Sınıfın kinine ne oldu: Hangi Türkiye, hangi sınıfın profili?

Özenç K. Demir

Blog: Serbest Kürsü

Bir siyasal-coğrafi ölçekte; emperyalist-kapitalist zincir içerisindeki rolü ve konumu gereği aşağılık işler yapan bir iktidar düşünün, ve o iktidara kıyasla daha gelişkin ve emperyalist-kapitalist zincir içerisinde rolü ve konumu daha yukarıda ve görece sağlam bir başka iktidarı düşünün.Bu iki ülke arasında bir gerilim ortaya çıkmış olsun.Daha “aşağı” rollerde olan ülke, yukarıdakinin uçağını düşürmüş olsun.

O ülkenin; solcuları ne yapar? Kendi iktidarlarına öfkelenirler, kendi iktidarlarının emperyalizm içerisinde tuttuğu yer ve failliği göz önünde bulunarak tepki verirler.Emperyalizmi hiçbir biçimde aklamazlar, kendi iktidarlarına karşı mücadelede bunu hiçbir durumda göz ardı etmezler.

Türkiye düştükçe; Türkiye'nin solcusu “pray for parise”  bayrak sallıyor,Putin'in ayıya binen imajına hayranlık besliyor,ellerindeki kanı gizlemekte kurumsal ve sınıfsal bir ustalık gösteren ülkelere ve liderlere bir öfke gösteremiyor.Bu öfke keskinleşmedikçe; Türkiye'deki iktidar mücadelesinden düşüyor; topu kah sandığa,kah koalisyona,kah da içeriği belirsiz bir tür “sokak” imgesine şişiriyor.

Türkiye'de burjuvaların sınıf kini vardır.O sınıf kinini “gizil” tutmak ve çeşitli düzlemlerde yansıtarak farklı biçimlere sokmak için çeşitli araçlar geliştirir.Siyaset ile kurduğu ilişkiler bu burjuva egemenliği olgusunu yansıtır,ideoloji yansıtır,sınıfın bölünmüşlüğü yansıtır.Yansıtır ve bozar.Hatta Türkiye'de o kadar yansıtarak bozulmuştur ki; burjuvalar sınıf kinini bir tür “kibir” ile ifade etmekte; sorunun kapitalizmde olduğunu söyleyebilmektedirler.

İşte Türkiye'nin en can sıkan durumu budur.

Türkiye siyasetinde işçi sınıfının temsiliyeti yoktur. Türkiye'nin temel problemi budur. Türkiye bu problemi çözmeden daha da “düşecektir”. Hatta; günümüz “düşüklüğünden” rahatsız olan kimseler de temel sorun olarak Türkiye siyasetinde işçi sınıfının temsiliyetini belirlemezlerse; kitleler halinde önce siyasetten sonra da Türkiye'den tamamen düşeceklerdir. Düşen bir ülkenin içerisinde; düşüşün neden ve sonuçlarını; bu düşüşe neden olan ilişkileri-mekanizmayı-yapıyı-örgüyü göz ardı ederek devam edilemez. Devam etmeye çalışanlar; “her gece hep tanıdığı ve hiç tanımamış gibi davrandığı bir emperyalist-kapitalist aktöre usulca sokulup merhaba demeye” devam edebilirler.

Bunun tersini isteyenler, bu duruma razı olmayanlar şu soruları sorarlar, sormalılar:

1) Oldukça rahatsız edici bu devamlı kendinden olmayan sınıfı destekleme garabeti ne kadar sürecek?

2) İşçi sınıfının siyasette temsiliyetinden ne anlıyoruz?

3) İşçi sınıfının siyasette temsili; diğer burjuva siyasetindeki temsil ilişkileri ile aynı mıdır?

4) İşçi sınıfının siyasette temsil edilmesinin önünü kim açacak?

5) İşçi sınıfının siyaseten temsil edilebilmesi için çeşitli toplumsal düzlemlerde ve formlarda müdahaleler gerekli midir ve bu müdahalelerin niteliği nasıl olmalıdır?”

Sırasıyla yanıtlamaya çalışalım: devamlı kendinden olmayan sınıfı siyaseten ve toplumsal olarak destekleme garabeti; işçi sınıfının siyaseten temsiliyetinin belirginleşmesi ve güç kazanması ile

azalmaya başlayacaktır. Bir başka deyimle; yüreği yoksullardan, ezilenlerden, emekçilerden atanların yüreğini akılsız, aklını yüreksiz bırakmayan bir çıkış sınıf uzlaşmacılığı garabetini silkeleyecek, bu garabeti ortayan çıkaran ideolojik-politik gerekçelendirmeleri-imajları-söylemleri sarsmaya başlayacaktır.

İşçi sınıfının siyasette temsiliyetinden anlaşılması gereken; işçi sınıfının toplumsal ve tarihsel çıkarlarını savunan bir siyasal  program ve stratejinin varlığıdır, bu varlığın ortaya çıkaracağı durumdur. İşçi sınıfının; günlük-güncel yaşamı “hayat kavgası” bir çok sıkışmayı, mücadele başlığını, gerilimi içinde barındırır.Temsiliyet bu “gündelik” alan ile sınırlı değildir. Temsiliyet; bu gündelik sıkışmayı, gerilimi, kavgayı; tarihsel ve toplumsal düzlemlerde açıklayan;bunun neden ve sonuçlarını ortaya koyan; ve bunu aşmaya dönük siyasal müdahalelerde bulunan özne tarafından yaratılır. İşçiler fabrikalarda çalışırlar, plazalarda çalışırlar, atölyelerde, ofiste, sokakta, yolda; her an ve her mekanda işçilerin izi vardır; eğitim, sağlık, bilişim, hizmet, sanayi, gıda, ulaşım.. Aldığımız ekmekte işçiler vardır, otobüs kuyruğunda, otobüs sıkışığında sağımız-solumuz hep işçidir, sınıf kardeşimizdir. Tweet atmak için gereken internet ağlarını inşa eden, telefonları üreten hep işçidir. Mesele; sadece bunların varlığını siyasette vurgulamak değildir. Mağdur olan işçilerle beraber “mecliste basın açıklaması okuyarak”, oh oh ne güzel dört köşe bucak işçiler direniyor emek-sermaye çelişkisi sürüyor diye sevindirik olarak, işçilerin birliğini sağlamak için en geri ve en gri siyasal referansları bürünerek işçi sınıfının siyasette temsiliyeti sağlanamaz; parlamentarizme, "open" marksizme ve uvriyerizme bürünen bu üç kol; sınıfın içinde erir. Sınıfın temsiliyeti sınıftan beslenerek ve sınıfı besleyerek olur. Bu sınıfın gündelik ve geri eğilimlerinin gerisine düşmemeyi; radikal ve kopuşçu atılgan dönemlerinde ise atıl kalmamayı sağlayacak sağlıklı bir ilişkidir. Bu sağlıklı ilişkinin bir tarafı komünistlerdir bir tarafı da işçi sınıfıdır. (Bu komünistler ve işçi sınıfı arasındaki ilişkiyi bu yazıda tariflediğimi düşünüyorum.)

Elbette işçi sınıfı ve komünistler birbirleri ile ilişkide bulunurlar. İşçi sınıfı dediğimiz toplumsal sınıf bazen bir durumdur; yaşayıp gider. Komünistler ise işçi sınıfının “kendisi için yaşaması” gayesi için mücadele verir.

İşçi sınıfı dediğimiz toplumsal sınıf bazen bir eylemdir; kendisi için  hayat böyle sürmesin ister. Komünistler de bu mücadelenin önünde, ortasında ve arkasındadır.

İşçi sınıfı dediğimiz toplumsal sınıf bazen bir öncüdür.Komünistler bu mücadelenin kendisidirler.

Örnekle hatırlayalım; Tekel Direnişi başladığında; işçilerin çoğu sadece “işini geri kazanmayı” istiyorlardı. İlerleyen günlerde; Tekel İşçileri olarak “iş güvencesi” istediler. Sürecin devamında ise; tüm Türkiye toplumuna seslenen ve Tekel İşçisi meselesinin işçi sınıfı ve siyaset meselesin olduğunu gösterdiler. Komünistler ise; önce Tekel İşçisi yalnız değildir dedi. Arkasından Tekel İşçisi Kazanacak dedi. En sonunda ise Tekel İşçisi kazanırsa biz de kazanırız dedi. Yani yaşanan olayda işçi sınıfının bir bölüğü ileri çıktı, komünistler de bu ileri çıkışı; ülke siyaseti ile buluşturdu. Buluştururken; işçi sınıfının çeşitli bölmelerini harekete geçirdi. Hem kendini, hem de sınıfı daha ileri mevzilere çekti. Tekel işçilerine dışsal kalmadı, ama onların birtakım ideolojik-politik alanda gözlenebilecek  geri karakterine teslim olacak kadar sınıfın nesnelliğinin içerisinde yer almadı.

İşçi sınıfının siyaseten temsiliyetini işte bu siyasal program ve strateji sağladı, komünistler yine sağlayacaktır. Bunun için çeşitli toplumsal düzlemlerde ve formlarda müdahaleler gereklidir ve bu müdahaleler siyasal-coğrafi ölçeğin nesneliğine odaklanarak yapılmalıdır. Türkiye işçi sınıfının yakın dönemde örneğini gördüğümüz halk hareketinde temsilinin artması ve bu temsilin politik bir kuvvetle donanması için çeşitli başlıklarda komünistlerin güç kazanması gerekmektedir.

Türkiye'de olası bir halk hareketinin karakteri; aydınlanmacı, yurtsever, kamucu ve özgürlükçü olacaktır. Bu halk hareketini; içerisindeki ezici çoğunlukta yer alan işçi sınıfı ağırlığının hakkını vermek ve siyasal sonuçları itibariyle işçi sınıfının kazanacağı bir gelişim sağlamak için elzemdir.

Bugün örgün eğitimde yer alan çocuklar; piyasacı, yobaz ve donuk bir eğitim görmekteler. Bu eğitimdeki geriliği karakterize eden en güçlü figür din öğretmenleridir. Kadın düşmanlığı, bilim düşmanlığı, emekçi düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, siyasal Kürt düşmanlığı tavan yapan bu figürlerle ideolojik bir kavga vermeden bu kuşak yaşayamaz. Dolayısı ile teolojinin alanında yer almayan bir tür toplumsal aydınlanmacılık Türkiye'de gelecek on yıllarda gelişecek harekete damgasını vurmak durumundadır.

Ülkedeki pisliğe-sağcı muhafazakarlığa-sapıklığa bin türlü kirliliğin içinde bir muhataplık hissi geliştiremeyen; memleketle arasına sorumlu bir ilişki geliştiremeyen, emperyalizme karşı bir tavır geliştiremeyen kuşak yaşayamaz. Anti-emperyalizm; Yeşil Yol'da, kentsel rantlarda, doğanın talanında, kentsel rant ve yağmada, finansal tehdit ve şantajda ve elbette siyasal müdahalelerde somutlaşmalıdır. Bu hem Dünya'yı takip etme hem de Dünya üzerinde Türkiye'yi koordinatlandırmada fayda sağlayacaktır. Türkiye'de anti-emperyalizm böyle incelikli ve nitelikli bir hatta kendini üretmelidir.

Türkiye'deki her tür hak ihlali, taşeron, esnek çalışma, işçi cinayetleri, iki tür merkezi işaret etmektedir. Devlet ve piyasa. Devlet ve piyasa arasında kan emici ortaklığı durduracak merkezi-kamucu müdahale talebi; işçi sınıfının önünü açacaktır. Hem de direnişlerin, lokal, gayri siyasal muhtevasının derinleşmesinin önünde bir engel olacak; işçi sınıfının çeşitli katmanlarını bir araya getirecektir.

Her türden baskı ve gericiliğe karşı; toplumsal bir özgürlük refleksi geliştirmeyen kuşak ölür. Özgürlük düşüncesi ile toplumcu güdü arasında; sağlıklı güncel ve tarihsel bağlar kurulmak durumundadır. Kentli ve dayanışma kuvvesi yüksek kolektif aidiyet hisleri yaratılmalı; özgürlükçülük buranın içerisinde yer almalıdır.

Bu karakteri taşımayan halk hareketi; yenilmeye, ezilmeye ve tükenmeye mahkumdur.

Bu karakter olmaksızın; veya bu karakteri güncel siyasal olgu-başlıklara taşımayan hareketler; yükselecek halk hareketinin dışında kalacaktır.

İşçi sınıfının gündelik ve güncel mücadelesinin amacı; sadece “gündelik mücadeleyi kazanmak” olamaz. Mevcut düzende; işçi sınıfı iktidarı ele geçirmediği müddetçe uzun süreli kazanımlar elde edemeyeceği açıktır.

Dolayısıyla bu mücadelelerde görev; işçi sınıfını yukarıda bahsedilen aydınlanmacı-kamucu-yurtsever ve özgürlükçü karakterle buluşturmaktır. Bu karakteri; işçi sınıfının siyasal iktidar mücadelesine taşıyacak komünist hattı desteklemektir, beslemek ve güçlendirmektir.

Bu kısa yazıda söylenebilecek son sözler şunlardır: biz yaşam ile ölüm arasında sıkışıyoruz,onlar ile faiz ve büyüme oranları arasında.. bu dünyanın evrensel gerçeği. Bu durumu siyasete taşımak da her bir işçinin,devrimcinin komünistin görevidir. Bu durumu siyasete taşımak; düzeni yıkacak devrimci bir müdahaleyi olgunlaştıracak olan iradeyi kuvvetlendirerek olacaktır. Sınıfın kini; komünistlerde duruyor. Bu kin her zaman şimdiki gibi “küçük bir ışık” olarak görülmez; büyür, aydınlatır, o zaman Türkiye'nin profili de aydınlanır. İşte o zaman gerici meczuplarla anılmaktan utanarak yurtsuzlaşmaktan ve “uygar-beyefendi” emperyalistlere öykünerek kişiliksizleşmekten kurtulacaktır Türkiye'nin ilerici insanları..