Düzenin kadranı ölüme dönüyor

Oğuzhan Ü.

Blog: Serbest Kürsü

Geçtiğimiz son altı ay içerisinde okuduğum okulda gerçekleşen iki farklı intihar haberi aldım. İkisi de 20'li yaşlarında. İkisi de üniversite öğrencisi. 

Ölüm fikri genç yaşlarda bize ne kadar uzak görünürse görünsün insanoğlunun en büyük korkularından birisi. Bu korkudan kaçmak mümkün mü bilemem ama ölümle yüzleşmek, genç yaş ölümleriyle yüzleşmek insana "sorun" odağını aratıyor.

Bunlardan ilki geçen dönemin ortalarında yaşandı. 24 yaşında gencecik bir insan, okuldaki en yüksek binanın son katından atlayarak yaşamına son verdi. Diğeri de dün gece bir yurt odasında oldu. 19 yaşında, henüz üniversite hayatının ilk yılında. Nedeni nedir, bilmiyorum. Ki zaten bu saatten sonra da öğrensem ne değişir ki hayatımda? Fakat şimdi sesler yükselir ön sıralardan “Zaten psikoloğa gidiyorlarmış, ilaç kullanıyorlarmış” diye. Varsın onlar kendi vicdanlarını rahatlatmak için 20’li yaşlarında iki insanın hayatla kurduğu bağı kesme isteğini, bu hiçbir tutarlı yanı olmayan boş cümlelerle açıklamaya çalışsınlar. Zaten hayatının en verimli, en dinamik, belki de en güzel döneminde kim bilir ne dertlerle uğraşan, bunları aşmak için ilaç kullanmak durumunda kalan bir insanın ölümünü en rahat hangi yoldan açıklayabiliyorsalar, nihayetinde oradan etiketliyorlar.

Ama böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Kimsenin kimseye dokunmadığı, alçak bir düzenin içerisinde yaşıyoruz çünkü. Yakınımızda ki insana uzanmanın, derdini dinlemenin önü hep tıkalı. Kafalarımızın içi gelecek korkusuyla, maddi kaygılarla dolu. Yaşamımızı var edebilmek için insanlığımızdan kaybetmek sanki bir zorunlulukmuş gibi. Bencil, kör ve duyarsız yaşamak güzel; anlamak, dinlemek ve paylaşmak kötü. İçine sığındığımız duvarlar korunaklı ve bizim. Dışarıda olanlara göz yummalıyız. Peki ya ibresi hep ölümden yana olan bu düzeni nasıl görmezden geleceğiz? Yaşamımızı var etmeye çalışırken, başka yaşamların kayıp gitmesini kabul mu edeceğiz?

Neresinden tutsak, neresine uzansak elimizde kalıyor. Hayalleriyle, umutlarıyla, bütün güzellikleriyle yaşama veda eden 20'li yaşlarında gencecik insanlar için sadece ve sadece üzülüyoruz. Onlara değemediğimiz için. Yardımcı olamadığımız için. Evet suçluyuz. Dokunamadığımız her insan için biz de suçluyuz. Vicdanlar rahatlasın diye ardına sığınılan cümlelere ses çıkarmadığımız için biz de suçluyuz. Bunu bilmeliyiz. Fakat burada, yerimizde sayarak yaşayamayız. Her doğan güne yeni bir ölüm haberiyle uyanmayı sadece üzüntü ve suçlulukla karşılayamayız.

“Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!" diyordu Nâzım. Gerçekten vakit yok. Artık vakit arka sıralardan elleri havaya kalkanların konuşma vaktidir. Artık vakit ağız ishali olmuş vicdan terbiyecilerini susturup bu köhne düzeni yıkmak için bir araya gelenlerin vaktidir. Ve fakat çok da zamanımız kalmamıştır. Öfkemizi unutmadan ama ona akacak bir kanal bularak; bu köhne, eli kanlı sistemi ortadan kaldırıp insanın insanca yaşayabileceği bir düzeni, sosyalizmi kurmak zorundayız.  

Başka bir dünya, başka bir yaşam mümkün.