Sağlığı korumak

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Fidel Castro, 8 Ocak 1969’da Mayabeque eyaletine bağlı Jaruco kasabasında, Valle del Peru Polikliniği’nin açılışında bir konuşma yaptı. Castro konuşmasında Sağlık Bakanlığı’nın yönetim ilkesini şöyle tanımlıyordu: “No curar enfermos, sino cuidar la salud de los hombres” (Hastayı iyileştirmek değil, insanların sağlığını korumak.)

Castro bu ilkeyi Jarucolulara şöyle açıkladı: “Hastalığın gelmesini bekleme, sen ona gitmek zorundasın, sen taarruz etmek zorundasın, sen hastalığı önlemek zorundasın.”

Bunun yeni bir yaklaşım olduğunu söyleyen Castro, polikliniğin asli görevinin, Jarucoluların hasta olmalarını önlemek, sağlığı “savunmak” olduğunu, yalnızca hastalık, önüne konan bütün engelleri aşarsa, “savaşmak” olduğunu anlatıyordu.

Emperyalizmin sürekli tehdidi altında sırtındaki üniformasını çıkartmayan Castro’nun, konuyu “askeri” terimlerle açıklaması şaşırtıcı olmasa gerek. Fakat belki de Castro, Sağlık Bakanlığı’nın yönetim ilkesini, aynı zamanda Küba’da devam etmekte olan “ideolojik mücadelenin”, daha da geniş bir ifadeyle “sınıf savaşımının” bir parçası olarak görüyordu.

Nitekim Castro, konuşmasının daha sonraki bölümünde, kapitalizm koşullarında böyle bir programın uygulanabilmesinin olanaksız olduğunu söyledi:

“Kapitalizmde tıp, bir alışveriş konusudur. Hastalık kapitalizmin metasıdır… Böyle bir sağlık programı, hastalıkları azaltacağından, birçok sağlık şirketini mahveder.”

Sosyalist toplumda hastalığın “meta karakteri” ortadan kalkınca, tıp da insanların acılarından ve hastalıklarından para kazanılan bir meslek olmaktan çıkacaktır. Muhtemelen Castro bu nedenle hastalıkları önlemenin kapitalist toplumda olanaksız, ancak sosyalist toplumda mümkün olduğunu düşünüyordu.

Kendi tarihimize baktığımızda, Castro’nun ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. Castro’nun hizmete açtığı poliklinik, aynı yıllarda Türkiye’de uygulamaya giren Sağlık Ocağı sisteminden başka bir şey değildi. Sağlık Ocağı’nı görmüş olanlar aşağıda Küba polikliniklerinin örgütlenmesine ve hizmetlerine ilişkin bilgileri okuduklarında, Fidel’in konuşmasını Türkiye’de yapmış olabileceğini düşünebilirler.

Ancak Küba’da poliklinikler dünyayı imrendiren başarılara imza atıp, Kübalıların sağlığının ABD’nin üzerine çıkmasına hizmet etmişken, Türkiye’de Sağlık Ocağı’nın kısa sürede yozlaştırıldığını ve 1980’lerde tarihe karıştığını biliyoruz. Çünkü Sağlık Ocağı, ancak sosyalist bir toplumda işlevlerini yerine getirebilir, toplumun sağlığına katkı sağlayabilirdi.

Küba’da poliklinikler ve sağlıkçılar, “hastalıklardan” ve hastalardan geçinmediklerinden, hastalıkların önlenmesiyle bir şey yitirmiyorlar, aksine belki de iş yükleri azalıyordu. Dahası bu durumdan Küba’da kimse “zarar görmüyordu”. Oysa Türkiye’de özel sağlık sektörü yasaklanmadığı ve insanların acıları ve hastalıkları üzerinden para kazanma yolu kapatılmadığı için Sağlık Ocağı hizmetlerinden “zarar görenler” hizmetleri baltalıyor, başarısız olması için elden gelen yapılıyordu.     

Castro oldukça uzun olan konuşmasının neredeyse yarısından çoğunu, açılan polikliniğin Jarucolulara sağlığı “nasıl” getireceğini ve hastalıkları “nasıl” önleyeceğini anlatmaya ayırdı. Hiç çekinmeksizin herhangi bir tıp fakültesi veya sağlık okulunda Halk Sağlığı dersinde eğitim materyali olarak kullanılabilecek bu konuşmasında Castro, polikliniğin sunacağı hizmetleri üşenmeden tek tek anlattı.

Castro önceliği çocuklara verdi. Polikliniğin bebekleri yılda 9 kez izleyeceğini ve bu izlemlerde tam bir muayenenin yanında, büyüme ve gelişmelerini takip edeceğini, annelerine yol göstereceğini, aşılarını yapacağını, erken doğan veya doğumsal sorunları olan bebekleri daha yakından izleyeceğini söyledi.

1–4 yaş grubu çocuklar yılda üç kez izlenecek, psikomotor gelişimleri değerlendirilecek, annelere kazalardan korunma eğitimi verilecekti. Çocuklara 5 yaşından, 14 yaşını bitirene kadar yılda iki kez “önleyici” muayene yapılacaktı. Psikolojik değerlendirmelerin de yapılacağı bu izlemlerde, ağız ve diş sağlığına özel önem verilecekti.

Sonra kadınlar geliyordu. Bütün hamile kadınlar, hamileliklerinin sonuna kadar 12 kez izlenecek, muayeneleri ve tetkikleri yapılacak, aşılanacak ve eğitim verilecekti. Ayrıca 15 – 49 yaş grubundaki bütün kadınlara yılda 2 kez jinekolojik muayene yapılacaktı.

Erişkinlerin izlemleri, çalıştıkları işe ve maruz kaldıkları tehlikelere göre belirlenecek sıklıkta, fakat yılda birden az olmamak üzere, işyerlerinde yapılacaktı. Bu muayene hekimin “bir şikayetin var mı” diye sorduğu, “bildiğiniz” muayenelerden değildi. Kapitalist ülkelerde yalnız parası olanların yaptırabildiği, tepeden tırnağa “check–up” muayenesiydi. Gerekli tetkiklerin istendiği, doktorun ne aradığını bilindiği, yani “usulen” yapılmayan bir muayene.

Yaşlılar evlerinde izlenecek, Jaruco’da polikliniğin ulaşmadığı tek kişi kalmayacaktı. Herkes “ana rahminden mezara” (beşikten demiyoruz, çünkü doğum öncesi bakım da var) sağlık gözetimi altına alınacaktı. Muayeneler, pediatri ve kadın-doğum uzmanları tarafından yakından izlenecek ve yönlendirilecekti. Poliklinik aynı zamanda Jaruco’da acil sağlık hizmetlerini ve ilk yardım etkinliklerini de örgütlemekten sorumluydu.

Fidel Castro bambaşka bir tıp tarif ediyordu. Bu tıp, kapitalist ülkelerde olduğu gibi doktorların poliklinik odalarına gelen veya acil servislere getirilen hastalara baktığı bir tıp değil, doktorların insanların evine, okuluna, işyerine giderek onları hasta olsunlar, olmasınlar, sürekli ve düzenli olarak muayene ettikleri bir tıp. Hekimin ve hemşirenin, neredeyse ailenin bir parçası haline geldiği bir tıp. Bu tıp “sosyalist” tıptı ve ancak sosyalist ülkelerde mümkündü.

Castro konuşmasında polikliniğin yürüteceği bulaşıcı hastalıklarla, solunum yolları enfeksiyonları ve ishalle mücadele programını, erken tanı çalışmalarını, taramaları, epidemiyolojik çalışmaları, kuduz, sıtma ve tüberküloz mücadelesini, hijyen ve beslenme etkinliklerini, çevre sağlığı görevlerini bütün detaylarına girerek anlattı.

Castro konuşmasını bugün yapsaydı, muhtemelen polikliniklerin yukarıdaki hastalıklarla değil, kanserle, kalp hastalıklarıyla, diyabetle veya astımla nasıl mücadele edeceğini anlatacaktı. Fakat yıl henüz 1969’du ve yukarıdaki sorunların tamamen çözülmesine birkaç yıl daha kalmıştı.

Fidel’in suların muayenesinden tuvaletlerin ıslahına, atıkların uzaklaştırılmasından haşere mücadelesine, değinmediği tek konu kalmadı. Fakat Jarucoluları en çok şaşırtan, muhtemelen polikliniğin, gübre ve tarım ilaçlarının kullanımını da izleyeceğini, çarşıda, pazarda, lokantalarda gıdaların güvenliliğini denetleyeceğini, süt ineklerini ve sütleri sıhhi yönden muayene edeceğini öğrenmek olmuştur.   

Adettendir, Kübalılar Fidel’in konuşmasının sonuna doğru “laf atmaya” başlar. Belki de Castro’ya konuşmasının gerçekten çok uzun sürdüğünü anımsatmak için yaparlar. Bu kez de öyle oldu ve kalabalık içinden yaşlı biri “80 yaşındayım ve günde 4 litre süt içiyorum” diye bağırdı. Fidel, “4 litre mi, bu çok fazla” dedi. Yaşlı Güeycanama’dan olduğunu, adının Jose Avila Ramos olduğunu ve ata bindiğini söyledi.

Fidel, “Ata biniyor, süt sağıyor ve 80 yaşında!” deyince, Ramos, “ve 80 yıl daha yaşamayı planlıyorum” diye karşılık verdi. Fidel Ramos’a “İneğin Holstein mı?” diye sordu ve Ramos, “Jersey” yanıtın verince, “Jersey mi? O halde yüzde 5 yağ var, günde 200 gram yağ alıyorsun, onu yakman lazım, her gün yürüyor musun?” diye sordu.

Ramos’a Güeycanama’ya geleceğini, kendisi için bir litre süt ayırmasını söyledi.


Kaynak: http://www.cuba.cu/gobierno/discursos/1969/esp/f080169e.html