Sol siyasette üslup sorunu: Sarkastik sapma

Onur Küçükarslan

Blog: Serbest Kürsü

"Sarkazm" kavramını Türkçeleştimek mümkün, pek de aşina olmadığımız anlamıyla istihza, daha tanıdık kavramlarla ifade etmek gerekirse kinaye, alaycılık anlamına geliyor. 

Kendini "solcu" olarak tanımlayan pek çok kişinin kendini ifade ederken, toplumsal alanla iletişim kurarken, özellikle de solun diğer unsurlarıyla "polemiğe" girerken içine düştüğü bir dipsiz kuyu sarkazm. "Kinayeciliği" salt bir üslup sorunu olarak değil, yanlış bir siyasallaşma biçimi ve bir "sapma" olarak ele almak gerekiyor kanımca. 

Eğlenceli paylaşımlardan, ironiden ve mizahtan söz etmiyorum şüphesiz. Eleştiri ile dalganın birbirine karıştığı, belden aşağı vurmanın olağanlaştığı, sistematize edilmiş fikirlerin değil laf ebeliğinin iş gördüğü, en "yaratıcı" alaylarla muhatabın düşmanlaştırıldığı, caps’lere sığdırılmış, kısa ama özden yoksun, vur kaççı bir siyasi goygoyculuktan bahsediyorum. Daha kabaca ifade etmek gerekirse, ".öt etmek" deyiminin bir siyaset yapma tarzı olarak kanıksanmasından...

Sosyal medyanın toplumsal iletişimde, sonuç olarak solcuların propaganda ve tartışma kültüründe neredeyse "asli zemin" olarak kendini kabul ettirmesi bu "sapmanın" temel sebeplerinden ve koşullarından biri şüphesiz. 

90'lı yıllarda ve öncesinde sol siyaset ile tanışan, örgütlenen bireyler için çok farklı bir sol kültürden söz etmek mümkündü. Farklı siyasetlerin haftalık dergileri, teorik yayınları aksatılmadan (ve takip kontrolle) kitapçılardan alınır, iştahla okunur, tartışılır, irili ufaklı farklı geleneklerin güncel siyaset ve Marksizm okumaları referans alınır, eleştiri, öz eleştiri ve polemik süreçleri doygun bir biçimde bu kanallar üzerinden yürütülürdü. "Muhatabınızı", yani farklı kulvarlardaki "yol arkadaşlarınızı", ya da "rakiplerinizi" tanımak için okullarda, işyerlerinde, sokakta yüz yüze, omuz omuza, zaman zaman karşı karşıya düştüğünüz bireylerle, öznelerle sohbet etmeniz şarttı. 

"İçeriğin", "biçimden" önce geldiği bir kültürden söz ediyoruz, modası geçmiş bir nostaljiden değil. Kestirmecilik, indirgemecilik yoktu dilde ve üslupta. Elbette "şiddet" ve sertlik farklı düzeylerde bu tartışmalara içkindi, en sert eleştiri "reformizm", "küçük burjuva devrimciliği", "oportünizmdi". Ancak bu eleştirileri sarfetmek için teorik metinler ve klasikler yeniden karıştırılır, alıntılarla beslenir, sistematik bir çaba ve emek koyulurdu ortaya. 90'larda sosyalist dünyada ve solda yaşanan çözülme ve savrulmalar herkesin kendini daha net ve akılla ifade etmesini dayatıyordu zaten. Yer yer sınırlar aşılsa da, üslupta ve dilde özen, saygı ve "haklılığı" ifade etmek için emek ön koşullardı. Kolaya kaçan, "ciddiye alınmazdı"...

Örneği çok, ama en yakın örnek olarak seçim sürecinde sol içinde dönen tartışmalara ve polemiklere göz atınca, özen, saygı ve emek ekseninin yerini "alaycılığa" ve bunun tetiklediği "düşmanlığa" bıraktığını söylemek zor değil. 

Oysa sarkazm, en masum haliyle indirgemeciliktir! 

Yani eleştiride ve düşüncede "derinliğin" yitirilmesi... Kendini tekrarın egemenliği... "Haklılığın", kendini tatmin ile karıştırılması... En iyi lafı çakanın "üstünlüğü"... Aklın değil, öfkenin ve bayağılığın güzellenmesi... Bütün bunlar kolaycılığın ve konformizmin bir biçimi olarak ele alınmalı, ya da kendine güvensizliğin bir göstergesi. 

Temel eksenlerden biri şüphesiz 2000'li yıllarda Türkiye toplumunun sürüklendiği kültürel çürüme ve düşünsel tembellik. Nihat Doğan'ın pop star, bilimum sözlüğün "bilgi deposu" olduğu Yeni Türkiye'de solun bütününe ve gövdelerine değil belki, ama bireylerin "diline" yansıyan bir  yozlaşmadan söz etmek mümkün bu anlamda.

Diğer taraftan bu tarzı kışkırtan bir diğer eksen, "örgütsüz" solcuların ve liberal solun solla kurduğu ilişkideki "kontrolsüzlük" olarak kodlanabilir. Devrimciliği, örgütlü siyaseti en azından saygı ile karşılamak yerine "dinazorluk", hatta "enayilik" olarak kodlayan kuşakların, siyaseti ilkelerle ve "idealizmle" yürütmeye çalışan mücadele insanlarına karşı hoyratlığı ve acımasızlığı, büyümekte ve derdini anlatmakta zorlanan devrimcilerde bir tür tahammülsüzlüğü ve giderek öfkeyi koşulluyor diyebiliriz. Eleştiri değil düşman arayışında olan, eleştiri karşısında panikleyen ve öfkelenen, metinlerden cümle ayıklayarak kendi ön kabullerine "bahane yaratan" bir tarz elbette muhatabını kendisine benzetmeye çalışacak. Yoruldukça nefret kusan bir tarz bu.

Yine de sosyalist siyasette "bayağılaşmanın" ve kolaycılığın bahanesi olmamalı! 

Sarkazm her ne kadar ofansif bir tarz gibi gözükse de, aslında bir savunma hali ve iletişim kurmanın imkansız hale geldiği noktada, iletişim kurmaktan bütünüyle vazgeçmenin, yani bir anlamda yenilginin ifadesi. Başa çıkamadığı argümanlar karşısında, ya da karşı tarafın haklılığını görmesine rağmen, muhatabına belden aşağı vurarak eleştiriyi geçiştirme, kendi haksızlığını ve acizliğini gizleme stratejisi. Bir tür dokunulmazlık fantezisi, yanlışlanabilirliğin reddiyesi…  

Örneğin sol liberalizmin sosyalist sol karşısında bu acizlik ve düşmanlıkla iş görmesi anlaşılabilir. Ancak tersi, yani sosyalistlerin "cehalete" verdiği yanıt sarkazm, alaycılık ve kinaye olamaz, olmamalı. Haklılığını tarihselcilikten, bilgiden ve bilimden alanların sabırsızlıkla, kolaycılıkla işi olamaz çünkü. Sadece cehaletle aynı düzeye inmek bizlere yakışmadığı için değil, nihayetinde "bilgi" ve "doğru" ile kurduğumuz ilişki, kibir ile karıştırıldığında inandırıcılığını ve kapsayıcılığını da yitiriyor. Bu anlamda sarkazm, toplumsallaşma derdinden vazgeçen solcuların kendilerini tatmin aracı olabilir ancak, bizim işimiz değil...

Ustaların, Marx'ın ve Lenin'in polemiklerinde ne kadar sert ve acımasız olabildiğini biliyoruz. İroni ve mizahla taçlandırılsa da, kolaya asla kaçmayan bir "eleştirellik" ile anıyoruz bu polemikleri. Proudhon, Dühring, Mach ve benzeri figürler ustaların oklarına hedef olup çok kez "komik duruma" düşürülmüş olsalar da, ustaların elinden birer kitaba konu olmayı "hak etmiş" karakterler. 

Sonuç olarak muhataplarımızı "ciddiye almıyor" olabiliriz, birer kitabı hak etmiyorlar şüphesiz ve önümüze sürülen argümanlar, yalpalamalar, çelişkiler ve saçmalıklar, hattımıza ve haklılığımıza yönelik saldırılar, suçlamalar düzeysiz, saçma ve asap bozucu olabilir. Ancak "eleştiri", sabırla ve özenle sahip çıkmamız ve hakkını vermemiz gereken, yeri sarkazmla doldurulamayacak bir varoluş koşuludur biz Marksistler için. Siyasette saçmalayanları veya bizleri düşmanlaştıranları değil, bir kulağı bizde olan halklarımızı, büyük insanlığı ciddiye aldığımız için... Çünkü sosyalist siyaset bir sidik yarışı veya egolarımızı tatmin ettiğimiz bir mecra değil, derdimiz devrim yapmak, devrimi örgütlemek. İşte bu nedenle muhataplarımıza "Bilal'e anlatır gibi" derdimizi anlatmaktan vazgeçmeyeceğiz! Okumaktan, tartşmaktan, kendimizi ve diğerlerini eleştirmekten bıkmayacağız…

Nihayetinde güleryüzlü bir ciddiyet, kibirli bir komediden daha yapıcıdır!