yurttaşlar hareketi” (İspanya’daki versiyonu 15 Mayıs Hareketi’dir), örgütlü işçi hareketine dönük isteksizliği besledi. Sınıf odaklı politikaların özü yerine kişilere (“siyasetçiler hırsızdır!”) odaklanan bu hareketler  aşırı sağın ve hatta Nazi “Altın Şafak” gibi faşist seslerin ideolojik ve siyasi zemini besledi.

2. Sermaye kârına kâr katarken halkın payına kriz ve kemer sıkma paketi düşmüştür

Yedi yıllık bir dönemde (2009-2016) Yunan halkı birçok kemer sıkma paketiyle, ücretlerinde ve emekli maaşlarında kesintilerle yüzleşerek gelirlerinin çok büyük bir kısmını kaybetti. 2009-2013 dönemi boyunca tahminlere göre Yunanlar kişi başına yaklaşık 17.000 Euro kaybetti (Kaynak AMB). 2010-2014 yılları arasında ortalama ücretin alım gücü %16,5 oranında düşerken işsizlik oranı 2013 yılında (resmi verilere göre) %27’ye ulaştı.

Ne var ki, krizden herkes zarar görmemişti. 2011 yılında finansal çalkantının orta yerinde Yunan sanayisinin en karlı 500’ü kârlarında %18,2’lik artış görüyordu. Stat Bank’ın bir araştırmasına göre (2012) söz konusu 500 işletme 2010 yılından 2011’e, bir yıl içerisinde kârlarını 25 milyar Euro arttırmıştı.

Kriz Yunanistan’ın büyük sermayesinin bir bölümünü şüphesiz etkiledi. Ancak oldukça önemli bir başka bölümü, işgücünün değerinde yaşanan düşüşten ve çeşitli vergi ayrıcalıklardan faydalanarak kârlar elde etti. Dünyanın en büyüklerinden olan Yunan taşımacılık endüstrisi buna bir örnektir. 2002’den bu yana taşımacılık endüstrisinde 140 milyar Euro tutarında bedel vergilendirilmezken (Der Spiegel, 2014) çoğu taşımacılık sektörü devlerine ait olan 60 milyar Euro’ya yakınının İsviçre’deki Yunan fonları olduğu tahmin ediliyor. 2011’in ilk yarısında uluslararası ölçekte gemi inşa sektörüne yatırılan toplam sermayenin %16’sı Yunan şirketlerine aitti.

SYRIZA-ANEL hükümeti, selefleri gibi, büyük şirketlerin ve işletmelerin kârlılığını gözeten bir politika yürütmeye ve hatta bunu güçlendirmeye devam ediyor. Mevcut Yunan hükümeti büyük sermayenin siyasal kuklası rolünü kanıtlar şekilde büyük şirketlere yeni vergi ayrıcalıkları tanıyan ve çeşitli sektörlerde “stratejik yatırımların” devlet tarafından fonlanmasının önünü açan yasayı geçirmeyi başardı. Tüm bunlar ülkenin “kalkınması” içindi...

3. Burjuva politik sistem reforma uğradı.


Başbakan Alexis Çipras (solda) ve mevcut muhalefet lideri Kyriakos Mitsotakis (Yeni Demokrasi).

Yunanistan’da yedi yıllık kapitalist ekonomik kriz boyunca burjuva politik düzen reforma uğradı. Burjuva sınıfının siyasal sistemi revizyondan geçirmesinin ve seçimlerine yeni Avrupalı ve global ortama göre yön vermesinin sonucu olarak birtakım değişiklikler meydana geldi ve yeni partiler ortaya çıktı. Reform sürecindeki üç ana konuya işaret etmek gerekirse: a) Yeni çift kutuplu sistemin oluşumu (PASOK’un yerine merkez-sol kutup olarak yerleşen SYRIZA ve merkez sağ kutup olarak Yeni Demokrasi), b) İşçi sınıfını popülist illüzyonlar ve SYRIZA’nın boş vaatleriyle kandırma çabası, c) Siyasal bir “Frankenstein” olan faşist-Neonazi “Altın Şafak”ın seçimlerde yükselişi.

Yunanistan Komünist Partisi (KKE) bu reform eğilimini tam zamanında çözümlemişti. 19. Kongre Siyasal Kararları’nda (2013) KKE şunları belirtiyordu: “Liberal ve Keynesçi model arasındaki farklılıklar ülkemizde, burjuva politik sistemin hükümete aday olarak işbirlikçi, türlü burjuva partisi sunduğu reform girişiminde halk kitlelerinin düzenin sınırları içerisine hapsolmaları konusunda yararlanılan burjuva hükümetlerinin nöbet değişimindeki karşıtlık üzerinden dile getirilmiştir.” (...) (burjuva sınıfı) hangi hükümetin emek hareketini kontrol altında tutabileceğini, sınıf mücadelesinin yükselişini önleyebileceğini ve işçi sınıfına ve halkın gelirine artmakta olan saldırının ve genel olarak başta oldukça yüksek işsizlik oranları olmak üzere krizin sonuçlarının Euro’da bir memorandum ya da iflas durumunda, Euro’dan çıkışla birlikte kontrollü ya da kontrolsüz mümkün olan en düşük tepkiyle karşılaşarak gerçekleşeceğini temin edebiliyor olduğunu göz önünde bulundurur.”

Doğrusu, PASOK’un (ülkeyi 20 yıldan fazla süredir yöneten başat merkez sol parti) 2012 seçimlerindeki ani düşüşü SYRIZA’nın yükselişinin de işaretiydi. 2012’den Ocak 2015’teki seçim zaferine kadarki üç yıllık dönemde, SYRIZA “solda” (sosyal demokratlar, maocular, troçkistler, ekolojistler ve diğer bazı grupların koalisyonundan oluşan) küçük bir oportunist partiden  Yunanistan sosyal demokrasisinin temel direği haline getirildi. İki kutuplu PASOK-Yeni Demokrasi sistemi SYRIZA-Yeni Demokrasi ile yer değiştirdi. Yunan burjuvazisi bu değişiklik yoluyla düşük gelirli emekçi kitlelerin geniş kısmını sistemin sınırları içerisine hapsedebildi.

İnsanları gerçek sorundan (krizler yaratan kapitalist, sömürücü sistemden) uzaklaştırmak amacıyla yeni çift kutuplu sistem yeni bir sahte ikilik üzerinden kuruldu: “Memorandum taraftarlığı ve Memorandum karşıtlığı”. Aşağıdaki satırlarda da göreceğimiz üzere, memorandum AB ve burjuva hükümetler tarafından tekellerin çıkarı doğrultusunda uygulanan, daha kapsamlı bir halk karşıtlığının zirvesidir.

2013 yılında müzisyen Pavlos Fyssas’ın katledilmesi de dahil olmak üzere sayısız cezai kovuşturmanın sorumlusu olan faşist bir Neonazi partisi olan “Altın Şafak”ın yükselişi, faşizmin kapitalizmin yönsüzlüğünden palazlandığının ispatıdır. “Altın Şafak” sistem karşıtı bir unsur kılığına girmeye çalışsa da  (ırkçı, popülist bir demagojisiyle) kapitalizmin      “bekçi köpeği” olduğu açıktır. Göçmenlere, sendikacılara ve işçilere yapılan sayısız kanlı saldırılar bu suç örgütünün oynadığı rolün bir başka kanıtıdır.

4. Halk karşıtı politikanın doruk noktası olarak kemer sıkma memorandumları


Yunan Sanayiciler Federasyonu’nda ve ABD Brookings Enstitüsü’nde açılış konuşmacısı olan, dönemin muhalefet lideri, SYRIZA başkanı Alexis Çipras

Krizin patlak vermesinden bu yana Yunanistan üç “kemer sıkma memorandumu” gördü (Papandreou 2010, Samaras 2012, Çipras 2015). Yunan hükümetlerinin IMF ve AB ile imzaladığı bu memorandumlar finansal krizle başetmeyi amaçlayan tedbirler olarak ortaya çıktı. Ama kimin çıkarlarıydı söz konusu olan? Papandreou’dan Çipras’a burjuva hükümetleri, sancılı kemer sıkma paketlerinin krizin üstesinden gelmek için ihtiyaç duyulan çözüm olduğunu iddia ederek bir “kalkınma” safhasına geçiş yaptı. İşte yine karşımıza aynı soru çıkıyor: Kimin çıkarları için “kalkınma”? Cevap apaçık ortada: Büyük sermayenin, işletmelerin ve şirketlerin.

Resesyon aynı zamanda ülkenin krizle başetmek adına kapitalist düzen açısından daha az riskli yolun takip edilmesi yönündeki politika konusunda burjuvazi içerisinde yeni kavgaların ve ihtilafların alevleneceğinin (hem Yunanistan hem de AB’de) de işaretiydi. Bu ihtilaflar siyasal düzeyde ve “iç devalüasyon” (kemer sıkma, sıkı para politikası, kesintiler, vergilendirmede artış vb.) ya da “dış devalüasyon” (ağırlıklı olarak Yunanistan’ın Euro bölgesinden çıkışı anlamına gelecek olan para devalüasyonu) kavgasında (gerek Yunanistan gerekse AB düzeyinde)  kendini gösterdi. Her iki senaryoda da bedel ödeyen halk olacaktı.

Bir muhalif güç olarak SYRIZA, kredi veren kuruluşlarla, AB ve IMF ile yapılacak (sözümona) daha sağlam bir müzakerenin halkın çıkarı açısından daha olumlu sonuçlar doğurabileceği illüzyonunu kitleler arasında yaydı. Alexis Çipras’ın partisi memorandumlar ve kemer sıkma olmaksızın (sözümona) halkçı bir politikayla kapitalist sistemin sınırları içerisinde krizin atlatılacağı sözünü vererek seçmenleri aldattı.

KKE defalarca SYRIZA’nın kriz algısının doğası konusunda uyarıda bulundu. 2014’te Bay Çipras kurtarıcı rolünü oynarken KKE şunların altını çiziyordu:

"SYRIZA, sözde 'memorandum karşıtlığının', 'Merkel karşıtlığının' ve 'bankacılık karşıtlığının' AB ve Euro bölgesi versiyonunu destekleyenlerin ve salt Troyka’yı ve özellikle Almanya’yı mahkum edenlerin 'çamurlu sularında' balık avlıyor. Bununla birlikte, kapitalist krizin ortaya çıkışının memorandumu öncelediği gerçeğini örtbas ediyor. AB’nin Troyka’nın bir bileşeni olduğu gerçeğinin üzerinden atlıyor. Yunan hükümetinin troykayla imzaladığı memorandum Yunanistan’daki kriz koşullarında AB’nin genel siyasal çizgisinin özelleşmesinden başka birşey değildir. Dolayısıyla SYRIZA’nın memorandum muhalefeti, bu partinin AB’ye muhalefet etmeyip desteklediği göz önünde tutulursa, insanların gözünü toza bulamaktadır. Peki SYRIZA neden yalnızca troykayı ya da Almanya’yı suçluyor? Çünkü sermayenin, tekellerin AB’sine verdiği esas desteği bu yolla gizliyor. AB’nin 'Güney ülkelerinden oluşan bir cephe' kanalıyla değişim gösterebileceği illüzyonunu besliyor. Ancak kendi ülkelerinde aynı Alman hükümetinin yaptığı gibi insan haklarını çiğneyen ABD, Fransa, İtalya, Güney Akdeniz hükümetleri gibi uluslararası müttefiklerden talep edilen destek halk düşmanıdır. AB tüm halklar için bir cehennemdir. Gerçek şu ki; halk karşıtı tedbirler memorandum ve borçlara bakılmaksızın tüm ülkelerin işçi sınıfını ve halk kesimlerini ilgilendirir.” (Elisseos Vagenas, SYRIZA: “Kapitalizmin sol yedek gücü”, inter.kke.gr)

SYRIZA’nın iktidara gelişinden sonra olanlar aşağı yukarı biliniyor: 5 Temmuz 2015’te yaşanan (Çipras hükümetinin utanmazca %61 oranındaki “Hayır” oyunu yeni kemer sıkma paketine “Evet”e dönüştürdüğü) referandum komedisi, sermaye kontrollerinin koyulması, aşırı sert tedbirlerle dolu yeni bir kemer sıkma memorandumu, sosyal güvenlik hakları karşısında korkunç bir yasa, emekçi halkın vergilerinin yağmalanması, büyük sermaye için yeni ayrıcalıklar vb.

Yunanistan’ın kemer sıkma memorandumları burjuvazinin en az kayıpla krizi atlatma çabasıydı. Ancak, memorandumlar sadece on yıllardır süregelen emekçi karşıtı, halk karşıtı politikanın doruk noktasıydı. Emekçi karşıtı reformlar, özelleştirmeler, yeni sektörlerin serbest piyasaya açılması gibi tedbirler AB politikasının özünden ibarettir (1992 Maastricht Paktı ve onu izleyen AB paktları -Lisbon, Amsterdam, Nice vb.-  kalıcı bir halk karşıtı politikanın temelini oluşturdu.) Bu yüzden Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya gibi “memorandum anlaşması” bulunmayan ülkelerin yanında kapitalist kalkınmayı güçlendiren ve işçi haklarını kısıtlayan kemer sıkma politikalarını ve reformları uygulayan diğer ülkelere tanık oluyoruz.

5. Kapitalizmin krizlerinden tek gerçek kurtuluş, tek çözüm


PAME’nin (Tüm İşçilerin Militan Cephesi) Atina’da yaptığı kitlesel yürüyüş

Kriz yılları hiçbir burjuva hükümetinin (neoliberal, muhafazakar ya da sosyal demokrat) halkın çıkarları doğrultusunda çözüm üretemeyeceğini kanıtladı. Burjuva politik düzeni içerisindeki politikaların tamamının (sıkı para politikasından Keynesçi olanına) işçi sınıfı ve düşük gelirli insanlar için felaket getirdiği kanıtlanmıştır. SYRIZA’nın yükselerek hükümete gelmesi gösterdi ki niyetiniz ne kadar iyi olursa olsun düzeni içerden değiştiremezsiniz. Kapitalist sistemin daha “insani” bir yolla idare edilmesini amaçlayan avrokomünist, sosyal demokrat teoriler tamamıyla çöktü. Eski SYRIZA bakanları (Yanis Varoufakis, Zoe Konstantopoulou, Panagiotis Lafazanis gibi) tarafından kurulan yeni partiler aynı amaca sahip; her biri tam da SYRIZA’nın pozisyonunda yeni birer SYRIZA’ya dönüşmek, sosyal demokrat Çipras aldatmacasını yenileriyle değiştirmek istiyorlar. Kapitalist sınırlar içerisinde sözde “alternatif” çözüm öneriyorlar. İnsanlar böylesi sahte tuzaklara düşmemeliler.

Yunanistan olayı bizlere kapitalist ekonomide “insanların kârlardan üstün tutulamayacağını” gösteriyor.

Kriz burjuva sınıfının çıkarları (ekonomik, jeopolitik vb.) ile işçi sınıfının, kitlelerin çıkarları arasındaki tarihsel ve yerleşik karşıtlığın altını çizdi. Yunan burjuvazisinin emperyalistler arasında daha geniş bir bölgede meydana gelen uzlaşmazlıklara etkin bir şekilde müdahil olmasıyla NATO öncülüğündeki emperyalist bir savaşa (Suriye, Libya) Yunanistan’ın dahil olma tehlikesi çok çok daha aşikar.

Güçlü bir işçi-halk ittifakının oluşumu ve işçi sınıfı hareketinin bu doğrultuda yeniden üretilmesi kitleler için tek olumlu senaryodur. Bu doğrultuda, KKE’nin siyasal hattı ve faaliyeti, proletaryanın örgütlü önderliği olarak kapitalist barbarlığa tek alternatiftir. Mücadelenin zafere ulaşması için tekellerin otoritesini yıkmak ve yeni bir toplumun; Sosyalizmin-Komünizmin toplumunun inşası elzemdir.