Eti Maden'de kim değerli?

Nur Çuhadar

Blog: Serbest Kürsü

Bir kimya mühendisliği öğrencisi olarak topluma karşı sorumluluklarımı tekrar hatırladığım, bu sorumlulukların ertelenemeyecek boyuta ulaştığını gördüğüm Eti Maden’e ait Eskişehir-Kırka Fabrikası gezisi ile ilgili birkaç "değersiz" şeyden bahsetmek istiyorum.

Bilindiği üzere Eti Maden Türkiye’de Bor madeninin çıkartılması ve ham madde olarak kullanılması üzerine kurulu bir devlet tekeli. Fabrika bahçesine girer girmez bor madeninin yapısından kaynaklanan  önünüzü görmenizi zorlaştıracak bir beyazlık söz konusu. İşçiler fabrikanın içine başları önde, çoğunlukla gözleri yarı kapalı giriyor.

Koşarak girdikleri bu fabrikanın içerisinde ise onları çalışmaları için 50 derece sıcaklık bekliyor. Üzerlerinde işçileri bu sıcaklıktan koruyacak yeterli ekipman ise hiç olmamış.

Biz öğrenciler fabrikaya girerken işletmeci gösteriyor yolu ve o sırada fabrikanın kimya mühendisi gelip öğrencileri içeriye korumasız şekilde sokamayacağını söylüyor. Ellerimizde sadece baretlerimiz var.

İşletmeci bir şey olmayacağını söylediğinde mühendis "ya olursa" sorusunu soruyor. Hayretle dinlediğimiz diyalog mühendisin "bir şey olmayacaksa siz de fabrikaya öğrencilerle aynı korumasızlık ile girin" demesi ile son buluyor.

İçeride içinde sıcaktan kaynaklı yürüyemediğimiz, gürültüden kimseyi duyamadığımız bir çalışma ortamı görüyoruz. İşçiler birbirleri ile konuşamıyorlar haliyle.

Fabrikadan çıkıyoruz ve toplantı odasında bir sunum yapılıyor. Sunum boyunca kâr oranlarının artışı anlatılıyor. Üniversite hayatları boyunca patronu nasıl koruması gerektiğini öğrenen arkadaşlarım ise kendi sınıflarını unutup anlatılanları not alıyor. 

Bir sivrilik yapıp iş cinayetleri ile ilgili ne düşündüğünü soruyorum sunum yapan müdüre. Daha önceden planlamamış olacak "bir dakika" ile başlıyor: "Burada iş cinayeti olmaz, iş kazası olur. Kazalar çok değerli sonuçlar vermiyor üstelik. Bir işçinin parmağının veya kolunun kopması gerçekleşti en fazla" diyerek hemen başka soru alıyor. "Değersiz mi dediniz" diye tekrar sorduğumda arkadaşlarımın soru haklarını aldığım gerekçesi ile susturuluyorum.

Gezi bitiyor ve fabrikada çalışan, mesaileri bitmiş birkaç işçiden su istiyorum. İçeride olanları anlattığımda ise bu cümleleri ilk kez duymadıklarını söylüyorlar. Sonra içlerinden Mehmet, kızını dershaneye yollayamadığını, okumasını çok istediğini anlatıyor. Arkadaşları ek iş yapıp yapamayacağını sorduğunda ise bütün gün 50 derece sıcaklıkta çalıştığını eve gittiğinde bazen yemek yemeden uyuyakaldığını anlatıyor. İşçilerin parmaklarına bakıyorum dinlerken… Dünya üzerinde onların parmaklarından, kollarından daha değerli bir şey olmadığını anlıyorum.

Aynı sınıfın insanı olmak böyle bir şey sanırım hemen ceplerinden elma bölüp veriyorlar hiç kimse tam yemiyor elmayı. Samet Abi kirasını ödeyemediğini söylerken "şu fabrikalar patronların başına yıkılsa da değersizlik, yoksulluk nedir görseler" diyor. Ağzına bile yakışmıyor "değersizlik."

Bu sırada işçilerin hepsi mühendisin iyi biri olduğunu ama elinde imkan olmadığını söylüyor.

Sınıfın elinden tutmadığımız her saat birilerinin canı, parmakları, kolları değersizleşiyor. Bizler yoksul insanlarız; yoksul insanların çocuklarıyız. Ödenemeyen kiralarımız, gidemediğimiz dershanelerimiz var. Sınıfı "bir gün gelecek" diyerek bekletecek vaktimiz yok. Hemen bugün, şimdi olmalı omuz omuza mücadele. Önümüzdeki yıllar değil hemen bu 1 Mayıs’ta haykırmalıyız patronların yüzlerine değersizliklerini…

Sokakta duyduğumda içimi titreten bir slogan ile bitireyim.

FABRİKALAR,TARLALAR; SİYASİ İKTİDAR, HER ŞEY EMEĞİN OLACAK!