'Piyonların' korkunç sefaleti

İsmail Sarp Aykurt

Blog: Spor

Satranç oynamanın ‘günah’ olduğunu söyledi, Cübbelilerden Ahmet.  Ve ekledi, satranç oyununun, ateşi tutmaktan bile hayırsız ve lanetlenmişlerin bir oyunu olduğunu…

Kendi bilmediği bir oyun olduğundan mıdır, ‘düşünme’ gerektiren bir oyun olduğundan mıdır ya da başkalarının ‘piyonu’ olmak dışında bir rol kapamadığından mıdır bilinmez ama temel problem, bu ülkede gericiliğin bunları rahatça söyleyebilecek cürete muktedir olması ve her konuda açıklama yapabilmelerine olanak tanınmasıdır.

SATRANÇ: ESKİ BİR GELENEK 

Bir spor branşı olarak kabul gören ve düşünmeye dayalı bir oyun olarak ortaya çıkan satrancın, bilinen ve bilinmeyen geçmişi ile bir bütün olarak düşünüldüğünde eski bir gelenek olduğu ortada. İlk basılı satranç kitabının 1497’de ortaya çıktığı hatırlanırsa satrancın ne kadar eski bir oyun olduğu da ortaya çıkmış olacaktır. Satrancın en önemli yönlerinden birisi ise bu kadar eski bir oyun olmasına ve bunun 15. yy’a kadar gitmesine karşın, oyunun kurallarının günümüzde bile değişikliğe uğramamış oluşudur. Bu anlamda oyun, Cübbeli ve hempalarının kavrayamayacağı kadar da steril ve tarihsel bir geçmişe sahiptir.

Ancak oyunun tarihsel gelişimi içerisinde pratik ettiği en önemli ilerleme hamlesi, sosyalizmin anavatanı SSCB içerisinde gördüğü yoğun ilgide ve oyunun bu coğrafyada ulaştığı yüksek karakterde aranmalıdır. Satranç, Sovyet okulunda çok başka bir düzeye erişmiş, adeta yeniden üretilmiştir denilebilir.

Dünya şampiyonları listesinde yer alan birçok şampiyon ve büyük usta, Sovyet kökenlidir. Bu anlamda güncel olarak düşünüldüğünde, Post-Sovyet dönemde de Sovyet satranç okulu ile ilişkili olmayan ve yaşı 20’den fazla olan bir satranç sporcusu bulmak zordur. Reel sosyalizm döneminde, bir Sovyet çocuğunun daha 6 yaşındayken alabileceği kurslardan bir tanesi tartışmasız satrançtır. Şuanda işlerliği devam etmekte olan ve ismi, kurucusu Sovyet büyük ustası Botvinnik ile anılan okul, Botvinnik Satranç Okulu, yeni nesil satranç emekçilerini yetiştirmeye de devam etmektedir. Geçmişte bu okuldan yetişen çok sayıda Sovyet öğrenci, Sovyet satranç ekolünün en önemli dişlileri haline dönüşmüşlerdir. Tiflisli Petrosyan, Leningradlı Spassky, Bakülü Kasparov ya da Rigalı Tal bu okulun öğrencileridir. Sovyet satranç ekolün izlerini 1925 senesinde yönetmen Vsevolod Pudovkin tarafından yapılan 28 dakikalık sessiz film Shakhmatnaya Goryachka (Satranç Ateşi) filminde görmek olanaklıdır. Soğuk ve karlı Sovyet toprağının satranç ile nasıl da ısındığını gösteren en önemli örneklerdendir Satranç Ateşi... Jose Raul Capablanca ise, dünya satranç şampiyonu bir Kübalı olarak filmin başrol oyuncusudur.

SSCB’de gösterilen uzun vadeli satranç eğitimleri, ilkokuldan başlayan satranç dersleriyle uzmanlaşmayı da sağlıyor, üniversitelerde bir bölüm olarak bile okunabiliyordu. Çok küçük yaşlarda, sanattan baleye, müzikten sporun farklı branşlarına değin geniş bir yelpazede eğitim verilen kurumlara sahip bir ülke olan SSCB’de, çocukların yetenek ve ilgilerine göre yetiştirilmesi sosyalizm için zor bir uğraş değildi. Şuan Sosyalist Küba’da da değil. Devrim sonrası okulların eğitim müfredatlarına eklenen satranç, sokaklarda oynanıyor, küçük yaşlardaki Kübalılar tarafından oldukça seviliyor. Fidel’in ülkesi Küba, 9’u kadın olmak üzere toplam 43 büyük ustaya sahip olan bir ülke. 

 

Satranç, bir nevi karakterlerin, bakış açılarının ve görüşlerin kapışmasıdır. Sporun her dalının toplumsal bir ayna hüviyetinde olduğu gibi… Bu sebeple, satrancın da ideolojik bir yönü elbette ki vardır. Bu anlamda satrancı ve onu oynamayı savunanlar ile onun bir günah simgesi olduğunu söyleyenlerin buluşacağı bir fotoğraf karesi olamaz.

Ancak bu hudut, sınıfsallık esas alınarak çizilmedikçe Cübbeliler konuşmaya devam edecek, bizler de çocukluktan öğrendiğimiz envai çeşit oyuna ‘günah’, bizlere ‘lanetli’ denmesine göz yummayı sürdüreceğiz.

Çıkış yolu nettir. Artık ‘şah-mat’ demenin zamanı gelmiştir.