Vicdan feminizmi, feminizmin vicdanı

Feride E. Tetik

Blog: Serbest Kürsü

HDP Adana Milletvekili Meral Danış Bektaş, Meclis'te sivillerin öldürülmesine ilişkin yaptığı konuşma sırasında kendisine tepki gösteren bir kadın vekile "Siz bir kere susun bir... Bir kadın olarak vicdanınızı dinleyin. Vicdansızlık yapmayın kadın olarak yakışmıyor size. Siz bir kere kadın olarak kadınların hassasiyetini duygularını temsil ediyor olamazsınız" demişti. Bu serzenişin, Arınç’ın mecliste bir kadın milletvekiline kadınların ‘makbul kadınlar’ olması için susmaları gerektiğini hatırlattığı ‘bir kadın olarak sus’ azarından farkı açıktır.  Sayın Bektaş’ın bu çıkışı, üzüntü ve öfkenin ifadesidir. 

Ama, kadınlar ve ‘hassasiyetleri’ konusu “hassas” bir konu. 

Dillere pelesenk olmuş, kadın kimliğine “giydirilmiş”  kadınların doğaları gereği savaş karşıtı, anti militarist bir duruşlarının olduğu söylemini,  bir de buradan okumak lazım (1). Kadınların “hayat verdiği” gerçeği yani gerek anne gerek aile içinde bakıcı- kollayıcı özne olmak zorunda kalmaları ve sosyal yapılar kadının varlığına dair kişilik özelliklerinden değil, bir etiketlemeden hareketle bahsedilmelerini sağlıyor. Birçok genel kabul gibi, ‘inşa’ edilen bir şey. Belki Ortadoğu’ya özgüdür, erkekler ne yapacaklarını bilemiyor doğumlarda ve ölümlerde.. hele ölen bir evlatsa… Yaşı başı kaç olursa olsun törenler için, definler için anneye getirilir evlatlar... Bu acının en büyük karşılığını annelerde ve genel olarak kadınlarda bulacağını bilerek. Konu hassas evet.. Kokmasın diye buzdolabına koyduğun çocuğunun ölü bedeni ile  aynı evde bir gece kalırsa bir insan, taş olsa çatlar, su olsa kurur, mümkünü yok, çıldırır. Konu hassas evet.. Askerdeki oğlundan gelmeyen her telefonda “acaba” diye titreyen, kaygılanan bir yüreği anlamak için anne olmaya falan da gerek yok. Vicdan terazisi ne der? Analar yan yana gelsinler, sorun bitsin.  Öyle mi gerçekten? 

Fakat hangi kadınlık prensibi sırf kadın olduğu için bir insanı “anti militarist” yahut  savaş karşıtı yapar, hangi kadınlık hali “bir kadın olarak” diye başlayan cümlelerle had bildirme konusunda öne çıkar bilmiyorum. Kadına dair genellemelerden en fazla kaçınması gereken güruh olarak feministlerin kadın ve barış arasında varsaydığı bu özdeşliğin, vicdanı çağrılardan çok siyasi körlüğe delalet ettiğinden bir diğer yazımızda bahsetmiştik(2).  Vicdan muhasebeleri samimiyet sorgulamaları derken kimin ne dediğinin anlaşılamadığı bir kakafoni çıkıyor ortaya. Vicdan temelli bir duyarlılık, neyi onaylayacağını neyi suçlayacağını bilir de, alternatifini öneremediği/ kuramadığı için “ahlakçılık” olarak kalır. Hele ki siyasi körlükle birleşirse… 

VİCDANININ GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİT…

Siyasi körlük elini kolunu bağlar insanın. Öyle bir bağlar ki “hey siz batıdakiler doğuda bunlar oluyorken biz ne yapıyoruz, siz ne yapıyorsunuz” diye söylene söylene nereye döneceğini bilemez bu öfkeyle. Haklıdır, öfkesinde isyan eder, fırça atar, bağırır, suçlar. Bak ben gittim, gördüm anlatayım der sonra.  Ve vicdanları göreve çağırır…

“Görüştüğümüz insanlara bilhassa da kadınlara söz verip geldik. Bu söz onların tanıklıklarını mümkün olduğu kadar çok anlatmanın ve paylaşmanın sözü; bir daha böyle bir saldırının karşısında yalnız hissetmelerine izin vermeyeceğimizin sözü” (3).

“Cizrelilerin ‘90’lı yıllarda yaşadıklarımızı Batıdakiler bilmiyorlardı, göremiyorlardı; ama artık bütün haberler, resimler, görüntüler buranın gerçeğini ulaştırabiliyor. 90’lı yıllarda yanımızda olmamalarını; bilmiyorlar diyerek anlamaya çalışıyorduk. Ancak bugün her şey göz önünde, neden hala Batılı kardeşlerimiz yanımızda değiller?’ sözleriydi beni harekete geçiren “ (4).

Feminizmin bir görüntüsü de bu. Vicdan feminizmi. Cizreye gidip dönen orada gördüklerini anlatan ‘aracılık’ eden ama ‘burada orayı anlatmaya söz vermekle’ sınırlı kalan bir vicdan kabiliyeti. Sanki olay farkındalık yaratmakla bitiyor. Sanki duyarlı kadınların misyonu, diğer kadınlara orada insan öldüğünü, çocuk kadın ve yaşlı insanların öldürüldüğünü ve hatta ölülerinin bile işkenceye uğradığını göstermekle tamamlanıyor. Gerisi vicdanlara kalmış… 

Ha, bir de 1 kasım seçimlerine. 

Peki 1 Kasım'da vereceğim oy bir daha hiçbir ananın çocuğunun ölü bedenine sarılıp yatmamasını sağlayacak mı ?  Çözüm süreci ya da barış süreci hep devletin elinde bir koz olarak dururken,  yine kardeşlerimizin ölü bedenlerinin sürüklendiğini yahut  1 Mayıs'ta birlikte halay çektiğimiz dostlarımızın ‘asker ocağında’ olup öldüğünü görmemek için yetecek mi? Yoksa sürekli ensemizde, bir pazarlık masasında süren bir barış sürecinin kaygısı ile mi yaşayacağız? Ne zaman yeni taziye ziyaretlerine, çatışma bölgelerine dayanışmaya gideceğiz diye kaygıyla bekleye bekleye?  “Aman süreç zarar görmesin hewal” diye diye ‘ölümleri yeni ölümler mi unutturacak’*  yine? 

Vicdan temelli bir hassasiyet ve farkındalık denklemi, günü gelir bizim elimizi kolumuzu bağlar. Sonra çıkar başka bir Emine Erdoğan “analar ağlamasın” diye çözüm sürecine desteğini açıklar, yine çözülen biz oluruz.

Devletin sistematik şiddeti bir vicdan- vicdansızlık olgusu değil, bir propagandadır. Gözaltında kayıplar, tecavüzler, ölen gerilla kadınların vücutlarının teşhiri, sokak infazları ölülere yapılan işkenceler sistematiktir. Üç beş psikopatın yahut psikopat bir organizasyonun vahşeti değil, devletin sistemli politikasının sonucudur. Söz konusu sistemli bir politika ise, ne siyasi bağlamı, ne toplumsal farkları ne de tarihselliği yok sayamayız. 

Vicdan muhasebesi yapmaktan içimiz dışımıza çıktıysa artık yapılması gereken hesaplaşmadır.  Acıyı kine, kini sınıf kinine dönüştüremezsek bir gün gelir biz de kururuz… hem de “seni unutursam kalbim kurusun” diye diye… Ortaklaşacağımız nokta vicdani çağrılar değil, anti faşist- anti kapitalist mücadele programını hassasiyetle savunmak ve boyun eğmemekte ısrardır. 

(1) Kültürel feminizmin kurucusu kabul edilen Margaret Fuller’in 19. Yüzyılda Kadın adlı eseri,  kadınların ve özellikle annelerin barışsever, yaratıcı dünya görüşünü ifade edebilecekleri kuramına sahiptir. Anaerkilliği, ‘barışın ve bolluğun altın çağı’, ataerkilliği ise ‘tiranlığın, savaşların ve toplumsal hastalıkların kaynağı’ olarak özetler. Özellikle kuramı yüzyıl başındaki reformcu barışçı feministlerin ilham kaynağı olarak addedilir.

(2) http://haber.sol.org.tr/blog/serbest-kursu/feride-e-tetik/kadinlar-susar...

(3) http://bianet.org/bianet/kadin/167944-kadinlar-anlatti-cizre-den-ayrilma...

(4) http://gercekgazetesi.net/ulusal-sorun/anne-yetis-bana-cizre-ziyareti-iz...

* “Ölenleri yeni ölümler unutturuyor”; Sosyal medyada karşılaştığım bu sözün kaynağını ne yazık ki hatırlayamıyorum.