Toplumcu tıp ve sağlık taramaları

Kurtuluş Ovalı

Blog: Sınıfın Sağlığı

Geçen hafta kaleme aldığımız "Betty Ford ve diagnostik emperyalizm" başlıklı yazıda geçen "... uygulanmaya başlanan neoliberal politikaların tıp endüstrisine de etki etmesiyle birlikte tarama programları ortaya çıkar" cümlesi, tıbbın en önemli uygulamalarından biri olan tarama programlarına ilişkin yanlış anlamalara yol açabileceğinden, bu konuyu biraz derinleştirmenin uygun olacağını düşündük.

Yazımızda 1980’li yıllarda başta ABD olmak üzere dünyada kapitalist tıbbın egemen olduğu coğrafyalarda yaygınlaşan tarama programları eleştirilmekteydi. Söz konusu programların çoğu kuşkusuz ilk kez sağlıkta neoliberal politikaların benimsenmesiyle ortaya çıkmamıştı. Ancak sağlığın “piyasalaştırılması”, tarama programlarının “içini boşalttı” ve bu programların toplumun sağlık gereksinimlerinden çok tıbbi – sanayi kompleksin gereksinimlerini karşılar biçimde evrilmesine yol açtı.  

KAPİTALİST TOPLUMLARDA TARAMALAR NEYİ AMAÇLIYOR?

Neoliberal politikaları benimseyen veya emperyalizmin bu konudaki dayatmalarına direnemeyen ülkelerde sağlık ve sağlık hizmetleri 1980’lerden sonra özelleştirilmeye ve piyasalaştırılmaya başlamıştır. Sermayenin karlarını azamileştirmeyi hedefleyen neoliberal politikalar, sağlık alanında ve tıpta bunu “daha çok hasta” yaratmak ve dolayısıyla “daha fazla teşhis”, diğer bir deyişle “sağlıkta tüketim artışı” üzerinden gerçekleştirmektedir. Bunun sağlığımızdaki en belirgin yansıması insanların eskisine göre daha uzun yaşamalarına rağmen, “sağlıklı” yaşayabildikleri yılların azalmasıdır.

ABD’de yapılan bir çalışmaya göre 1999-2002 yılları arasında yaşam süresi ortalama 6 ay uzamış, fakat “sağlıklı” geçirilen yaşam süresi 1,2 yıl azalmıştır. Bunun nedeni tıbbın eskiden “sağlıklı” olarak tanımladığı insanları şimdi “hasta” olarak tanımlamaya başlamasıdır. Özellikle şeker hastalığı tanısında kullanılan kan şekeri ve birçok hastalıkla ilişkilendirilen kan kolesterol eşik değerlerinin hiçbir bilimsel temele dayanmaksızın düşürülmesi ile “bir gecede” daha dün sağlıklı kabul edilen insan “hasta” olarak tanımlanmış ve dolayısıyla sağlık hizmetlerinin tüketicisi haline getirilmiştir.

Herkesin kolayca tahmin edebileceği gibi tıptan ve sağlıktan para kazananlar için daha fazla hasta, daha fazla tüketim ve dolayısıyla kazanç (kâr) demektir. Daha fazla hasta, daha çok ilaç ve daha çok tıbbi teknoloji kullanımı demektir. Ürettikleri ilaç ve tıbbi teknolojilerden kâr sağlayanların tıbbın daha fazla tüketimini teşvik etmek istemeleri anlaşılabilir bir durumdur. Ancak bunu sağlıklı insanları gerçekten hasta ederek gerçekleştirmek mümkün değildir. Bunun yerine tıpsallaştırma (medikalizasyon), ilaçsallaştırma (farmasötikalizasyon) teşvik edilerek aslında “tıbben” hasta olmayan insanlar hasta gibi gösterilmeye ve “tedavi” edilmeye çalışılmaktadır.

Kuşkusuz tıbbın tüketimini arttırmakta kullanılan yöntemler bunlarla sınırlı değildir. Örneğin Amerikalı hekim Abraham Verghese’nin aktardığına göre eğer ABD’deki hastanelerden birine bir uzvunuz (örneğin bir kolunuz veya bacağınız) olmadan gelirseniz, hekimler kolunuzun veya bacağınızın olmadığına bir bilgisayarlı tomografi ya da manyetik rezonans görüntüsü almadan veya bir ortopedi konsültasyonu almadan “inanmayacaklardır”. Bu yarı şaka aktarım bile aslında tıbbın piyasalaştırılmasının ulaştığı noktayı net bir biçimde özetlemektedir.  

TIBBIN VE SAĞLIĞIN PİYASALAŞTIRILMASI VE TARAMALAR

Tıpta tarama programları, yani sağlıklı veya sağlıklarıyla ilgili hiçbir yakınması olmayan insanların çeşitli hastalıklar yönünden çeşitli araçlarla “taranması”, diğer bir deyişle insanların hastalıklarının hasta olmadan veya hastalıklar bir şikayete yol açmadan tespit edilerek “önlenmesi” tıbba ve sağlığa “toplumcu” yaklaşımın temelini oluşturur. İlk olarak Sovyetler Birliği’nde kurumsallaşan bu uygulamalar, zaman içinde kapitalist ülkeler tarafından da benimsenmiş ve Sosyalist ülkelerdeki kadar kapsamlı olmasa da sağlık hizmetlerinin bir parçası haline getirilmiştir.

1980’li yıllarda neoliberal politikaların benimsenmesiyle birlikte kapitalist ülkelerde tarama programlarına yaklaşım radikal biçimde değişmeye başlamıştır. Tarama programlarıyla hastalıkları erken teşhis etmekten çok, sözcüğün tam anlamıyla tamamen sağlıklı insanlardan ‘’hasta yaratmak’’ amaçlanmıştır. ABD’de Emory Üniversitesi Kanser Merkezi’nin yöneticisi Dr. Brawley uyguladıkları “ücretsiz prostat kanseri taraması” ile şunları ifade etmiştir:

"Gelecek cumartesi günü bölgenin en işlek alışveriş merkezinde bin erkeğe prostat kanseri taraması yaparsak, Medicare ve sigorta şirketlerine sağlık hizmeti maliyeti olarak 4.9 milyon dolar fatura edebileceğimizi hesapladık (testler, biyopsiler, prostatektomi, gibi). Fakat asıl para daha sonra gelir. Tıbbi bakımdan gelir, tarama yapılan erkeğin eşi, bizim eşinin sağlığını düşündüğümüzü dikkate alarak gelecek üç yıl içinde kendi tıbbi bakımı için de bizim merkezimize gelecektir. Ayrıca para acil servisten de gelir, kendisine üç yıl önce tarama yaptığımız için kendisi veya bir yakını göğüs ağrısı yaşadığında ya da başka bir sağlık sorunu olduğunda merkezimizin acil servisine başvurur."        

Türkiye’de de son yıllarda özel hastanelerin “ücretsiz tarama” kampanyaları başlatmasının ardında bu gerçekler yatmaktadır. Elbette burada, “ne olmuş, belki arada hasta olduğunun farkına varmayan birkaç kişiye erken tanı konacak, belki bunların hayatı kurtulacak” denebilir. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bu taramaların amacı “erken tanı” değil, aslında hasta olmayan insanlara hastalık yakıştırmaktır. Evet belki gerçekten bu taramalarda birkaç kişiye erken tanı konabilecektir, fakat bu arada çok fazla sayıda insan “aşırı teşhise” maruz kalacak ve belki hiç gerekmediği halde ömür boyu ilaç tekellerinin müşterisi haline getirileceklerdir.

KAPİTALİST BİR ÜLKEDE TOPLUMCU TIP OLANAKLI MI?

Bu sorunun yanıtını Türkiye’de toplumcu tıp anlayışının yaygınlaşmasında önemli katkıları bulunan ve geçtiğimiz yıllarda aramızdan ayrılan Ata Soyer şöyle veriyor:

"Kapitalist bir tıp var mıdır? Ya da sosyalist tıp? Yoksa tıp her yerde, her zaman ve her koşulda aynı tıp mıdır? Değişen sadece toplum biçimleri midir? Tıp da bilim gibi tarafsız değildir. Kapitalist bir tıp vardır, tıpkı sosyalist bir tıp gibi… Yani, kapitalizmde sosyalist tıp olmaz … kapitalizm ortadan kalkmadıkça, bu sermayenin egemen olduğu, emeği sömürdüğü ilişkinin özü de değişmez… Tıptaki hiyerarşinin en tepesinde oturmakla birlikte tıbbın egemenleri hekimler değil burjuvazidir. Ancak, kapitalizmin kollarında şekillenirken hekimlik, egemen ideolojinin ve bilginin yeniden üretilmesinin de odağı olmuştur. Tıbbi bilginin, burjuva ideolojisinin egemenliği altında gelişmesinin adresi de tıp fakülteleri ve meslek örgütleri olmuştur. Böylece, tıbbın pozitivist ve mekanik yorumu, hekimlik mesleği ve pratiğine damgasını vurmuştur."

Yani kapitalist ilişkilerin kurulduğu toplumlarda tıp da kapitalistleşmiştir. Özü insanın kendisine ve insana yabancılaşması olan kapitalist toplumlarda hekimler de “sağlık elçisi” olmak yerine hastalarına yabancılaşmış ve “hastalık avcılarına” dönüşmüşlerdir. Bu yüzden kapitalist bir ülkede toplumcu bir tıptan ve de toplumcu bir tarama programından bahsedebilmek imkansızdır.

Sonuç olarak "taramalar" da diğer tıbbi yöntemler gibi özünde bir araçtır ve araçların “niteliğini” araçları yönetenler belirler. Benzer şekilde araçların “sınıfsal” bir karakteri de yoktur. Araçların sınıfsal karakterini, kullananların sınıfsal konumu, ideoloji ve politikaları belirler. Sorun taramanın hangi amaçla yapıldığı, kime veya hangi çıkarlara hizmet ettiği ve sonuçlarından kimlerin, nasıl yararlandığı sorunudur.