Bir Ersin Arslan yazısı: Siz de her şeyi sosyalizme bağlıyorsunuz

Bediye Savaş

Blog: Sınıfın Sağlığı

İçten gülümsemesiyle bize baktığı o mezuniyet fotoğrafını görünce içi cız etmeyen, yüreğine saplanan o hain bıçak darbesini kendi yüreğinde hissetmeyen hekim var mıdır?

Sırtını siyasi iktidara dayamış, sınıf atlamış hastane patronları, idari makamlara kurulmuş yöneticiler, üniversite ve kamu hastanelerini parsellemiş akademisyen görünümlü hastane ağaları ya da performans manyağı olmuş az sayıdaki kendi meslektaşlarına tümüyle yabancılaşmış hekimi saymazsak, kaderi ortaklaşmış binlerce hekim için ortak bir duygudur bu.

Üç yıl oldu, daha dün gibi hatırladığımız.

Bu üç yıl içerisine, tüm Türkiye’yi derinden sarsan Haziran direnişini sığdırdık. Özellikle Haziran’dan sonra dönüp baktığımızda, Ersin’in katledilmesi sonrası yaşadıklarımızı, Haziran’ın küçük ölçekli öncüllerinden biri, bir sağlığın Haziran’ı olarak görmenin yanlış olmayacağını düşünüyorum. AKP’nin sürdürdüğü piyasacı “sağlıkta dönüşüm” ile iş yaşamımız katlanılamaz hale gelmiş, biriken öfkemiz Ersin’in ölüm haberi ile önce hastane bahçelerine, oradan da sokaklara taşmıştı. Tıpkı Haziran’daki gibi ne istemediğimizi biliyorduk, “bakan istifa” kendiliğinden ortak sloganımız olmuştu, bu olmadan da hastanelerimize çalışmaya dönmek istemiyorduk. Cinayetin “sağlıkta dönüşüm” ile ilişkisini görebiliyorduk, fakat yine tıpkı Haziran’daki gibi yerine ne koyacağımız konusunda kafamız karışıktı.

Örgütsüzdük, örgütlü olanlarımız ise öfkemize öncülük etmeye soyunan meslek örgütü ve sendikaların kitlenin siyasi taleplerinin gerisinde kalışını ve ihanete varan basiretsizliğini izledi bir kez daha, tıpkı Haziran’daki gibi.

Ne yapacağımızı bilemedik, “bakan istifa” etmedi, Ersin’e borçlu kaldık.

Yine tıpkı Berkin’in katilini bildiğimiz gibi, Ersin’in katilini de hepimiz çok iyi biliyoruz.

“Sağlıkta şiddet” sağlık alanını piyasacı bir dönüşüme tabi tutmak isteyen AKP iktidarı için vazgeçilmez bir politikaydı. Bize rağmen bu dönüşümü gerçekleştiremezlerdi, bu yüzden “sağlıkta dönüşüm”ün uygulayıcıları, başta başbakan ve sağlık bakanı olmak üzere, sistematik bir şekilde halkı başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanlarına karşı kışkırtan politik bir dil tutturdular. Her gün bir sağlık çalışanının kanı akarken birinci basamak sağlık hizmetleri çökertildi, kamu yönetimi tasfiye edilerek hastanelerimiz şirketleştirildi, özel sağlık kuruluşları kamu kaynakları ile eşi benzeri görülmemiş oranlarda semirtildi, sağlığın finansmanı sosyal güvenlikte GSS ile sağlık hizmetlerine erişimde ise neredeyse her basamakta alınan katkı-katılım payları ile halkın cebinden sağlanır oldu, sabit gelirimiz günbegün erirken bizler de giderek aslı “parça başı ücretlendirme” olan performans için birbirinin gözünü oyabilecek performansa bağımlı köleler halini aldık.

AKP kan akıtmadan yapamayan bir iktidardı, sağlık alanında da bu kural değişmedi.

Tüm bu yıkımı hepimiz görebiliyoruz. Bizlerin canları pahasına yıktılar ama yerine yenisini de kuramadılar. “Sağlık sistemi” bir sistem olmaktan çoktan çıktı, sağlık emekçilerinin özverisini çıkardığınızda ortada “sistem” olarak hiçbir şey kalmıyor. Her gün değişen yasalar, yönetmelikler, tüzükler, yönergeler ile karşılaşıyoruz. Hastanelerimiz yönetilemez durumda, tüm adaylar “torpilli” olduğu için yöneticinin bile atanamadığı örnekler çoğalıyor, belki de çoktan iflas ettiler, sosyal güvenlik sisteminde prim borçlusu sayısının geri dönüşşüz bir noktaya geldiği dile getiriliyor ve “sistemi” kurtarmak için bizlerden “daha çok hasta bakmamızı, daha çok ameliyat yapmamızı, daha çok puan toplamamızı” istiyorlar!

Bir “sağlık sistemi”nin başarısı “daha çok hasta, daha çok tetkik, daha çok ilaç kullanımı” ile ölçülebilir mi? Ya da aynı anlama gelmek üzere bir “sağlık sistemi”nin amacı “insanların daha çok hastalanması” olabilir mi? Peki bizler bu işin bu kadar dışında mıyız? Bir meslek “insanları iyileştirmek” olan özüne, varoluş gerekçesine bu kadar yabancılaşabilir mi?

Hayır, o kadar da uzun boylu değil ve biz biraz da bu yüzden mutsuzuz. Bu yüzden işimizi yapmaktan zevk almıyoruz ve her sabah ayaklarımız geri geri gidiyor. Bu yüzden iş yükünden bu kadar şikayet ediyoruz. Çünkü ne kadar puan toplasak da anlamlandıramıyoruz.

Bunun için bu “sistemi” topyekün reddetmekten başka şansımız yok! Bu iş artık kısmi iyileştirmelerle toparlanamayacak kadar bozuldu ve ancak tamamen yeniden kurulabilir. Siyasi iktidarın büyük sağlık tekelleri lehine özel muayenehaneciliği tasfiye etmesine alkış tutacak değiliz, ama hala kamusal alanın istismar edilerek bir zenginleşme yolu olarak kullanıldığı eski “muayenehanecilik günleri”ne yeniden dönülebileceğini düşünecek kadar da ahmak olmamalıyız. Sermaye çok yol aldı ve sermayeyle, piyasyla tam boy hesaplaşmadan kolay bir yol yok artık bizim için.

Evet, sağlığın beslenme, barınma, eğitim gibi sosyal belirleyenleriyle ilgili toplumsal sorunların çözüldüğü, merkeze insanların hastalanmamasını önceleyen “toplumcu tıp” anlayışının çakıldığı, tüm toplum için ulaşılabilir, nüfus temelli, basamaklandırılmış, her basamağında tümüyle ücretsiz, tümüyle kamusal istihdama dayanan, finansmanının genel bütçeden yapıldığı, insanca yaşamaya yetecek gelir güvencemizin ve tüm sosyal haklarımızın olduğu bir sağlık sistemi. Adıyla söylecek olursak sosyalist bir sağlık sistemi. Bizi daha aşağısı kurtarmaz.

Bu “sistemi” sıfırlayalım.

Ersin’e olan borcumuzu ödemek için.