Biyoteknolojiye toplumcu yaklaşım: Küba deneyimi – 4

Akif Akalın

Blog: Sınıfın Sağlığı

Kapitalist bir ekonomide ekonomik girişimin nihai amacı “azami kar” elde etmektir. Kapitalist ekonominin babası Adam Smith’e göre karın azamileştirilmesinden yalnızca iş adamı (sermayedar) değil, bütün toplum fayda sağlayacaktır. 1970’lerde Milton Friedman bunu iş adamının “sosyal sorumluluğu” kar etmektir şeklinde ifade etmiştir. Yani sermayedarlar yalnız kendileri için değil, “bütün” toplum için kar etmektedir. O halde iş adamının kar edebilmesi ve karını azamileştirebilmesi için “herkes” elinden geleni yapmalıdır.

KÜBA DEPLASMANDA OYNUYOR

Kapitalist bir dünya içinde ufacık bir sosyalist ada olan Küba, ayakta kalabilmek, yurttaşlarının başta enerji olmak üzere temel gereksinimlerini karşılayabilmek için oyunu kapitalistlerin dayattığı kurallara göre oynamak zorundadır. 2007 yılından itibaren Küba’da kaynakların dağıtımında devletin rolünü azaltan ve kontrollü özel girişimin ve pazar ekonomisinin gelişimine izin veren reformlar yapılmaya başlanmıştır. 

Ancak Küba’da ekonomik girişimin nihai amacı “kar değil, toplumsal fayda” olmayı sürdürmektedir. Kapitalist ülkelerde bir ekonomik girişimin başarısının ana ölçütü kar iken, Küba’da başarı ölçütü yaşam kalitesidir: tam istihdam, gıda güvencesi, sağlık, eğitim, sosyal eşitlik (adalet değil!). O halde Küba işletmelerinin kapitalist ülkelerdeki işletmelerden farklı stratejiler izlemesi gereklidir.     

Biyoteknoloji gibi sermaye-yoğun bir alanda yatırımcının kar etmesi daha da önem kazanmaktadır. Yatırımcının oldukça riskli olan bu alana yatırım yapması için “teşvik” edilmesi gerekir. Sermayenin kar etmesi garanti altına alınmalıdır ki, kar etmenin daha az riskli olduğu alanlara kaçmasın. Kapitalist ülkelerde devlet biyoteknoloji alanına giren sermayeyi korumak ve teşvik etmek için çeşitli düzenlemeler yapmakta, dahası bunları uluslararası düzenlemelerle pekiştirmektedir. 

Aslında kapitalist ülkeler de karın azamileştirilmesi hedefinin en azından sağlık alanında sosyal fayda sağlamak hedefiyle uyumlu olmadığının farkındadır. Bu durum kendisini özellikle pahalı tıbbi teknolojilerin sağlık harcamalarını arttırması, dolayısıyla özellikle sağlık güvencesi olmayan insanların sağlık hakkını kullanamamalarına yol açmasında göstermektedir. 

Fakat kapitalizm açısından daha da dramatik olan, şirketlerin azami kar hedeflerinin yalnızca sosyal fayda ile değil, aynı zamanda “teknolojik gelişmeyle” de çelişkiye düşmesidir. Bugün Küba gibi dünyanın en yoksul ülkelerinden birinin, biyoteknoloji gibi kapitalizmin en iddialı olduğu “sermaye-yoğun” bir sektörde “yenilikçilikte” dünya devleriyle yarışır hale gelebilmesinin en önemli nedenlerinden biri, kapitalist şirketlerin “kar görmedikleri” alanlara yatırım yapmamasıdır. 

Bunun en somut örneklerinden biri menenjit B aşısıdır. Kapitalist biyoteknoloji şirketlerinin kar görmediği için girmediği bu alana giren Küba, dünya çapında bir başarı kazanmakla kalmamış, dünya biyoteknoloji devlerini menenjit B aşısı üretmek zorunda bırakmıştır. Dahası uluslararası farmasötik sektör bir süredir üretkenlik krizine girmişken, Küba sözcüğün tam anlamıyla “biyoteknoloji patlaması” yaşamaktadır. 2012 Nisan ayı itibariyle Küba tek başına 33 farklı aşı, 33 anti-kanser ilaç, kardiyovasküler hastalıkların tedavisi için 18 ve çeşitli hastalıklara karşı 7 ilaç üretmektedir. 2013 Ocak itibariyle 60’dan fazla klinik deneyde 90 yeni ilaç değerlendirilmektedir. 

Kapitalistler sosyalizmi “ekonomik” olarak başarısız olmakla suçlar. Ancak Küba sosyalizmi, kapitalizmi bu alanda da geride bırakmıştır. Küba biyoteknoloji endüstrisi, Avrupalı ve ABD’li rakiplerinin çoğunu yalnızca teknolojik yenileşme alanında değil, “ekonomik” olarak da geride bırakmıştır. Dahası bunu Amerikan ambargosuna rağmen başarmıştır.   

Pazara değil gereksinime odaklanmak

Küba’da biyoteknoloji şirketlerinin amacı ürettikleri ürünler üzerinden azami kar elde etmek değil, Küba toplumunun sağlık için gereksindiği ürünleri üretmektir. Ancak diğer ülkelerden temel gereksinimlerini satın alabilmek için “dolara” gereksinim duyan Küba, “dolar” gereksinimini karşılayabilmek için ürettiği biyoteknoloji ürünlerini ihraç etmeyi de başından itibaren göz önüne almıştır. Burada en önemli sorun, bu iki gereksinim arasındaki “dengenin” kurulmasıdır. Aksi halde Küba’nın biyoteknoloji şirketlerinin salt ihracata yönelik bir çalışma içine girmesi, Küba toplumunun bu şirketlerin ürünlerinden yeterince yararlanamamasına yol açabilir. 

Küba bu dengeyi kapitalist şirketlerin “pazar-odaklı” yaklaşımı yerine “gereksinim-odaklı” bir yaklaşım benimseyerek kurmuştur. Küba önüne yeni bir proje geldiğinde asla “pazar” araştırması sonucuna göre karar vermemekte, kararlarını projenin “toplumun gereksinimlerine” ne ölçüde yanıt verdiği ölçütü üzerinden almaktadır.  

Dünyanın en büyük uluslararası farmasötik şirketleri ARGE harcamalarının yüzde 90’ını, dünya nüfusunun yalnızca ürünlerini satın almaya gücü yeten yüzde 10’luk bir dilimini etkileyen hastalıkların tedavisine yönelik projelere yapmaktadır.  Şirketler bu davranışlarının nedeni olarak tıbbi araştırmanın “çok pahalı” bir iş olmasını göstermekte, maliyetlerin çok yüksek olduğu bu sektörde “ayakta kalabilmek” için pazarın dikkate alınması gerektiğini ifade etmektedir.

Bu açıdan bakıldığında Küba’nın tifo ve kolera gibi hastalıklara karşı aşı geliştirme çabalarını “kapitalist paradigma” içinde açıklamak olanaksızdır. Bu hastalıklar dünyanın en yoksul ülkelerini ve bu ülkelerde yaşayan en yoksul insanları etkilemektedir. Dolayısıyla üretilecek aşıları ne bu yoksul ülkelerin, ne de bu ülkelerde yaşayan yoksul insanların satın alma gücü vardır. Büyük olasılıkla Küba ürünlerini bu ülkelere “hibe etmek” zorunda kalacaktır. Oysa Küba bu aşıları geliştirmek yerine, çabalarını hipertansiyon tedavisine yoğunlaştırsaydı, belki yoksul insanların sağlık sorunlarına yanıt veremezdi, fakat “çok para kazanabilirdi”. 

Oysa Küba’nın araştırma etkinlikleri pazara değil gereksinime dayalı bir yaklaşımı benimsemekte ve yoksulları etkileyen hastalıklar için ucuz aşı geliştirmeye öncelik vermektedir. Ancak Küba bu güçlükleri aşabilmek ve üzerindeki emperyalist ablukayı kırabilmek için yeni yöntemler geliştirmiştir. Bu yöndeki son girişimlerinden biri 2009 yılında Venezuela, Ekvador, Bolivya ve Nikaragua ile yaptığı ALBA ticaret anlaşmasıdır. 

Bu anlaşma çerçevesinde kurulan ALBAmed çok-uluslu bir farmasötik şirkettir. Küba bu şirket aracılığıyla emperyalist ablukayı kırmayı ve ürünlerini deniz aşırı ülkelere ulaştırmayı ummaktadır. Bu aynı zamanda emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmak isteyen diğer ülkeler için bir örnek oluşturmaktadır.

SOSYALİST YENİLEŞİM (İNOVASYON) 

Sermaye ideolojisinin etkisindeki bilim insanlarının araştırmaları genel olarak teknolojik yenilikte (inovasyon) aşağıdaki unsurların “üstünlüğü” varsayımına dayanmaktadır:

Özel mülkiyet
Hissedar odaklı şirket yönetimi
Bireysel maddi özendiriciler

Bu görüşe göre mucidin yeni bir şey icat etmesi için onu “motive” eden maddi bir özendirici olmalı, diğer bir deyişle buluş yapmaktan maddi bir “çıkarı” olmalıdır. Bu tartışma “insan ne için yaşar?” sorusuna kadar gider.  Bu pencereden bakıldığında mucidin buluşlarının patent uygulamasıyla “koruma” altına alınması, yeni icatların ve yenileşimin (inovasyon) temel güvencesidir. 

Diğer yandan sermaye ideolojisi insan gereksinimlerinin (talep) karşılanmasında en iyi mekanizmanın devletin müdahale etmediği serbest pazarlar olduğunu savunur. Bunun nedeni devletin bürokratik, hantal ve beceriksiz olmasıdır. Sermayenin kar hırsı ile toplumsal fayda arasındaki denge serbest pazarlarda “gizli bir el” tarafından kurulurken, sermaye yatırımlarının karşılığını, insanlar da gereksindikleri mal ve hizmetleri alırlar. Bu mekanizmalar inovasyon için de elverişli bir zemin oluşturur ve verimlilik artarken, maliyetler düşer ve sonunda herkes kazanır.

Bireysel maddi özendiricilerin inovasyonda önemi büyüktür. Kendi çıkarını düşünen zeki, yetenekli, çalışkan bireyler maddi özendiricilerin oldukça tatminkar olduğu inovasyon alanına yönelirler ve bu alanda büyük bir “beyin havuzu” oluşur. Bu havuz inovasyonlar için güvence oluşturur. 

Oysa Küba deneyimi yukarıdaki bütün varsayımların temelsiz olduğunu göstermektedir. Özel mülkiyetin olmadığı, ekonominin devlet tarafından merkezi olarak planlandığı, bireysel özendiricilerin kapitalist ülkelerle kıyaslandığında “yok” denecek düzeylerde kaldığı Küba, burjuva ideolojisinin hantal, verimsiz, bürokratik ilan ettiği devlet kurumlarıyla, uluslararası ölçekte “özel” şirketlerle yarışmakta, bazı alanlarda bu şirketleri geride bırakmaktadır.

Fikri mülkiyet meselesi

Her ne kadar Küba rekabet yerine işbirliği ilkesiyle hareket etse de, bu ilke dünyanın geri kalanına egemen olan burjuva ideolojisinin ve kapitalizmin “özüne” aykırıdır. Burjuva ideolojisi tam tersine rekabet ve bireycilik üzerine kurulmuştur. Bu ideolojiye göre insanlar diğer hayvanlar gibi sınırlı kaynaklara erişmek için birbirleriyle rekabet etmeli, güçlü olan hayatta kalmalıdır. Küba’nın toplumcu ideolojisi ise kaynakların toplum içinde “eşit” dağılımına ve insanların kaynaklara erişim için birbirlerini yemek yerine dayanışma içinde kaynakları paylaşmasına dayanmaktadır.

Bu bağlamda Küba “fikri mülkiyet” konusuna, kapitalist ülkelerden farklı yaklaşmaktadır. Aslında biyoteknoloji söz konusu olduğunda kapitalist fikri mülkiyet yaklaşımının ürünü olan patent anlayışı, üretimin oldukça karmaşık süreçler içermesi nedeniyle hiç kullanışlı değildir. Kapitalist ülkelerde fikri mülkiyet “hakları” nedeniyle bilgi paylaşımı ve yeni ürünlerin geliştirilmesi yavaşlamakta hatta bazen durmaktadır. Bir ürünün geliştirilebilmesi için çok sayıda patentli üründen yararlanılmak zorunda kalınması, lisans alma ve işlem maliyetlerini arttırarak yenileşmeyi olumsuz etkilemektedir. Ancak 1995 yılında kurulan Dünya Ticaret Örgütü’nün dayattığı Fikri Mülkiyet Haklarının Ticaretle İlişkili Boyutları Anlaşması (TRIPS), Küba’nın elini kolunu bağlamaktadır.

TRIPS ne anlama geliyor?

TRIPS üzerine devasa bir literatür vardır. Birçok boyutu olan bu anlaşma, yazımız sınırları içinde yalnızca biyoteknolojiyle ilişkisi bağlamında tartışılacaktır. 

Biyoteknoloji doğası gereği “sermaye-yoğun” ve yüksek bilgi birikimi ve teknolojiye dayalı bir sektördür. Bu nedenle uzun süre neredeyse yalnızca ABD ile sınırlı kalmış, hatta birçok kaynakta sektöre Amerikan girişimi olarak atıf yapılmıştır. Batı Avrupa ülkelerinin dahi girmeye cesaret edemediği sektöre zamanla küçük ölçekte de olsa başka ülkelerin girmeye başlaması, oldukça karlı olan bu sektörün egemen aktörlerini karlarını güvence altına almak amacıyla çeşitli arayışlara itmiştir. 

TRIPS sektörde “tekel” konumunda olan şirketlerin bu arayışlarının bir ürünüdür. Az sayıda ve güçlü uluslararası bitoteknoloji tekelleri, sektörü sınırlamak amacıyla “fikri mülkiyet” perdesi arkasına sığınmak istemiştir. Böylece patentlerle “koruma” altına alınan buluşlardan diğerleri yararlanamayacak ve “yenilikler” tekellerin kontrolünde kalacaktır. 

Böylece teknolojinin bütün alanlarında yalnızca bulunan yeni ürünler değil, süreçler de 20 yıl gibi uzun süreler için patent korumasına alınmıştır. Patent altına alınan ürünler yalnızca satın alınabilmekte ve ithal edilebilmektedir. 

Küba, Paris Endüstriyel Mülkiyet Koruma Anlaşması ve Patent İşbirliği Anlaşması’nı imzalamıştır. 1995 yılından beri Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olan Küba TRIPS anlaşmasının yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır. Küba’da fikri mülkiyet Kültür Bakanlığı altında Ulusal Telif Hakkı Merkezi ve Bilim, Teknoloji ve Çevre Bakanlığı altındaki Küba Endüstriyel Mülkiyet Ofisi tarafından düzenlenmektedir. 

Küba emperyalizmin dayatmalarını nasıl aştı?

Küba patent sorununu devlet mülkiyeti ile aşmıştır. Küba’da 2002 yılında Ulusal Endüstriyel Mülkiyet Sistemi (NSIP) yürürlüğe girmiştir. Küba 2013 Aralık itibariyle 43 ulusal ve 957 uluslararası patent başvurunda bulunuş ve 172 ulusal ve 1333 uluslararası patent almıştır. 

Küba endüstrisinin patentlerinin sahibi devlettir. Devletin ilgili kurumları bir “patent havuzu” işlevi görmektedir. Küba’daki her kurum, bu devlet kurumuna başvurarak gereksindiği patentli bilgiyi talep edebilmektedir. 

Açıkçası bu formül Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) geri bıraktırılmış ülkeler üzerindeki dayatmasını “aşmak” için üretilmiştir ve “kağıt üzerinde” uygulanmaktadır. Uygulamada bir bilgiye gereksinim duyan Küba kurumu, bilgiye sahip diğer kurumdan bilgiyi enformel olarak sağlamaktadır. Ancak kağıt üzerinde DTÖ şartları yerine getirilmiş görünmektedir. Küba bu yoldan emperyalizmin bağımlı ülkeleri sömürmekte kullandığı en önemli silahlarından biri olan “fikri mülkiyet” engelini aşmakta ve diğer bağımlı ülkelere yol göstermektedir.

Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Merkezi’nin (CIGB) fikri mülkiyet (FM) politikası şöyle özetlenebilir:

Her araştırma projesi için ayrı bir fikri mülkiyet stratejisi oluşturulması
Herhangi bir yayın yapılmadan önce bütün ARGE sonuçlarının patent yönünden analizi
Patent satılmaması, patent görüşmelerinde satış dışında biçimlerin aranması
Patent bilgisinin gelişmiş teknolojinin önemli bir parçası olarak kullanılması
Fikri mülkiyet korumasının önemli bir biçimi olarak know-how

Bu çerçevede Küba diğer ülkelerle geniş, spesifik olmayan işbirliği yerine spesifik işbirliği anlaşmaları yapmakta, bilimsel kapasite sunmak yerine süregiden projelere odaklanmakta, projelerin finansmanında borçlanmak yerine risk sermayesi aramakta, pazar paylaşımı yerine kuzey yarımkürede pazarlara erişmeye çalışmakta, patent satmak yerine patentleri kullanmak için hakları paylaşmayı tercih etmektedir. 

CIGB her projeyi ayrı tartışmayı tercih etmektedir. Potansiyel bir partner ortaya çıktığında önce gizlilik anlaşması imzalanmakta, daha sonra ürüne ilişkin bilgiler sunulmaktadır. Genellikle partnerden geliştirme maliyetlerinin karşılanması talep edilmekte, karşılığında belli bir süreyle ürünlerin belirli bir pazarda satış hakları verilmektedir. Bir Küba ürünü üzerinde partnerin geniş haklara sahip olması asla kabul edilmemektedir.  

Küba fikri mülkiyet korumasını yalnızca gelişmiş kapitalist ülkelere karşı kullanmakta, diğer ülkeleri kayırmaktadır. Küba elindeki 1200 civarındaki uluslararası patentin 100’ünden fazlasını, hiçbir bedel talep etmeden “insanlığın” kullanımına bağışlamıştır ve bunlardan 26’sı Küba’yı yarım asırdır ambargoyla boğmaya çalışan ABD tarafından kullanılmaktadır. 

Kapitalist biyoteknoloji şirketlerinin yenileşim (inovasyon) alanında Küba’nın gerisinde kalmalarının bir nedeni de patent sahibinin patent süresince ürün üzerinde “tekel hakkını” garanti altına alma kaygılarıdır. Bu nedenle yenileşmede yeni ürünlerin mevcut ürünlere göre tıbbi olarak daha “ileri” olmasından çok “teknolojik yenilik” getirmesine öncelik verilmektedir. Çünkü patent korumasını yeni ürünün eskilerden daha etkili olması değil, teknolojik olarak daha ileri olması sağlamaktadır. Bu da ironik olarak teknolojik yeniliğin her zaman halk sağlığı yararına olmaması sonucunu doğurmaktadır. 

Küba biyoteknoloji sektörü ise önceliği yeni ürünün, mevcut ürünlere üstün olmasına vermektedir. Böylece kapitalist şirketlerin yenilikleri (inovasyonları) toplumun sağlık gereksinimlerine hitap etmeyebilirken, Küba’nın ürünleri daima önleme, tanı veya tedavide ilerleme sağlamakta ve mevcut ürünlerden daha ucuz olmaktadır.