Her şey bize Rosa’yı hatırlatıyor

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Daha iki hafta önce bu köşede Rosa Luxemburg’un Alman sosyal demokratlar tarafından katledilmesinin yüzüncü yıldönümünü anmış, “ya sosyalizm, ya barbarlık” deyişinin günümüzde daha da somut bir gerçeklik haline geldiğini belirtmiştik.

 

Her gün bu deyişin ne kadar doğru olduğu, hem de yaşamın akla gelen bütün alanlarında, bir kez daha kanıtlanıyor. Bence Rosa Luxemburg dahi bu öngörüde bulunurken, dünyanın yirmi birinci yüzyılda “barbarlığa” bu kadar yaklaşabileceğini düşünmemişti.

Bugün medyaya düşen bir haber kan dondurucu denen türden. Beyaz Ev’in basın sözcüsü Sarah Sanders, “Tanrının, Trump’ın 2016 seçimlerini kazanmasını istediğini” söylemiş.

Sanders CBN muhabirlerine aynen şöyle söylemiş: "Tanrının hepimizi farklı zamanlarda farklı rolleri doldurmaya çağırdığını düşünüyorum ve tanrının Donald Trump’ın başkan olmasını istediğini düşünüyorum ve Trump bu nedenle başkan”.

Sanders 36 yaşında bir Arkansaslı. Ouachita Baptist Üniversitesi mezunu. Sosyal Bilimler bölümünü bitirmiş. Ana dalı siyasi bilimler. Siyasi hayatı, henüz 10 yaşındayken babasının Senato seçimleri kampanyasına katılmakla başlamış, yani “çekirdekten” siyasetçi. 20 yaşında işi daha da ilerletmiş ve yine babasının, bu kez valilik seçimleri kampanyasını bizzat üstlenmiş. 2004’te, 22 yaşındayken, Bush’un seçim kampanyasında saha koordinatörü olmuş.

Bütün bunları neden anlatıyorum? Şunun için: Sanders gerek Beyaz Ev sözcüsü kimliği, gerekse yukarıdaki özgeçmişi dikkate alınırsa, “laf ola beri gele” konuşacak biri değil. Söylediği her sözcüğün ne anlama geldiğini ve bizim gibi insanların duyunca “kanının donacağını” çok iyi biliyor.

Eğer bu cümleler, mahalle kahvesinde pişpirik oynayan birinin ağzından çıksaydı, elbette ciddiye almazdık. Fakat dünyanın en güçlü konumlarından, dünyanın kaderinin tayin edildiği mahfillerden gelince işin rengi değişiyor.

Ne demek Trump’ı tanrı istedi? İktidarları artık tanrı mı belirliyor? O halde 1775’te neden tanrının iradesine karşı gelip, “bağımsızlık savaşı” verdiniz? Üçüncü George tanrının yeryüzündeki temsilcisi değil miydi? Madem 250 yıl sonra aynı yere geri dönülecekti, neden o kadar insan öldü? Veya Fransız kralı Louis’nin suçu neydi? O da “beni buraya tanrı getirdi” diyordu…

Hayatın her alanında “barbarlığa” dört nala gidiyoruz. Sağlıkta bunu her gün yaşıyoruz. Aşı karşıtlığından sülük–hacamat uygulamalarına, her şey bize Rosa’yı hatırlatıyor. Aşı karşıtlığının Fransa’da yüzde 41’e vardığını (*) biliyor muydunuz? Hani Eyfel, Şanzelize falan. Yanılmadınız, tam orası. Fransa’da insanlar çocuklarının aşı yaptırmazlarsa değil, yaptırırlarsa hasta olacağına “inanıyor”. Pasteur’un kemikleri sızlıyor, mezarında ters dönüyor. 

İstihdam? İstihdamda artık 2.000 yıl öncesinin istihdam biçimi olan “kölelik” dahil, “barbarlığın” bütün istihdam biçimlerini görüyoruz. Bunlar “devede kulak” kadarmış, belirleyici olamazmış. Bugün dünyada en çok 20–30 milyon “köle” varmış. Doğrudur. Fakat “ya sosyalizm, ya barbarlık” tam da bunu anlatıyor. Sosyalizme varamazsak, yarın köle sayısı 200–300 milyonu bulacak. 

Kralların, padişahların, imparatorların güçlerini ve yetkilerini “tanrılardan” aldığı dönemlere, yani “barbarlığa” geri dönüş yolunda hızla ilerliyorsak, bunun tek nedeni, Rosa’nın dediği gibi sosyalizmi seçemeyişimizdir. Bu aynı zamanda kapitalizmin sosyalizm dışında başka bir yere “ilerlemesinin” mümkün olmadığının da kanıtıdır. Kapitalizm ilerleyemezse, geriler. Ve göründüğü kadarıyla bu gerilemenin sonu (dibi) yok.


(*) https://www.vox.com/2016/9/9/12852698/global-vaccine-confidence-survey