Aman siyasetten uzak dur!

Hakan Erol

Blog: Serbest Kürsü

Bu cümleyi hayatımızın her döneminde işitiriz. Çocukken; ‘’büyüklerimizin’’ hararetli bir şekilde siyaset tartıştığı zaman, ev büyükleri çocukları odadan çıkarır ve onları bu bağırış-çağırıştan bir nevi ‘’kurtarırdı!’’ Lise zamanı, -bazı değerli edebiyat hocalarının zoruyla da olsa- az bir şey kitap okunmaya başlanır. Bu dönemi ‘’ilk uyanış’’ olarak tarif etmek mümkün. Kitapla beraber, hayallerde kurulmaya başlanır. İlk okunan kitap genellikle Sefiller olur. Sefiller’le; barikatta Jan Valjan olunurken, Bitmeyen Kavga’da; grevci Jim ve Mac olunur. Bir rüyanın en güzel yerinde uyandırılırcasına; büyükler, en olmaz yerde yine çıkagelirler ve o bilindik şeyleri sarfederler; ’’Aman siyasetten uzak dur, üniversiteye gidince ilgilenirsin, ama şimdi olmaz…’’

Üniversite okumanın getirdiği görece ‘’özgürlük’’ sarar etrafını. Lisedekinden farklı bir durumla karşılaşırsın. İnsan ilişkilerindeki tavrın değişir. Kitap okumanın, bir şeyleri bilmenin, bildiğini çevrene aktarmanın hoş duygusunu yaşarsın. Dışarıda olan bitene sessiz kalmazsın, istesende artık kalamazsın, çünkü insanlığın acısı seninde acın olmuştur. Haksızlığa baş kaldırırsın, boyun eğmemeyi öğrenir, memleketi;yobaza,faşiste,liboşa bırakmazsın. Örgütlü hareket edilince bir şeylerin değişebileceğini görürsün. Yani bu dönemde hayatı sadece anlamakla yetinmezsin, değiştirmeyi de hedeflersin! Bu zamanda da değişmeyen tek şey büyüklerin sözleri olur; ’’Aman siyasetten uzak dur, okulunu bitir işe gir, ondan sonra naparsan yaparsın!’’

Üniversite biter, iş hayatına atılma evresi başlar. İş bulmak neredeyse imkansızdır. Mesleğinle ilgili işi zaten yapamazsın, hep bir zorunluluktan başka işler yaparsın. Mesela gazetecilik okursun, yazmayı-çizmeyi seversin. Uğur Mumcu gibi bir aydın olmayı, Metin Göktepe gibi haber aşkıyla koşmayı hedeflersin. Mesleğine en sevdiğin insana sımsıkı sarılıp, koklayıp, öpercesine sarılmak istersin ama yaşadığın memleket buna izin vermez;’’gazeteci olursan açsın’’ı dayatır sana. Mecburen hiç sevmediğin bir işi yaparak hayatını idame ettirirsin. İçinde de gazetecilik hep bir yara sızısı olarak kalır sende…

Çalıştığın iş yeri genelde özel olur. Gerçi devlette de çalışsan durum farksızdır. Siyaset konuşmak bir kenara, hangi  partili olduğunu bile saklarsın. Saklamakta zorundasın. Özelde saklama zorunluluğun olmasada; yükselmek veya işten çıkarmalar başladığında ‘’ilk’’ olmamak için mecburen susarsın. Yani burada bizim ‘’büyüklerin’’ devreye girmesine gerek kalmaz. Sistemin ‘’büyükleri’’ sana bir cümle kurmadan, seni esir almaya kalkar, siyasetten uzaklaştırır.  Ve senin kulağına o bilindik cümleyi biraz daha emrivaki yaparak fısıldar; ’’siyasetten uzak duracaksın!’’

Anlayacağınız o ki, siyaset hayatımızın her alanında olması gerekirken, hiçbir yerinde olmaz. Aslında attığımız her adım, yaptığımız her iş siyasete çıksada, bunun farkında olmadan gündelik hayatımıza devam ederiz. Sistemin bekası için, egemenlerin değişmeyen tek demogojiside budur aynı zamanda; ’’Çocuklarınız okulunu okusun, siyasete falan bulaşmasın.’’

Siyaset sanki bir hastalıkmış gibi… Bulaşılmasından korkuluyor. Siyasete bulaşmadıkça, siyasete bulaşan bir takım aptallar seni yönetir. Sen siyasetten korktukça, aptal üzerine gelir. Siyasetsizliğin, korkunu tetikler. Aptalınkini ise senin korkun…

Taa çocukluktan gelen alışkanlıkla, siyaset konuşulan her yerden kaçarız. Evlenip, çocuk sahibi olunduğunda, ‘’büyüklerinden’’ gördüğünü ‘’küçüklerine’’ aktarırsın bu sefer. Çocuğuna aynı pespaye cümleyi kurarsın: ‘’Aman etliye-sütlüye bulaşma sen, ortalık zaten kötü!’’

Bu bir kısır döngüdür. Bunun elbet sonuçları da vardır…

Saray’dan birileri ülkeyi padişahcasına yönetmeye kalkar;susarsın.

Memleketinde çocuklar ekmek almaya giderken veyahutta sokakta durup dururken öldürülürken sen bunu sadece TV’lerde bir haber niyetine; izlersin.

Gerici çeteler her geçen gün yaşam alanını kısıtlarken, bu durum senin; umrun olmaz.

Faşizm insan katlederken, ‘’nasıl olsa benden değil’’ der, bu insanlık suçuna; çanak tutarsın.

İşin kolaycılığına kaçmak, çocukluktan işler kanına. Seçimden seçime memleketi kurtardığını sanarsın, seçimle bir şeylerin değişebileceğini düşünürsün. Gidersin onda da, tatava yapmaz, düzen partilerine oyunu atar;  görevini tamamlarsın.

Basiretsizliğe çok önceden alıştığın için, bir kurtarıcı beklersin; kurtuluşun kendi ellerinde olduğunu bilmezsin.

Sanata ve sanatçıya düşman gözüyle bakarsın. Fazıl Say’a hapis cezası verilirken, Levent Üzümcü, devlet tiyatrosundan ‘’vatan haini’’ sıfatıyla atılırken; ohh iyi oldu, karışmasaydı siyasete bu kadar dersin.

Tüm bunların sonucunda, siyasetten uzak tuttuğun o çocukların geleceği, geleceksizleştirilir. O çocuklar okuyan, tartışan ve üreten bir insan olabilecekken, ‘’nerede kavga var’’ meczupluğuyla hareket eden bireylere dönüşür. Akıl dışında her şeylerini kullanmaya başlarlar. Birileride çıkar o çocukların akılsızlığından faydalanarak;villalarını, ayakkabı kutucuklarını, gemiciklerini korur. Saltanatlarını sürdürür.

‘’Aman siyasetten uzak dur!’’ anlayışsızlığıyla hareket edildiği kadar, ‘’hayatın her alanında siyaset olsun’’ anlayışı ile hareket edilmiş olsaydı, bugün ne saray delisiyle uğraşmak zorunda olurduk, ne de örgütsüzlüğün önündeki zinciri kırmak için enerjimizi bu kadar çok harcardık…

Üniversite dönemimizdeki ‘’dünyayı değiştirmek’’ hayaliyle… Ancak bu sefer, dibine kadar siyasallaşarak!