Dijital Şarlolar

Dijitalleşme, her zaman eksik bırakılan gerçek insan ihtiyaçlarından (barınma, eğitim, sağlık, güvenlik ve şehir hakkı başta olmak üzere) kalan alanı dolduran ve ilerleme yanılsaması yaratan binbir çeşit ürünün alıcısını bulmasını sağlayan temel mekanizma olarak tasarlanmaktadır. İşte bu yüzden sağlıksız evlerde oturup, sağlıksız beslenen, sağlık güvencesinden ve çocuklarına gerçek bir eğitim…

Zafer Anayurt

Kapitalist dünyada iş dünyası dergilerine mülakat vermenin en temel kuralı, sözel içeriği dişlerin de muhakkak göründüğü bir gülümsemenin görseli ile tamamlamaktır. Sırıtkanlık denilse yeridir. Deneyimli foto muhabirleri, er meydanına yeni çıkan acemilere en fiyakalı kol bağlama şekillerini de gösterirler. Başlıkta ise muhakkak o zamanın itibarlı sözlerinden biri yer almalıdır.  Her beş-on senede bir sihirli kelimeler değiştirilse de temel mantık aynı kalır. Outsourcing, downsizing, right-sizing, flat-organisation ya da just-in-time-delivery gibi ifadeler, Akdeniz sahillerini perişan eden balon balığı sürüleri gibi ortalığı istila eder. Bir zaman sonra sessizce ortadan kaybolarak başka bir istilaya yer açarlar. 

ORTADAN KALKACAK ‘ORTA-BECERİLİ ÇALIŞANLAR’
Bugünlerde dijitalleşme çok revaçta. Dünyanın bir numaralı yazılım şirketinin ülkemiz müdürü “2025'e kadar dijitalleşmenin neredeyse 12 milyon orta-becerili çalışanı ortadan kaldıracağını” müjdeliyor. Teknolojik gelişme yoluyla emekçileri işinden etme furyasında sıra, alt yetenek düzeyi işlerden orta düzeye gelmiş demek ki. Çağrı merkezlerine dert anlatmak istediğinizde önce sesli yanıt sistemi ile boğuşmak, tüm emrivakilerini dinlemek, sonra uygun gördükleri menüde derdinizi aramak, probleminize uygun bir menü maddesi bulamazsanız bir insan ile görüşebilmek için sinir krizi geçirecek kadar çaresizlik duymak zorundasınız. Bakkallıktan köşe dönmüş bir market zinciri satın aldığınız ürünleri bizzat sizin kasadan geçirmenizi ve ödemesini de bir zahmet yapıvermenizi hayal ediyor. Öyle ya, kasiyer demek gereksiz masraf  demek. Logosunun rengini 2008 krizinde binin üzerinde elemanını işten çıkararak döktüğü kandan alan büyük bir banka ise eleman sayısını üçte birine indirerek şubesiz bankacılık yapmanın hülyasında. Doğalgaz şirketi kendi sattığı gazın sayacını okumak için faturaya bedel yansıtıyor; eğer uzaktan okumaya (telemetri) geçip çağ atlarsa bu teknolojinin bedelini de müşterileren çıkaracağından, hatta bunun üzerinden fazladan kar edeceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Do-it-yourself ya da self-servis kültürü her yerde özendiriliyor. 

SEKÜLER TEKNOLOJİ DİNİ
Thomas Hobbes, “insan insanın kurdudur” demişti ya, sermaye, emekçinin diğer emekçinin kurdu olmasını istiyor: Öteki işçiye olan ihtiyacı zekice teknolojilerle, ya da uzun saatlerini işe adayarak ortadan kaldırırsan, fazladan ürettiğin yığından sermaye tarafından takdir edilecek miktarda fazladan bir pay kapabilirsin. Ürün bolluğunda yaşanan sefalete bir karış yukarıdan bakabilirsin. Daha da önemlisi, hiçbir kişisel değer sistemine sahip olmadığın için, tutsak olduğun bu düzenin tek değerlilik ölçüsü olan kazanç artışı sana doğru yolda olduğunu kesin olarak gösterecektir. Böyle diyor patronlar. Sonuçta, tüm yaşamı sermayenin sonsuz kar döngüsünün gittikçe rasyonalize edildiği bir sürece dönüştürmek istiyorlar. İnsanlar değil, tüketim kalıpları ile profillenmiş müşteriler ve sonsuz çeşitlilik içinde soyut birer ürün-kodu haline gelmiş metalar var onlar için. Bu iki nehirin birbirine karşı hiç tıkanmaksızın, gittikçe hızlanarak akmasını hayal ediyorlar. Emekçi kesimin en yetenekli çocuklarını seküler teknoloji dininin rahipleri olarak ayrı bir kast haline getirmek, onların yardımı ile bu insansızlaştırma dönüşümünü mantıksal sonuçlarına götürmek istiyorlar. Her alanda olduğu gibi bunun da çığırtkanları var.  

SERMAYEDARA KÖTÜ HABER: İŞÇİLER OLMADAN KAPİTALİZM YÜRÜMÜYOR
Sekiz yaş çocuklarına sorulan bir zeka problemi vardır. Gömülen bir kutu nedeni ile dışarıda kalan toprağın daha büyük bir çukur açılarak ortadan kaldırılması önerilir ve çocuğun çelişkiyi yakalayıp yakalayamadığı izlenir. Osmanlı döneminin maarif vekili Emrullah Efendi "Şu mekteplerolmasaydı, ben bu maarifine güzel idare ederdim" diyerek tarihe geçmiş. Sermayedar açısından kötü haber şu ki işçiler olmadan kapitalizm yürümüyor. Emek girdisi azalıp sermaye yoğunlaştıkça üretim maliyeti düşüyor, rekabet gücü artıyor. Ancak, limit durumda son işçi gönderildiğinde sermayenin kendi çalıp kendi oynayacağı ideal duruma maalesef ulaşılmıyor; zira nihai ürüne talep kalmıyor.  Bu, ancak bir bilim-kurgu senaryosu olabilir.

BİZİ BİZDEN İYİ TANIYORLAR
Bu durumda emekçiler olarak aynı zamanda müşteriyiz. Aslında bu, sermayenin biz emekçilerde görmek istediği belki de tek kimlik. Artık sıradan bir meta satın alırken bile tek bir müşteri değiliz. Örneğin bir cep telefonu şimdilerde finans, telekom ve  elektronik sektörlerinin kayıtlarında ayrı ayrı dijital izlere dönüşüyor. Eskinin tek zamana ve tek mekana kısıtlı para-bir-yana mal-bir-yana değişiminin yerini kredi güvenirliğimize göre önümüze çıkarılan borç verme teklifleri, “hediyesi” ürünler ve bizim geleceğe uzanan kullanma taahhütlerimiz almış durumda. Emekçiler olarak henüz oluşmamış gelirimizi kullanabiliyor, oluşmamış gelirimiz üzerine taahhütte bulunabiliyoruz. Emeğimizin yarın ne kadar edeceğinin ya da bir krizde işsiz kalıp kalmayacağımızın bilgisine sahip olmadan hareket ediyoruz. Bizim için büyük kolaylık. Acaba öyle mi? Yeni düzenin en temel farkı budur: kapitalizmin çıkış noktasına göre çok daha uzun vadeli belirleyiciliği olan çok daha genel bir sermaye-emek ilişkisi. İzleniyor, fişleniyor ve profilleniyoruz. Tüketici olarak verimliliğimize ve borçlu olarak güvenilirliğimize göre notlandırılıyoruz. Hangi ürünlerle baştan çıkacağımız  konusunda bizi kendimizi tanımadığımız ölçüde tanıyorlar. Dijitalleşme, bu dönüşümün her noktasında bilgi teknolojilerini en ileri düzeyde kullanma niyetinin yeni adıdır. Bankacılık ve kredi sistemi, paylaşılan müşteri profilleri ve kara-listeler, kişiye özel Internet reklamları ve Internet takip teknolojileri, ürün çeşitlendirmeye yarayan siparişe bağlı esnek üretim hatları, stok-kontrol ve dağıtım sistemleri bu yapbozun kolaylıkla seçilebilen parçalarıdır.  

TEKNOLOJİK ÇÖP İLE BORÇ YIĞINI YANYANA 
Kapitalist sömürüyü feodal sömürüden köklü bir şekilde ayırt eden özgünlüğü, kapitalist üretim ilişkisi içinde emekçiye uygulanan zorun çoklukla ekonomik bir biçim almış olmasıdır. Görüntüde emekçi mevcut pazar koşullarında emeğini satmakta ve ücretinin elverdiği ölçüde ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ama ihtiyaçları kim belirliyor? Siyasal baskının ekonomik bir rızanın yokluğunda yeterli büyüklükte bir toplumsal kontrol yaratması uzun vadede mümkün değildir. Emekçiler, tüm hatalarına karşın sistemin ilerlediği yanılsamasını yaşadıkları sürece daha insanca bir düzenin düşünü dahi kuramazlar. Dijitalleşme, her zaman eksik bırakılan gerçek insan ihtiyaçlarından (barınma, eğitim, sağlık, güvenlik ve şehir hakkı başta olmak üzere) kalan alanı dolduran ve ilerleme yanılsaması yaratan binbir çeşit ürünün alıcısını bulmasını sağlayan temel mekanizma olarak tasarlanmaktadır. İşte bu yüzden sağlıksız evlerde oturup, sağlıksız beslenen, sağlık güvencesinden ve çocuklarına gerçek bir eğitim sağlamaktan yoksun hanelerde bu kadar çok teknolojik çöpü büyük bir borç yığını ile yan yana bulabiliriz. Ayrıca kendisi hiç de teknolojik olmayan bir kısım çöp ürün de bu sistem içinde kolaylıkla pazarlanabilmektedir. 

Önceleri makineleşme ve otomasyon, günümüzde ise bilgi teknolojileri ve dijitalleşme söz konusu olduğunda sonuçlar uygulandıkları düzenden bağımsız olarak olumlu değildir. Tehlikeli, monoton ya da insanın bedensel ve ruhsal sağlığına aykırı işlerin ortadan kaldırılması ancak sosyalist bir düzende işsizlik baskısı olmadan mümkündür. Sermaye düzeninde teknolojinin iki temel işlevi vardır: ilki üretimde emek oranını düşürerek işsizlik havuzunu beslemek ve böylece ücretlere baskı yapmak, ikincisi kazanılmış ücretin emekçinin kişisel yararı açısından akıl-dışı, ancak uzun dönem karlılıkta sermaye için  en akılcı tüketimin sağlanması. 

ŞARLO’NUN DİJİTAL KOPYALARI
Son günlerde Charlie Chaplin yaşasaydı Postmodern Zamanlar’ı nasıl sinemaya yansıtırdı diye daha sık düşünüyorum. Gözümün önüne bir çağrı merkezinde, dağıtım zincirinde ya da satış operasyonunda mesai başında akşama kadar Sistem’in bir parçası olan postmodern emekçiler var.  Mekanik çarklar arasına sıkışmış işini yapmaya çalışan Şarlo’nun dijitalleşmiş kopyaları. Ama asıl fark akşam geç mesai çıkışı başlıyor: Yeni emekçinin akşamları dahi kendine ait değildir. “Rasyonel” tüketici olarak vermesi gereken birçok akıl-dışı karar onu bekler. Dinlenmesi ve eğlenmesi bile tutsak alınmıştır.