Spor ve futbol okulları üzerine

İsmail Topkaya

Blog: Spor

Spor alanında da diğer tüm alanlarda olduğu gibi kamuculuğun tasfiyesi, piyasacılığın ve onun gereği özel girişimciliğin orta ve orta alt sınıf insanlarına yansımalarından birisi de spor okulları uygulamalarıdır. Bu anlamda genelde spor okulları ancak özelde futbol okulları konusu, talep eden çocuk niceliğine bağlı olarak ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle bu yazı daha çok futbol okulları temelinden hareket eden gözlem ve bilgilere dayanmaktadır. Fakat konu çocuklar, gelişim ve eğitim olgusu ile ilgili olduğundan yazılanları diğer tüm spor dalları için de kabul etmek olasıdır.

Öncelikle “çocuklar ve spor” ilişkisinin kamusal bir iş, yükümlülük ve gereklilik olduğu üzerinden oyun oynama isteği ve ihtiyacının, bedensel etkinlikler ve spor yoluyla katılımın bir insan ve çocuk hakları meselesi olduğunun altını çizmek gerekir.Bu anlamda, Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi kurumları ve uygulamaları önemlidir. Eksik kalmış veya yeterince işletilememiş olabilir. Ama hem önemli hem de çok değerli olduğunun bilinmesi ve farkına varılması gerekir. Özellikle “beden eğitimi - terbiyesi” konusu bağlamında ders ve özel gösteri uygulamalarını “militarist bir toplum oluşturma” yolunda çalışmalar olduğu yönündeki bazı söylem ve yazılı eleştirileri asıl mesele ve gerçeklik açısından kayda değer bulmadığımızı belirtelim. Cumhuriyetin kamucu anlayış ve yaklaşımlarının bir sonucu olarak, TİCİ (Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı) ile başlayan BTGM (Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü), GSGM (Gençlik Spor Genel Müdürlüğü) ve şimdilerde işlevini yitirmiş bir şekilde ağırlığı, önemi, kurumsal içerik ve işleyişi fazlasıyla değiştirilmiş olan Spor Genel Müdürlüğü’nü, sporda devlet modeli, merkezi ve ona bağlı il ve ilçe örgütlerinin varlığını toplumcu devletçilik anlayışı çerçevesindeki yapılanmasının ilk örnekleri olarak kabul etmek olanaklıdır.

Kamusal yaklaşımların ne olduğu ve nasıl olması gereğinin uzun uzadıya anlatmaya gerek yok.  Spor insan ve çocuk hakları bağlamında gelişim, eğlenme ve mutlu olmanın araçlarından birisidir. Aynı zamanda spor, bir eğitim aracıdır. Bu anlamda ilgili eğitim ve spor bakanlıkları ile bunların bünyesinde bulunan okullar, il ve ilçe spor teşkilatları, sporda kamusal planlamanın ve uygulamaların tasarruf sahipleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar.

Ancak okullar tesis, alan yokluğu ve büyük ölçülerde yetersizliği, içerik ve ders saatleri bakımından sürekli değişen müfredat problemleri, öğrenci yoğunluğu, branş öğretmenleri yetersizliği ve maalesef uygarlık karşıtı yaklaşım ve olumsuzluklar ile daha birçok nedene bağlı olarak çok az sayıda özel yetenekli çocuk için sadece “okul spor takımlarına” katılım şeklinde olabilmektedir. Bu da okulların öğrenci mevcudunun ancak %1’i ile 10’u arasında bir öğrenciye ulaşabilme anlamına gelen bir sonuç üretmektedir.

Keza spor bakanlığına bağlı ilgili gençlik ve spor il, ilçe teşkilatları da aynı şekilde il ve ilçe nüfusuna oranla çok az sayıda çocuğa yönelik çalışmaları koordine etmektedirler. Üstelik buralarda futbol federasyonunun özerk bir kurum olması nedeniyle futbol branşı ile ilgili herhangi bir çalışma da söz konusu değildir. Geriye ise spor kulüpleri kalmaktadır. İlgili federasyon kurallarına tabi olarak kurulan dernek statüsündeki spor kulüpleri ve şirketleşen spor kulüpleri özel, tüzel kişilerce ve ilgili yönetmelik gereği spor alanında faaliyet gösterme amacıyla kurulan kurumlardır. Çocuklar söz konusu kulüplerde ya o kulüplerin altyapılarındaki ilgili yaş kategorilerinde yer almaktadırlar. Bu sayı, her yaş grubu için ortalama seçilmiş 20 çocuktan ibarettir. Yaz aylarında belli bir ücret karşılığı açılan bir, ya da en çok iki aylık diyebileceğimiz spor okullarına gidebilmektedirler.   

Bu arada, fark edilmiş midir bilemiyoruz ancak il ve ilçeler dışında yaşayan çocuklar için spor ve spor kurumları ilişkisi söz konusu değildir. Nüfus yoğunluğunun il ve ilçe merkezlerinde olması bunun için bir gerekçe değildir elbette. Zaten kurumların kent merkezlerinde yaşayan ilgili ve ihtiyaç içinde olan çocukların ulaştığı kitle 8-15 yaş arası dikkate alındığında verili değerlere göre ortalama ulaşılan çocuk oranı 1/20 ile 1/50 arasındadır. Bu, karanlık bir tablodur. Bazı kurum verileri sadece kayıt yaptırmış veya birkaç kez temas edilmiş çocukları da ulaşılan çocuklar olarak kaydettiğinden tablo aslında çok daha kötüdür.

Ülke çocuk nüfusunun çok az bir bölümü hariç, Türkiye’nin çocukları yeterince, keyfince ve olması gerektiği gibi beden eğitimi etkinlikleri ve spor faaliyetleri içinde yer alamamaktadırlar. Çok büyük bir çocuk kitlesi birçok nedene dayalı olarak istedikleri bir spor branşında, haftanın belli gün ve saatlerinde kendilerini geliştirme olanağı bulamamaktadır.

Bu konudaki asıl olması gereken yerel ve mahalli spor örgütlenmeleri hayata geçirilememiş, var olanlar da işlevsel kılınamamış durumdadır. Bunda özellikle 1950’lerden itibaren başlayan ama asıl olarak 1980’den sonra liberal ve piyasacı yapılanmaya paralel olarak ülke spor modelinin özel teşebbüs alanı olarak belirlenmesinin payı büyüktür.

Bir diğer durum, teknik olarak bakıldığında ülkenin spor modeli olarak okulları mı yoksa kulüpleri mi ‘başat’ olarak belirleyip belirlemediğinin seçilememesidir. Çünkü okulların beden eğitimi, oyun ve etkinliklerin tüm çocuklara sunulduğu ve bunun eğitiminin verildiği yerler olarak öne çıkması beklenirken, kulüpçülüğe yönelmişler ve bu nedenle çocuklar, bu tür aktivitelerden uzak bırakılmışlardır. Spor kulüpleri ise varlık nedenleri olarak bulundukları yerelde tüm isteklilere yönelik işlev yerine, tamamen yarışmacı bir spor anlayışını benimseyerek sadece bir grup çocuğa ve gence olanak yaratabilmişlerdir.

Devlet ilgili kurum ve kuruluşları bu anlamda bireysel bir hak olan spor yapma ve spor çalışmalarına katılma konusunda kamusal yükümlülüklerini unutmuş, ihmal etmiş ya da yetersiz kalmış durumdadır. Doğal olarak geriye neden olunmuş olunan söz konusu ihtiyacı karşılamaya yönelik sporun mikro düzeylerde özelleştirilmiş hali olan özel spor okulları girmeye başlamıştır. Bunlar, yaz spor okulları ve spor okulları olarak piyasa koşulları ve dayatmaları ile bireysel teşebbüslere bağlı sözde istihdam yaratan küçük çaplı işletmelere dönüşmüş durumdadırlar.  

Genel olarak, ağırlıklı bir şekilde ‘nicel talep ve talebin arzına uygunluk açısından’ futbol ile ilgili olan bu okullardan olan yaz okullarını fazla irdelemeye gerek yoktur. Çünkü adı üstünde bu kuruluşlar yaz spor okulu veya yaz futbol okullarıdır. Süreleri kısıtlıdır. Tamamen zaman geçirmek ve para kazanmak amaçlı rekreasyonel faaliyetler olarak tanımlanabilir. Tabii bunlar aynı zamanda ilgili kişilerce spor okullarına veya kulüp altyapılarına yetenekli çocukları gözlemlemek için de birer fırsat yaratan faaliyet alanları konumundadırlar.

Yaz spor okulları kısaca yazın bir süreliğine gidilen yer demektir.  Okul kelimesinin varlığı ise yalnızca sözün gelişidir. Çünkü okul demek program demek, süreklilik demek ama çok daha önemlisi bir ‘yaklaşım’ demektir.  Özetle, yaz spor okulları spor eğitim verilen okullar değillerdir. Futbol okulları ise yaz spor veya futbol okullarından süre, süreç ve içerik olarak daha farklı konumda olan spor eğitim yapılanmalarıdır.

Ülkemizde neredeyse bir sektör haline gelmiş futbol okulları konusu ise ‘tartışmalı’ olmaya devam etmektedir. Tartışmalı olma meselesi esasen ‘futbol okulu’ diye bir şeyin varlığı değil, gerekliliği ve amacı ile ilgilidir. Türkiye'de şu an itibariyle yüzlerce futbol okulu vardır. Bu futbol okullarının amaçları ve gereklilikleri nedir? Bunu tartışmak elzemdir.

Yoksa, var olan futbol okullarının kalitesi ve ne ölçüde doğru, bilimsel ve yararlı olup olmadıkları konusu başka bir çalışma konusudur ve bizim bu yazıdaki amacımız değildir. Ama bunların varoluş gerekçeleri bu gerekçelerin gerekliliğine ilişkin ‘toplumsal ihtiyaçlar’ ölçütü sorgulaması yapılması gereken bir konu olsa gerektir.

TFF ilgili kanun maddesine uygun olarak bir yönetmelikle futbol okulu açma, işletme şartlarını belirlemiştir. Dolayısıyla herkes bu şartları yerine getirdiğinde futbol okulu açabilir ve işletebilir. Bizim ise futbol okulları ile asıl tartışmak istediğimiz şey,  ‘futbol okulu’ diye bir şeyin varlığının ne olması gerektiği, daha önemlisi ülkenin futbol politikası ve organizasyonu içindeki yerinin neresi olduğu ve olması gerektiği ile ilgilidir.

Bunları maddeler halinde sıralayarak derdimizi ve söylemek istediğimiz özetlemeye çalışalım.

1. Dünyanın futbol ile ilgili en gelişmiş ülkelerinde futbolcu yetiştirme işi bizde olduğu gibi ‘futbol okulları’ aracılığı ile gerçekleşmez. Öncelikle yerel mahalli ve bölgesel lig kulüpleri ve federasyon kulüp işbirliği ile mahalli ve bölgesel liglerin altyapılarından gelen akışlardan beslenen merkezi federasyon ve kulüp organizasyonları şeklinde aşamalı okullar aracılığı ile gerçekleştirilir.

2. Okullar öncelikle bir amacı olan eğitim kurumlarıdır. "Geliştirmek için" diye bir amaç yeterli değildir. Okul zaten doğası gereği geliştirmek zorundadır. Buradaki amaç bir sonraki, aşamaya hazırlamak anlamındadır. Amacı olmak demek ise bir sonraki okul ya da aşamaya geçiş yapabilmeyi ifade eder ya da etmelidir.

3. Dolayısıyla ‘futbol okulu’ işi, öncelikle okul olmanın gerekli kıldığı mekân, kadro, program, süreç ve çok daha önemlisi bir anlayışın (ki ontolojik olarak buna ekol diyoruz) organizasyonu olmak zorundadır. Yoksa okul değil kurs, etkinlik, seminer ya da benzer bir eğitim faaliyeti olur.

4. Futbol Okulu, önce okul olmanın koşullarını sonra da futbola ilişkin okul olmanın koşullarını işleyiş, içerik, amaç, ulusal ve evrensel boyutlarda bir modele oturması için bunun o ülkenin spor ve futbol işleyişinden bağımsız veya dolaylı bağımlı değil, tamamı ile ilgili bir biçimde yürütmek zorundadır. Bu da kulüplerin bu işin sahibi, yükümlüsü, sorumlusu ve ilgilisi olmasıyla mümkündür. İlgili federasyonun koordinasyonu, işbirliği ve yol haritası ulusal ve evrensel spor ve futbol politikasının belirleyeceği temel üzerine inşa edilerek yürür.

Başka türlüsü ne kadar iyi niyetli olursa olsun okul değil, futbol okulu değil, piyasa koşullarında piyasası oluşturulmuş ve öncelikli iş olarak para trafiği üzerine tasarlanmış bir "serbest meslek" esnaflığı olur ki; Ne yazık ki Türkiye'deki yapı şu an itibariyle budur.

Peki ya çözüm?

1. Kulüpler bu işe emek, para ve zaman ayırmıyor. Sorumluluk ve yükümlülükleri çok az.

Bir futbol kulübü futbolcu yetiştirmekle mükellef olmak zorundadır. Bunun için bünyesinde futbol okulları ile altyapı ilişkisini daha doğru tesis etmeleri sağlanmalıdır.

2. Futbol bütçesi kaynaklarının önemli bir bölümünü ‘okullaştırılmış’ futbol okullarına aktarmalı ve bu okulları altyapılarının organik parçası haline getirmelidir. Bu yapay ve yapmacık bir ilişki değil, sorumlulukları olan bir ilişki olmalıdır.

3. İlgili federasyon futbol okulları denetimini korkutma üzerine değil, birleştirme, büyütme, güçlendirme, nitelik kazandırma ve bir üst çatı altında toplama yöntem ve tekniklerini devreye sokarak futbol potansiyeli yönlendirmesini, seçimini ve eğitimini yeniden düzenleyecek modeli hayata geçirmelidir.

4. Futbol okulları sadece futbol eğitmeni/antrenörü istihdam etmek için düşünülmüş esnaf ve piyasa mantığı ile hareket eden yapıdan kurtarılmalı; gerçekten verimli, üretken, çalışkan ve istekli kadroların ‘kadrolu istihdamı’ sağlanarak ülke futboluna doğrudan katkıda bulunabilecekleri bir yapıya dönüştürülmelidir.

Söz konusu bu okulların yerelden başlamak üzere birbirleri ile ilişkilendirilmeleri sağlanacak biçimde mahalli, bölgesel ve merkezi kulüplerin ardışık çalışma modellemesi üzerine inşa edilmelidir. Bu sayede birçok yeti sahibi çocuğun, yetenekli ve yeterli gencin gerçek futbola doğru yönlenmesinin önü de açılmış olacaktır. Aynı zamanda birçok istekli, çalışkan, verimli ve üretken futbol adamının da emeklerinin karşılığı olan ücreti almaları ve hayatlarını daha iyi koşullarda ve de sadece bu işi yaparak sürdürmelerinin önü açılmış olacaktır. Bunun dışındaki işleyiş ile şu anki mevcut işleyiş, futbol okullarının pedagojik eğitim ilkelerinden uzak, çocukları müşteri olarak değerlendiren ve ülke futbolunun öz kaynaklarına dönme yaklaşımının sistematik bir yapıya bürünmesine neden olmayacağı açıktır.

Bir sonraki yazıda Almanya örneğinde göreceğimiz üzere asıl mesele, tüm çocuk ve gençlerin spor ile buluşmalarını sağlayacak bir sistemi kurmak ile ilgili olmalıdır. Modelin öncelikli yanı, her çocuğun eğlenmek için oyun ve spora katılımının sağlanması anlayışının pratiğini oluşturmaktır. Sonraki süreç ise ne denli karşısında olursak olalım, uluslararası düzeyde bir spor/futbol alanında ve koşullarında olmayı düşünüyor ve istiyorsak bunun gereği olan amatör ruha sahip, toplumcu sporcular yetiştirme projelerini de hayata geçirmek zorunluluğu vardır. Ancak bunun yolu, fırsat eşitsizliği yaratarak veya ayrıcalıklı bir kitle veya grup oluşturarak değil, her çocuğun spora ulaşabilmelerini sağlayıp süreç içinde istekli ve özellikli olanların, süreç içinde doğal seçilim ile devam etmelerini sağlamak olmalıdır