Kurtuluş kadınları

Meltem Çolak

Blog: Serbest Kürsü

Ankara’ya kar yağdığı günün ertesiydi. Tunalı sokakları boş, hava ayazdı. Köpeğim Bety ve ben parkta oynayıp iyice üşüdükten sonra üçüncü nesil “hayvan dostu” olan bir kahvecide sıcak bir şeyler içip ısınıp sonra tekrar yola koyulmayı planlamıştık. Şirin ve gerçekten küçük bir yerdi. Kahveci, Bety’ye çok sıcak davranmıştı. Üstümüz kar ve çamur olmasına rağmen bizi içeri aldı. Kahve içip arkadaşımla bir şey konuşurken gözüm bir afişe takıldı. Afişte “Kurtuluş kadınları” yazıyordu. Nedir ne değildir derken afişin bir bale gösterisine ait olduğunu anladık.

Biletleri nereden bulabiliriz diye sorduğumuzda içten ve cana yakın kahve sahibi hemen “Koreograf arkadaşım, onu arayayım” dedi. Şaşılacak derecede (bu duruma şaşar hale gelmemiz de herhalde ayrı bir yazı konusu olmalıJ) ilgilenip arkadaşını aradı ve ertesi gün saat 19.30’da Şinasi Sahnesi’nde buluşarak biletleri alabileceğimizi söyledi. Birbirimize telefon numaralarımız verdik. Buraya kadar her şey sıradan bir Pazar gününü günlük rutinin dışına çıkartmak içindi sanki. Hava ayaz, her yer kar, kahve var güzel insanlar var bir de afişteki Kurtuluş kadınları…

Pazartesi oldu; sıradan bir iş günü çalışıp para kazanma ve mücadele günü. Kafama takılan Kurtuluş kadınları sanki etrafımda fır dönüyor. Kim bunlar merak ediyorum. Benim bildiğim ikisi kağnıyı çeken Şerife bacı ve Halide Edip. Bilgisayarda yapmam gereken iş bir yerde benim kafa başka yerde araştırmaya başladım. İşte bulabildiklerim…

Nezahat Onbaşı (Nezahat Baysel) (? - 1994): Albay Hafız Halit Bey, komutasındaki 70. Alayla birlikte Milli Mücadele saflarına katılmış; ancak eşi Hadiye Hanım daha 24 yaşındayken veremden öldüğü için ve o yıllarda İstanbul işgal altında bulunduğundan, küçük kızını da yanında götürmek zorunda kalmıştır. Böylece kader küçük Nezahat'ı, daha 9 yaşındayken cepheyle tanıştırmış, 12 yaşına kadar tam üç sene müddetle cephelerde bilfiil babasının yanında savaşmıştır. Nezahat Onbaşı babasıyla birlikte, Geyve Savaşı, Konya İsyanı, Birinci ve İkinci İnönü Savaşları ile Sakarya ve Gediz Muharebelerinde yer almış ve gösterdiği kahramanlıklarla 70. Alayın simgesi olmuş, alay “Kızlı alay” diye anılmış hatta Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa’nın dahi dikkatini çekmiştir.

Şerife Bacı (? - 1921): Şerife Bacı, Kurtuluş Savaşı'nda yaşlı kadın ve erkekler ile birlikte İnebolu'da bulunan cephaneleri Ankara'ya götürülmesinde çocuğu ve kağnısıyla yer alırken kış şartları nedeniyle Aralık 1921'de donarak öldü. Anlatılan odur ki, cephane ıslanmasın diye battaniyesini cephaneye sarmış bebeğine de sarılıp onun donmaması için uğraş vermiştir...

Fatma Seher Erden (Erzurumlu Kara Fatma): 1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Dervişlerden Ahmet Bey ile evlendiğinde Balkan Savaşı’na katıldı, askerlik hayatını eşi ile birlikte paylaştı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi'nde kendi ailesinden dokuz-on kadınla birlikte savaştı. Eşi Binbaşı Ahmet Bey'in Sarıkamış'ta öldüğü haberini aldıktan sonra memleketi Erzurum'a döndü. 1919'daki kongre günlerinde, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a gitti. Milis Müfreze Komutanı olarak Batı Cephesi’nde görevlendirildi. Aldığı talimatla İstanbul'a gitti, silah ve adam kaçırma faaliyetlerinde bulundu. İzmir'in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir'e geçerek kurtuluşu için savaştı. Bir keresinde, onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenledi ve aralarında bir Yunan subayı toplam 25 esir askerle geri döndü.

Halime Çavuş: Kastamonu’da doğan, anne-babasının “kızım gitme” şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime’nin bir sırrı vardı. Kurtuluş Savaşı’na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden askerin arasına karıştı. Mühimmat taşımada birçok görev yaptı. Düşmanın açtığı ateş sonucu bir ayağı sakat kaldı. Bir keresinde İnebolu’dan cepheye cephane taşırken Mustafa Kemal Paşa’ya rastladı. Ancak rastladığı kişinin o olduğunu bilmiyordu. Mustafa Kemal Paşa “Sen üşüyor musun böyle?” diye sordu. “Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim de ne olacak?” dedi.

Hafız Selman İzbeli: Kastamonu Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar kolu kurucularından ve Kastamonu'daki ilk kadın meclis üyesi, sıkı bir Atatürk hayranı ve kendi deyimiyle "Cumhuriyet kadını" idi. Kurtuluş Savaşı sürerken Kastamonu'daki kadınları örgütleyerek asker için çorap, fanila ördürüp cepheye göndermişti. Varlıklı bir aileden geliyordu. Asker Kastamonu’ya geldiğinde hepsini yolda karşılayıp karınlarını doyurmuştu. Savaştan sonra yeni baştan herkes gibi Türkçe harflerle okuma yazmayı öğrenmişti. Kendisine milletvekilliği de önerilmişti ancak "Hafız olduğum için başımı açmam, başımı açamayacağım için de milletvekili olamam" diyerek kabul etmemişti.

Gördesli Makbule (1902 - 1922, Akhisar): Makbule Hanım daha bir yıllık evli iken eşinin yanında Milli Mücadele'ye katılmıştır. 15 Mayıs 1919 tarihinde Yunan ordusunun İzmir'i asker çıkartarak Batı Anadolu'yu işgale başlaması sonucu 7 Kasım 1921'de kocası Halil Efe ile çetelere katıldı. Yunan kuvvetlerine karşı savaştı. Yunanlar Sakarya Muharebesi'ni kaybederek Afyon mevzilerine çekildiklerinde, bir taraftan da Halil Efe'nin Gördes – Sındırgı - Akhisar bölgesinde faaliyet gösteren çetesinin saldırıları ile karşılaşıyorlardı. Kocayayla baskınında geri çekilen silah arkadaşlarına cesaret vermek için hızla öne atılınca başından vurularak hayatını kaybetmiştir.

Çete Emir Ayşe: Yunan askeri Aydın’a doğru geldiğinde iki arkadaşı ile birlikte Menderes’in diğer tarafına geçmeye çalışan Emir Ayşe, arkadaşlarının kayıktan düşüp boğulması sonucunda geri dönmüş ve Çanakkale’de ölen kocasından kalan tek hatıra elmas küpelerini bozdurup kendine bir tüfek almış, dağa çıkmış ve Yörük Ali Efe’ye katılmıştı. Aydın’ın kurtuluşu olan 7 Eylül tarihine kadar Yunanlarla savaşmıştı. Savaş sonrası Atatürk İstasyon Meydanı’nda Çete Emir Ayşe’nin de aralarında bulunduğu kahramanlara İstiklal Madalyası takmıştı. “Savaştım Yunana karşı, elimde kalan en değerli şey Atatürk’ün göğsüme taktığı İstiklal Madalyası'dır” demişti

Tayyar Rahmiye: Adanalı Rahmiye Hanım, 1920 yılında Fransızlara karşı savaşa katıldı. İlk zamanlardaki görevleri keşif ve cephe gerisinde kundakçılık yapmaktı ve bu görevlerini birçok kahramanlıkla gerçekleştirmiştir. Daha sonra kendi de savaşta çarpışmalara katılmıştır. 1920’de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada Türk askerlerinde yorgunluk ve korku sebepleriyle bir duraksama olunca, “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” demiş ve askerlerin toparlanmasını sağlamıştır. Aynı muharebede ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında yaşamını yitirmişti.

Bulabildiğim bilgiler bunlardı…

Gösteriye gitmeden Kurtuluş kadınları hakkında az da olsa bir bilgiye sahip olmuştum. Gösteri yarım saatlikti. Balede cephedeki kadının hayatından kesitler sunuyordu. Dansçıların performansını değerlendirmek ve gösterinin geneli hakkında eleştiri yapmak bana düşmez. Ancak biz olsak nasıl yapardık sorusunu kendi kendime sormadan da edemedim. Biz olsak mücadeleyi, müziği ve performansı çok daha ileriye taşır, devrimcilerin bakış açısıyla kurgulardık Kurtuluş kadınlarını herhalde…

Kadınları devrimci mücadeleden ayrı düşünmek mümkün mü? Nereye baksanız oradalar.  Hem ülkemizde hem dünyada. Ekim Devrimi’nden sonra Sovyetler Birliği’nde Eğitim Bakanı görevini yapmış olan Nadejda Krupskaya, ilk kadın Sovyet büyükelçisi ve Sağlık Bakanı Aleksandra Kollontay, emekçi kadınların gerçek özgürlüğünü örgütleyen Jenotel kurucusu İnessa Armand ilk akla gelen isimler. 1955 yılında ABD’nin en ırkçı eyaletlerinden Alabama’da zenci olduğu için ikinci sınıf insan muamelesi görmeyi reddeden Rosa Parks’ı, uzaya çıkan ilk kadın kozmonot Valentina Tereşkova’yı, Kübalı devrimci önder Vilma Espin’i nasıl anmayız.  Kim unutabilir Behice Boran’ı, Zehra Kosova’yı, işte yanı başımızda çalışma hakkı için boyun eğmeyen Nuriye’yi…

Eğer bu topraklara gelecekse bir gün gerçek “kurtuluş”, bu elbette Kara Fatmaların, Halime Çavuşların başlattığı, Behice Boranların sürdürdüğü kavganın inatla ve kararlılıkla devam ettirilmesiyle gelecek. İlla ki gelecek…