Pepe transferi ve futbolun pazar ülkesi olmak...

İsmail Topkaya

Blog: Spor

Kendi mantığı ve koşulları dâhilinde transfer, gerektiğinde gerekli olan veya olabilen dış alım ve dış satım ilkeleri ile işleyen futbolcu, kulüp ve para trafiğine dayalı bir alış veriştir. Ama bu trafiğe neden olan asıl şey elbette paradır. Transfer başka bir açıdan bakıldığında, aynı zamanda transfer yapanın transfer yaptığı konuda yetersiz oluşu ile ilgili göstergelerinden birisidir. Bu, elbette ki teknik bir konudur. Öte yandan transfer dediğimiz şey, uluslararası futbol piyasasının gereklilikleri ve koşullarının zorunlu kıldığı da bir spor ve futbol politikasıdır. 

Bu koşullar ve ön kabuller ile birlikte dâhi düşünüldüğünde, kulüplerin ve takımların sadece veya büyük oranda transferler yaparak kendilerini sürdürülebilir bir dünya kulübü ve takımı yapabilmeleri piyasanın gelir/gider denkleminde mümkün değildir. Transfer politikasına ilişkin bazı kulüplerin tamamen paranın gücü ile her şeye sahip olmaya ve işi bu şekilde yürütmeye odaklı yapılanma örnekleri elbette vardır. Örneğin İspanya’da Real Madrid tam anlamıyla olmasa da böylesi bir yaklaşımı benimseyen bir tavır içinde görülürken, Fransa’da Monaco ve PSG örneklerini bu duruma örnek vermek mümkündür. Buna karşı tavrı olmayan ancak kadrolardaki uzun süreçli tutum ve tavır göz önüne alındığında, bir Bayern Münih örneği başka yerde durmaktadır denilebilir. İngiltere’de ise Chelsea ve M. City örnekleri ise tam anlamıyla birer transfer takımları olmanın petro-dolar spor/futbol ilişkisinin modelleri olarak yaşamlarını sürdürmekte olduklarını göstermektedir.

Yaşaması ve yaşarken üst düzeyde başarılı olması beklenen ve istenen ama aynı zamanda kendi ekonomisi ile de bu işi götürmek durumunda olan kulüplerin ise transfere dayalı varlıklarını sürdürmeleri, dahası bu anlayış ve futbol yaklaşımları ile kendi ülkelerinin futboluna ve futbolcu gelişimlerine katkı sunmaları mümkün değildir.

Türkiye futbol kulüplerinin transferlerinin toplam harcamalarına baktığınızda milyonlarca dolar ve avro içeren bir sözleşmelerden oluşan bir piyasaya sahip olması, “büyük ve güçlü kulüp” olmanın alametifarikası değildir.

Hele ki, güçlü bir spor ve futbol ülkesi olmanın göstergesi ise hiç değildir. Peki neden? Çünkü aynı Türkiye'de bin 500 liraya çalışan, 2 bin lira için dudak bükülen yüzlerce altyapı antrenörünün olduğunu, 50 bin lira almak için kulübüyle mahkemelik olan futbolcuların, bunun yanı sıra alan ve saha yoksunluğu yüzünden top oynayamayan çocukların ve yaz okulu, futbol okulu diye “piyasa sporu” ürünü organizasyonlar ile para kazanma peşinde koşan futbol antrenörlerinin barındığı bir ülke asla birinci sınıf bir spor ve futbol ülkesi olamaz, görülemez.

Nesnel bir gerçekliktir. Bir kulübün altyapılarında yer alabilmek için ‘torpil’ arayan çocuk sayısının milyonlara ulaştığı, bu çocukların okul ya da mahalleleinde bir spor kulübü ve etkinliğine ulaşmalarının neredeyse imkânsız olduğu ve bu durumun ‘doğal’ sonucu olarak beşeri ilişkiler yoluyla bir siyasetçi bularak herhangi bir kulüpte eğitimci olarak çalışabilmek için sıra bekleyen binlerce antrenörün karın tokluğuna çalışmayı kabul etmek zorunda bırakıldığı bir ülkede, milyon dolarların sırf popüler diye bazı oyunculara harcanması büyük bir çelişki ve spor trajedisidir. 

Buna verilebilecek en güncel ve güzel örneklerden birisi Beşiktaş’ın Pepe transferidir.

Beşiktaş'ın Pepe transferi konusunda, Pepe’nin 34 yaşında olması ve artık Real Madrid takımında yer bulamayacak olmasını bir tarafa bırakalım. Ama "Efendim adam Real Madrid oyuncusuymuş", "Daha ne olsun Beşiktaş çok iyi iş çıkarmış", "Avrupa şampiyonu Portekiz'in oyuncusunu alıyorsun, adam aynı zamanda savaşçı” gibi değerlendirmelerin bizdeki transfer anlayışının ve futbol okuryazarlığının ‘niteliğini’ sunması açısından iyi örnekler teşkil ettiğini görebiliyoruz.  

6 Temmuz itibari ile konuyla ilgili bir haber daha gündeme gelmişti. Beşiktaş başkanı Fikret Orman, önümüzdeki bir yıl içinde 55 milyon (eski değerle 55 trilyon) liralık transfer yapacaklarını açıklamış. Büyük ve "şampiyon takım" olmak böyle bir şey herhalde?

Birincisi, Pepe transferinin nasıl bir iş olduğu sezon içinde herkes tarafından görülecek. Daha önceki onlarca örnek içerisinde, transferlerin akıllıca ve strateji gözetilmeksizin yapılmış olmasında görüldüğü gibi. Pepe özelinde söylersek, oyun ve fair-play ahlâkından bu kadar uzak, yarışmacılık ile acımasızlığı birbirine karıştıran bir futbolcuya iki yıl içerisinde tüm ödemeler sonucunda 10 milyon avro kadar bir ücret ödemesi yapmak demek, onu adeta sözünü ettiğimiz olumsuzlukları nedeniyle ödüllendirmek ve daha “iyi ve kaliteli oyunculara" bir ölçüde ihanet etmek demektir.

İkincisi, Beşiktaş başkanı açıkladığı ve bir yıl içinde transfere harcayacaklarını duyurduğu söz konusu 55 milyonun %20'sini önümüzdeki yıl için altyapılara, öz kaynakların işlevsel hale getirilmesine ve buna koşut olarak altyapı yatırımları ve eğitimci antrenörlerin gelişimleri ile özlük haklarına ayırmayı sağlayabilse, inanın dünya kulübü olma yolunda inanılmaz mesafeler alınan bir Beşiktaş takımı ile karşılaşmak daha mümkün hâle gelirdi. Örneğin Bayern Münih, akademilerine önem veriyor olması ve oyuncu yetiştiriyor olma konusundaki verimliliği bağlamında örnek kulüplerden birisidir. Kulüp 2017 yılı için altyapılara tam 70 milyon avro para tahsis ettiğini açıklamış bulunmaktadır. Bu rakam, Bayern'in yıllık gelirinin neredeyse yüzde 15'ine tekabül etmektedir.

Ancak görüntü itibariyle bu durum, Türkiye’de olmayacaklar listesinin başında yer almaktadır. Futbolun Türkiye sömürgenleri ve kemirgenleri bunun yapılmasına izin vermez.
Çünkü transfer denilen o çok yönlü para trafiğinden o kadar çok nemalanan türedi ‘futbol adamı’ var ki...

Türkiye, harcadığı olağanüstü bütçeler ile transfer yapan ülke konumundan transfer yapılan ülke hâline gelmez ve alt yapılarına vermesi gereken desteği plânlamayan bir ülke olarak kalmaya devam ederse, ne yazıktır ki, ülkemiz 2. sınıf bir futbol ülkesi pozisyonundan ilelebet kurtulamayacak demektir. Altyapılarını beslemeyenler, altyapılarını önemsemeyenler ve altyapılarına yönelik yatırım yapmayanlar, ülkenin çocuklarını spor ve futbol ile buluşturmayanlar, patronları beslemeye ve onları beslerken de bazı spor ve futbol simsarlarını yaşatmaya da devam edeceklerdir.

Bununla birlikte, kimilerine göre yapılacak şeyler arasında gözüken, futbol kulüpleri sayesinde ciddi kazançlar elde eden çoğu şirket sahibi patronun, üzerinde hak iddia ettikleri kulüplerini kendi şirketlerini yönetirken gösterdikleri hassasiyet (denk bütçe, fazla veren bütçe hassasiyeti vb. gibi) ile yönetmelerinin sağlanması fikri, bu çürümüş futbol düzeni içerisinde değerlendirildiğinde, kuru bir ‘beklenti’ yaratmaktan öteye geçemeyecektir.

Özetle, bu çarkın durması, durdurulması gerek. Kesin ve kökten çözüm, piyasacı futboldan, yarışmacılığın tabulaştırıldığı ve kazananın kutsallaştırıldığı spor ve futbol anlayışından ivedilikle kurtulmaktır.


İlgili yazılar

Futbol rantiyesinden futbol şantiyesine dönmek zorundasınız

Fenerbahçe ironisi