'Çelişkili' sosyalistler

Ufuk Terzi

Blog: Serbest Kürsü

Diyalektiğin çizgileri neydi? Kabaca maddeleyelim. Her şeyin birbirine bağlı olduğu diyalektiğin bir yasasıdır, her şeyin durum değiştirdiği de, yine nicel ve nitel değişikliklerin bağı, -belki kısaca nitel değişiklik de diyebiliriz- bu da başka bir yasasıdır diyalektiğin, son olarak da karşıtların birliği ve savaşımı yasası var. Burada bu yasalara derinlemesine girme niyetinde değilim, zaten mümkün değil. Ancak kendini solcu, sosyalist sayan bir kimsenin metafizik yönteme karşı diyalektik yöntemi neden benimsemesi gerekiyor, bilmesi şart. Diyalektiğin bu temel dört yasasını yazmanın sebebi, sonuncusunun bir yerine biraz dokunacağımdan.

Öncelikle şunu belirmekte fayda var; metafizik yöntemi benimsemiş kişilerin ve kendisinin solcu olduğunu iddia edip metafizik yöntemden bir türlü sıyrılamamış arkadaşların yazının buradan sonraki kısmını okumalarının pek bir anlamı yok ne yazık ki, zira yazının başından da anlayabileceğimiz gibi yazı tamamen diyalektik yöntemin kesin ve genel geçer doğruluğu üzerine kurgulandı. Bu kavramlara dair fikri olmayanlar da önce öğrenmeli malesef.

Çok uzatmayalım, hemen lafa girelim. Bizler, yani diyalektik materyalist yöntemi savunanlar, çelişkileri ikiye ayırırız. Bunlar başat ve ikincil çelişkilerdir. Bahsi geçen yer toplum olduğunda çelişkiler nasıl başat ve ikincil(ler) olarak sınıflandırılabilir peki? Basitçe bahsedelim. Günlük hayatta yaşadığımız herhangi bir sorunu ele alalım. Örneğin bir özel sektör işçisinin borcundan ötürü, evinin elektriğinin kesilmesi sorunu, işçi ile elektrik tedarikçisi özel şirket arasındaki bir sorun olarak değerlendirilebilir. Ancak bu sorun yalnızca bahsi geçen iki taraf arasında mıdır? Eğer böyle olduğunu düşünüyorsak diyalektik yöntemden uzaklaşmış oluruz. Öncelikle, işçinin yaşadığı sorun, parası yetişmediği için, aldığı maaş miktarıyla alakalıdır. Tabi ki yetmeyen bu maaşın sorumlusu da kendi patronudur. Ayrıca özelleştirilmiş olan elektrik şirketinin kamuya ait olduğu dönemlere göre çok daha aç gözlü ve sabırsız olması da bu sorunla alakalıdır.  Elektrik şirketinin daha aç gözlü ve sabırsız olması özelleştirlmesine sebep olan özelleştirme politikalarıyla alakalıdır. Bu politikaları öneren hükümetle, onaylayan meclisle, yürürlüğe koyan ve uygulayan devletle de alakalıdır ayrıca. Bu saydığım durumlar işçi ile aralarında ayrı ayrı çelişkiler oluştururlar. Ancak hiçbiri başat çelişki değildir, zira bir çelişkinin başat olabilmesi için diğer çelişkilerin tamamının onun çözülmesiyle ortadan kalkması gerekir. Örneğe tekrar dönecek olursak, çelişkilerin nedenlerinden yola çıkarak, sorunla ilişkili başka çelişkilerle karşılaştığımız ve işin nihai olarak üretim araçlarının mülkiyetine geldiği sonucuna ulaşırız. Bu düzendeki başat çelişkinin emek-sermaye, yani işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişki olduğunu görürüz. Diğer bahsettiğim çelişkiler de ikincil çelişki olarak yer eder.

Sosyalistlerin görevi kuşkusuz başat çelişkiyi ortadan kaldırmaktır. Bundan dolayı sosyalistler başat çelişkiyle ilgilenirler ve onu çözmeye çalışırlar. Bu ikincil çelişkilere karşı tamamen duyarsız oldukları anlamına gelmez pek tabi. Ancak tarih bize bazı durumlarda başat çelişkinin ikincil, ikincilin de başat olabileceğini göstermiştir. Bazı istisnai nesnelliklerde çelişkiler yer değiştirebilir. İşte tam bu noktada ülke topraklarına dönelim hemen. Zira bu topraklarda bu iş boyuna tartışma yaratıyor ve ne yazık ki -örgütlü örgütsüz fark etmeksizin- sosyalist solun büyük bir kısmı boyuna ters köşe oluyor.

Misal, bir ulusun bağımsızlığı emperyalizm tarafından tehdit oluşturmuşsa ve ulus işgal edilmeye yüz tutmuşsa o ulusun işçi sınıfı ve burjuvazisi bağımsızlık mücadesi için ittifak kurabilirler (Burada emperyalizm ve bağımsızlık kavramları iyi kavranmalı her savaşa bağımsızlık savaşı, savaşan her ülkeye de emperyalist diyemeyiz). Bu durum işgal altındaki ya da işgale maruz kalacak ulusun iki düşman sınıfın varlıklarının devamı için zorunlu bir durumdur. Burada başat çelişki olan emek-sermaye çelişkisi, bağımsızlık mücadelesi olan bir diğer çelişkiyle yer değiştirir ve bağımsızlık mücadelesi başat çelişki halini alır. Ancak bu uzlaşma bahsedilen şartlar için yapılabilir, aksi taktirde bu iki sınıfın çelişkisinin ortadan kalkmasının tek yolu işçi sınıfının iktidar olduğu bir ekonomik düzendir.

Ülke topraklarına geri dönelim demiştik, devam edelim. Artık açık açık yazmamız gereken şeyler var kanımca; bir ulusal hareketin pragmatik davranışları alışılageldik bir davranıştır. Ulusal hareket sosyalizme dair ilkeleri düşünmek zorunda da değildir malesef (Gerçi bu durum bu kadar meşrulaşmamalıydı ancak Türkiye'de durum bu). Zira HDP'nin Dengir Mir Mehmet Fırat gibi köy ağalarını içinde barındırması, hatta meclis başkanlığına aday göstermesi, içlerinde Altan Tan, Hüda Kaya gibi gericiliği tasdiklenmiş milletvekili adaylarının olması, Said Nursi anmaları yapması, kutlu doğum haftasına selam çakması, emperyalizmle masaya oturması, gezi için "darbe" yakıştırmasının yapılması (listeyi uzatabiliriz) bu durumun tartışmasız kanıtıdır. Açık açık yazmaya devam edelim; "acil çözülmesi gereken sorunlar" olarak tanımlanan sorunlar adına (ki bu sorunlar direkt düzen sorunlarıdır ve çözümü bu düzende mevcut değildir), "solun önünde duran fırsatlar" adına, -örgütlü, örgütsüz" sosyalist solun HDP'ye oy istemesi; devrim için bir aşama tarif etmeleri ve başat çelişkiyi kaçırmaları anlamına gelmektedir. Hatırı sayılır bir toplam sosyalistin, bu dönemde Türkiye'nin siyasi ve ekonomik konjonktür bakımından belli bir durağanlık yakalayamayacağı ve işlerin yoluna sokulamayacağı tespitini yaparken, HDP'yle restore edilmek istenen sürecin bir parçası haline gelmelerini anlamak mümkün değil. Sadece dönemi geldiğinde, kendi hayatını devam ettirme adına başat çelişkiyi ikincile atması gereken sosyalistler, emperyalist restorasyon döneminde başat çelişkiyi ikincile atarak kendi kafasına sıkmaya hazırlanıyor malesef.

Açık açık devam edelim; sosyalistlerin, bir ulusal hareketin peşine takılıp, patronlara ve gericilere oy ister duruma düşmesi, dahası emperyalizmle bu denli kol kala girmek zorunda kalması; kolaycılıktır, düzen içine sıkışmaktır, özgüven eksikliğidir, tarihsel bilinç noksanlığıdır ve iktidar perspektifinden sapmadır.

1973 ve 1977 seçimlerinde sosyalistlerin CHP'yi desteklemelerinin, o dönem de -düzen içinde- "acil çözülmesi gereken sorunlar"'ı başat çelişki haline getirmelerinin sonuçlarını çekiyor halen bu ülke. Yine bir restorasyon döneminde seçim çalışmalarında HDP'ye (ya da CHP'ye) oy istemek yerine sokağa çıkıp; "bu pisliği sosyalizm temizler" ya da "şimdi sosyalizmi düşünmenin tam zamanı" diyemediği için, sosyalizme oy isteyemediği, örgütlenmeye çağırmadığı için kolaycıdır bugün büyük bir kısım sosyalist sol. Bu sosyalistler "Saray yenilecek, halk kazanacak" indirgemeciliğine düştüğü için düzen içine sıkışmıştır, haziran direnişine ve emekçi halka güvenmedikleri için özgüvenleri yoktur. Devrimi her ne kadar kendi yaşam sürecimiz içerisinde görmeyi arzulasak da, hepimizin tarihsel mücadele içinde birer rolü olduğu bilincini, ancak devrimi kendi hayat kesitimizde gerçekleştiremeyecek dahi olsak, mücadeleye bir taş daha koymamız gerektiğini, bu mücadelenin uzun erimli bir mücadele olduğu ve uzun erimli mücadelelerin somut çıktılarının uzun erimde alınacağı gerçeğini anlayamadıkları için bu “sosyalist” arkadaşların tarihsel bilinci noksandır. Bütün bunlar, bu halde olan arkadaşların iktidarı düşünmedikleri anlamına gelir zaten.

Türkiye'de bugün sosyalist sol, varlığını sürdürebilmek için, herhangi bir sorunun çözümünü açıklarken cümlenin başına "sosyalist devrim",  sonuna da "bu düzen değişmelidir" ‘i eklemek durumundadır. Bugün sosyalist solun önünde duran fırsatlar olan örgütlenmek ve sıçramak ancak "sosyalist devrim" perspektifi ile gerçektir. Aksi takdirde düzen içi ilizyona kapılıp devrimcilik oynamaktan öteye geçilemez. 1 Kasım’a dair sosyalistlerin ikirciksiz tek bir görevi vardır (daha fazla değil); ilkeli, cesur, düzen dışı, iktidarı hedef alan bir siyaset tarzı!

Yazıyı G. Politzer'den bir alıntıyla bitirmek istiyorum:

"Şurası açıktır ki, teorik açıdan kötü silahlanmış bir devrimci parti, çelişkilerin karşılıklı hareketini anlayamayacak ve önceden göremeyecektir. O, ancak olayların kuyruğuna takılacaktır."¹


¹ Georges Politzer, Felsefenin Temel İlkeleri, Sol Yayınları s.146