Can çekişen edebiyat

Hakan Erol

Blog: Serbest Kürsü

Aslında bu konunun piri Taylan Kara hocadır. Bu alanda büyük emek harcayıp, muazzam bir temizlik yapıyor. Ben ancak Taylan hocanın sıkı bir takipçisi, belki tilmizi olarak kendimi atfedebilir, bu alanda birkaç kelam edebilirim.

Umberto Eco’ya bir gün sormuşlar, ‘’romanlarınızı nasıl yazdınız?’’ diye, Eco cevaplamış: ‘’Soldan sağa doğru…’’ Eco’nun bu söylemine otuz yıl önce gerçekten gülebilirdik, çok da güzel bir espri var işin içinde, ancak şu sıralar, özellikle de edebiyat alanında gülmeye dermanımızın kalmadığını itiraf etmek zorundayız. Ben gülmeyi unuttum bu alanda. Eco’nun kendisi ve kitapları çok değerlidir, burası ayrı. Ancak edebiyatın artık böyle ince nüktedanlıkları kaldırabilecek durumda olduğunu düşünmüyorum. Eco, Gülün Adı’nı sekiz yıl gibi çok uzun bir süre zarfında yazarken ve verdiği emeği az çok tahmin edebilirken, günümüz edebiyatçılarının şirketler tarafından parlatılması, ısmarlama yazılar yazması insanın canını gerçekten sıkıyor. Edebiyat gerçekten böyle bir şey mi peki? Büyük firmaların, reklam şirketlerinin, yemek sipariş eder gibi yazı sipariş etmesi mi? Kesinlikle hayır, edebiyat bu değil, bunun adı çok başka…

Oktay Akbal, ‘’Herkesin hayali boyuna bosuna göredir.’’ der. Çok açık ki, artık hayal kurmaktan bile çok uzağız. Hayal kurmayı lüks görüyoruz kendimize; kimi zaman üşeniyoruz, çoğu zaman da kolaycılığa kaçıyoruz. Hayal etmezsen ilerleyemezsin, edebiyatın bence vazgeçilmezi budur! Hayaller dünyasında yaşayalım demiyoruz elbette, ancak nasıl ‘’her şey bir insanı sevmekle başlar’’ diyorsa Sait Faik, yazın hayatını da, ‘’her şey hayal etmekle başlar’’ ile süslemek gerekiyor. Biz, bir kere düşlerimizi kaptırdık, o an umursamadık belki, ama bunun acısını şimdilerde acı bir şekilde ödüyoruz.

Dünya Edebiyatı da Türk Edebiyatından farklı değil. Tarihin her döneminde edebiyat bir kısır döngüye girmiştir. Vasat üretim sergilemiştir, karanlık dönemlerin içinde çoğu zaman ise kaybolmuştur. Ancak yaşadığımız bu dönem kadar hiçbir zaman dibi görmemişizdir...

Dünya siyasetinden sosyalizmin çekilişi, sağcılığın yükselişi, kapitalizmin daha da parlatılması, Türkiye öznelinde ise Eylülist Darbe’nin, edebiyatı, yaşamı, sanat alanını sakat bırakan cinsten yansımaları olmuştur. Sadece edebiyat alanıyla da sınırlı değildir tabii ki… Sinemada Recep İvedik neyse, edebiyatta da Elif Şafak odur! Müzikte Serdar Ortaç neyse, şiirde Uğur Işılak odur! Bunlar bir pakettir, hepsi birbirini bütünleyen birer yap-bozun parçalarıdır.

Salah Birsel, ‘’Romancıların, öykücülerin, denemecilerin, işi budur: Ölümsüzleştirmek! Bunun için (…) insanları boyuna kucaklarına alırlar’’ der. Türk Edebiyatında hala eskileri okuyoruz. Yaşar Kemal’i, Orhan Kemal’i, Aziz Nesin’i, Sait Faik’i okuyoruz. Hala Oktay Akbal’ın denemelerini, Melih Cevdet’in öykülerini yutuyoruz. Eleştirdiğim birçok kısmı olmasına rağmen, hala Vedat Türkali’nin romanlarını okuyoruz. Türk Edebiyatında yeni yazarlardan hiçbirini bu derece takip etmiyorum. Çünkü böyle bir isim yok! Hala hepimiz, yukarıdaki yazarları ve onların türevlerini okuyoruz. Edebiyatı ileriye taşıyamıyoruz, haliyle ileri gidemeyen edebiyat geriye gidiyor. Dünya Edebiyatı’nda da hala London, Tolstoy, Dostoyevski, Gorki, Goethe gibi yazarları ve türevlerini okuyoruz. Bu külliyat muazzamdır, bu tartışılmaz, ancak az önce bahsettiğimiz gibi ileri gitmeyen Dünya Edebiyatı da haliyle geriye, bir çöküşe doğru gidiyor.

Türkiye’deki bir yayınevi, ABD’li bir yazarın kitabını, Türkçe çevirisiyle son anda batmaktan kurtuluyor. Yaklaşık altı yıldır o yazarın üzerinden yayınevini döndürüyorlar. Yayınevlerinin amacı ‘’batmaktan kurtulmak’’ ya da ‘’daha fazla kazanmak mıdır?’’ Yoksa, edebiyatın çıtasını yükseltecek adımların atılmasına vesile olmak ve genç yazarların yolunu açmak, var olanların ise niteliğini artırmak için uğraşması mıdır? Bugünün piyasa koşullarında ilki her zaman ön plandadır! Kapitalizm her şeyi ve her yeri olduğu gibi edebiyatı da kirletmeye devam ediyor hala… Bir örnek daha, Forbes, geçen gün Türkiye’de en çok kazanan yazarların listesini açıkladı. Elif Şafak, Kahraman Tazeoğlu, Orhan Pamuk en çok kazananlar listesinde. Vallahi bu üç ismi de hayatımda hiç okumadım, okumaya da hiç ama hiç niyetim yok. Eğer olur da bir gün intihar etmeye karar verirsem, açar okurum o zaman…

Aziz Nesin, ‘’Yazarlar, biraz yoksulluk çekmelidirler. Bu denli kolay kazanç bir yazarın çalışmasını baltalar’’ der. Yukarıdaki listeyi görseydi Nesin, gerçekten hayret ederdi. Ömrünü yazmaya adayan, bunun kavgasını veren, halkı için mücadele eden Nesin, sürekli olarak bir yoksulluk çekmiştir, şimdi bazı ‘yazarlar’ ise… İşin bir de başka boyutu var aslında. Yüzeye çıkamayan, yazdıklarını edebiyat alanında ortaya çıkaramayan, yayınevlerinin hiç tenezzül edip de okumadığı kitaplar, yeni dosyalar var. İşin bu tarafı da başka bir trajediyi ortaya koyuyor aslında.

Edebiyatta insanı yok eden, kavgayı ortadan kaldıran, kişinin çocukluğuyla ve psikolojisiyle ilgilenen, piyasaya yedirilmeye çalışılan vıcık aşklar bugün değer görür vaziyette. Elif Şafak ve Tazeoğlu bunun en somut örneği. Pamuk ise başka bir şey… Ona burada özel bir yer açmayacağız. Savaş tetikçiliği ise kenara yazılmış bir not olarak durmakta!*

Edebiyatı otla servis edenler, bavul’un içine koyup, kafa’yla kavuranlar ise ayrı bir fecaat. Bu dergilerde kesinlikle edebiyat yapılmıyor, edebiyat ve sol üzerinden primler elde ediliyor, suçlular aklanıyor, aklar karalar karıştırılıyor, biraz vicdan, azıcık da kurusunculuk edebiyatı, üzerine de ideolojinin üzerinde tepinerek son bir darbe vuruluyor. Türkiye’de net olarak dergi anlayışı da bitmiştir, bitirilmiştir! Dergi okumak, önceden bir kültürdü. Dergilere abone olmak, dergilerde çıkan eleştiriler veya atışmalar okuyucuyu birkaç adım ileri taşırdı. Düşündürür, sorgulatır, kimi zaman ise harekete geçirirdi. Şimdi sadece okuyucuda afyon etkisi yapıyor ve okuyanı aptal yerine koymaktan başka özel bir şey ifade etmiyor!

Şiir ise farklı bir alan olmakla birlikte, edebiyata içkindir. Mesela Puşkin için şiir her şeyden kutsaldır. Düşünde bile dizeler görür. Geceleri gördüğü rüyaları yazmak için yataktan fırlamaktan hiç üşengeçlik göstermez. SSCB’de iki kişinin etkisi hep hissedilmiştir: Lenin ve Puşkin. ‘’Yok, büsbütün ölmeyeceğim ben.’’ der Puşkin. Muazzam bir irade koyar ortaya. Bugün hala Puşkin’in şiirlerini okuyoruz ve evet ölmemiştir! Şiiri çaya, kahveye batıran, Nesin’in deyimiyle düz yazı tümcelerini kırıp kırıp dize haline getiren ve şiir yaptığını sanan bugünün şairlerini on yıl sonra hatırlamayacağız bile. Şair her şeyden önce dilini iyi bilen ve kullanandır, ona çocuk şefkatiyle yaklaşan ve özen gösterendir. Bu yüzden Puşkin her daim zihnimizde, dizeleri muhakkak ufkumuzda olacak işte…

Edebiyatın yeri iktidarın karşısı, halkın yanıdır. Edebiyat, gelecek güzel günlerin özlemidir, edebiyatçı da bunun temsilcisidir. Acı içinde kıvranan edebiyatı kurtarmak, işçi sınıfının ve sosyalizmin ağırlığını yeniden siyaset sahnesinde hissettirmesine bağlıdır. Ve bu bağ mutlak olarak kurulacaktır, kurulmak zorundadır!

Koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi dendiği gibi, edebiyatın bulunmadığı yerde de edebiyatçıya…**

* http://haber.sol.org.tr/dunyadan/orhan-pamuktan-esada-sonun-kaddafi-gibi...

** (Günümüz ‘yazarlarının’ çok büyük bir kısmını bu boşluğa getirin, hiç sırıtmıyor, ben denedim!)