Tarihten kesitler: DP döneminde futbol

İsmail Sarp Aykurt

Blog: Spor

14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimler sonucunda Demokrat Parti (DP) iktidarının kesinleşmesi, futbolun da yeni bir evreye geçtiğini gösteriyordu Türkiye’de. Bu evre, büyük kulüplerde iktidarın değişmesi ve aynı zamanda siyasal çevrelere verilen mesajlar ve uluslar arası propaganda süreçlerinin başlaması demekti. Bu sürecin sonuncu hamlesi olarak ise ülke futbolunda profesyonelleşme gündeme getiriliyor, yasalaşıyordu. Topyekûn bir popülerleşme, kitleselleşme ve gericileşmenin de başladığı yıllardı diyebiliriz bu döneme.

Seçim gününden hemen sonra ise ciddi hazırlıklar başlıyordu. Öncelikli hedeflerden birisi Türk-Amerikan ilişkilerinde hızlı bir iyileşme ve kaynaşmanın tahkim edilmesi olarak somutlanmak isteniyor, futbol kulüpleri de bunun için ‘hazır kıtalar’ olarak bekletiliyordu. Bunlardan ilki Beşiktaş futbol takımı idi. Planlarda Beşiktaş’ın ABD’de altı maç yapması vardı ve bu maçların amacını belirleyen, hükümetin ABD ile olan ilişkilerinde yeni bir evreye geçilmesinin zorunlu olduğu tespitiydi. Daha önceden birçok Amerikan sporcu Türkiye’ye gelip gitmesine rağmen, Türkiye’den kimsenin ABD’ye gitmemiş olması da önemli anekdotlar arasındaydı. ABD’de, Amerikalı eyalet karmaları ile yapılan maçlar oldukça başarılı geçmiş, tek mağlubiyet ise İngiliz takımı Manchester United’a karşı alınmıştı. Ancak çok da önemli değildi, maddi zarar edilmiş olsa da mühim olan ‘Türkiye’nin uluslar arası tanıtım ve bilinirliğine katkı’ idi.

Benzer bir süreç Fenerbahçe ve Galatasaray için de söz konusuydu. Ülkenin büyük ve bilinen takımlarının misyonu, DP iktidarı tarafından siyaset taşıma ve tanınma olarak biçimlendirilmişti. Hapoel takımı İstanbul’a geliyordu o günlerde. Daha önceden Fenerbahçe’nin İsrail’e bir ziyareti de olmuştu. Kuruluşu daha iki yıllık bir ‘maziye’ dayanan bu ülkenin nasıl bir kuruluş dönemi geçirdiğini aslında bilmeyen de yoktu. Ancak İsrail’i ilk tanıyan ülkelerden birisi Türkiye idi. 1950 yılında tanınan bu ülke ile siyasi ilişkilerin kurulması için bir çaba güdüldüğü de gerçekti. Düzenlenen özel maçlar bunun altyapısını oluşturdu. Politikadaki yakınlaşma ve işbirliği, yeşil zeminlere yansıyordu.

O sıralarda ülkeye gelen takımlar yalnızca İsrail takımları da değildi tabi. Sunderland ve Hull City gibi İngiliz takımları da Ankara ve İstanbul’da maç yapmak için ülkeye geliyor, Galatasaray futbol takımı ise İngiltere’ye iade-i ziyaret gerçekleştiriyordu. Sportif açıdan bir başarısızlık yaşansa da futboldan çok daha fazla bir amaç edinildiği için tüm bu turneler ‘başarıya’ bağlanabiliyordu hızlıca. Basın, verilen yeni imaj ya da politik açılımlar… Önemli olan bunların karşılık bulabilmesiydi.

Ülke, Demokrat Parti iktidarı ile birlikte komünizm düşmanlığını, Batı’ya yaklaşarak, sosyal ve siyasal olarak öykünerek kanıtlama yoluna girmişti. Ülke içinde de bir dönüşüm yaşanıyordu o yıllarda. Bunlardan ilk göze çarpanı Fenerbahçe üzerinde kurulmaya yeltenilen tasalluttu.  1934 yılında başkanlığa kurulan Şükrü Saraçoğlu, iş adamlarının maddi desteğini de alarak bir noktaya gelmiş ve bu yeni döneme girmişti.  Ancak koşulların değiştiği açıktı.  Değişen koşullar, kulüp yönetimlerinin de bu koşullara uyum sağlamasını adeta dayatıyordu. Özetle, Saraçoğlu muhalifleri olarak bilinen ve içlerinde Zeki Rıza Sporel, Fürüzan Tekil gibi  DP milletvekilleri barındıran grup Fenerbahçe iktidarını alıyordu. Kongre sonucunda başarısına rağmen çekilen Saraçoğlu, başkanlığı da DP Rize milletvekili Osman Kavrakoğlu’na bırakmıştı.

Beşiktaş’taki durum da farksızdı. Yine DP’li vekillerin başkanlığa oturduğu kulüpte Çanakkale vekili Nuri Togay başkan oluyor ve kulüp içerden teslim alınıyordu. Galatasaray cephesinde ise 1957’de DP İzmir milletvekili Sadık Giz başkanlığa gelmişti. Sonuçta kulüplerdeki bu yönelimler hızlıca diğer büyükleri de etkilemiş, bilindik ‘operasyonlar’ başlamıştı.

Tıpkı şimdilerde yönlendirilen ve dönemsel olarak re-organize edilen kulüpler gibi…

Futboldaki bu teslim alınma süreci siyasi iktidar kanadında sevgi ile selamlanıyor, methiyeler düzülüyor, kulüplerdeki bu operasyonlar ‘isabetli’ adımlar olarak görülüyordu.

Öte yandan, yeni bir takım da vardı ‘futbol piyasasına ‘ sürülen…

Profesyonelliği ilk kez benimseyen kulüp olarak tarihe geçen Adalet deneyimi, Mehmet Ali Gökaçtı’nın deyişi ile özel sektörün futbol ile ilgilenmesinin ve reklam yapmanın ilk örneği olarak somutlanmıştı.

                   “Adalet Kulübü, Adalet Mensucat Fabrikaları tarafından kurulmuştu. Süreyya Paşa’nın (İlmen) sahibi olduğu işletme tarafından kurulan kulübün bir başka özelliği, sadece futbolda faaliyet göstermek için kurulmuş olmasıydı”

Nitekim bu kulüp, dönemin sonuna doğru Alibeyköyspor ile birleşse de gün geçtikçe ortadan kalkmıştı. Adalet deneyiminin en akılda kalan tarafı ise kulübün liberal ve profesyonel futbol paradigmasını ortaya koyan ilk takımlardan olmasıdır. Bu anlamı ile Adalet, şimdilerde hortlatılan bu ‘satın alma-işletme ve gericileştirme’ uygulamalarının pek yakın akrabasıdır. Adalet kulübü, Başakşehir, Osmanlıspor ya da Kasımpaşa gibi projelerin de prototipi olması açısından önemlidir.

Sonuç olarak, birçok benzer oluşum ve politikanın varlığını görmenin mümkün olduğu günümüzde, bir politik kimlik olarak AKP ile Demokrat Parti’nin de tarihsel benzeşimlerini bulmak oldukça mümkün. Bu ‘mümkünlük’, bu iki gerici ve Amerikancı partinin spora dair yaptıklarının neden bu kadar ‘benzer’ olduğunu da açıklamış olmakta. Ve kesin olarak şunu demenin olanaklı olduğu da aşikâr. Sermayenin iktidarda olduğu bir ülkede, gericilik ve gericilikle birliktelik bir kural olarak gündemdedir. Bu gündemin de gerçeğe dönüştürüldüğü alanlardan birisi hep spor ve futbol olagelmiştir.

Bu hali ile sürdürülmeye çalışılan bir ülkenin sporunun ise, eşitlikçi bir düzen inşa edilmediği müddetçe, futbolunun değişeceği ve yapılandırılacağı bir kuraldır.

Ve tüm o tuttuğumuz, desteklediğimiz kulüplerin tarihi politik ele geçirilme tarihidir.