Toplumsal cinsiyet üzerine: Biz sizin bildiğiniz erkeklerden değiliz!

Feride E. Tetik

Blog: Serbest Kürsü

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. Şimdi yine ‘erkekler eyleme gelmesin- korteje girmesin’ tartışmaları çıkar ortaya derken, 19 Şubat 2015 tarihinde Sol portalda Nevzat Evrim Önal’ın ‘Utançla yaşamak mı, onlara benzemek mi?’ başlıklı yazısı yayımlandı. Yazısında Önal, Özgecan’ın katli ardından idam tartışmalarına, “önce içindeki erkeği idam” söylemine ve feministlerin ‘biyolojik olarak kadın olsun da ne olursa olsun’ mantığına cevap veriyor ve erkeklerin tümünün potansiyel tacizci, tecavüzcü ve katil addedilmelerinden duyduğu rahatsızlığa değiniyordu.

Önal’ın yazısı, maksadı aşan beyanları dışında önemli başlıkları hatırlattığı için dikkate değer bir yazı. Başlarken söylemem gerekiyor ki bu yazının liberal feministleri savunmak gibi bir kaygısı yoktur. Yalnızca özellikle kadınlar tarafından dile getirilen öfke, tepki ve kadınların ‘erkek’lere ve ‘erkeklik’lere dair itiraz ve kızgınlıklarının anlaşılmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Sadece politik bir aktör yahut bir grup tarafından üretilmiş olsa da, bir kavram ya da sloganın kitlelere mal olmasının, söz konusu manipülasyon bile olsa bunu algılayabilmek için, üzerinde ayrıca kafa yorulmaya değer görüyorum.

Öncelikle Önal’ın yazısı ile ortaklaştığımız başlıklara değinmek gerekir. Ataerki ve beslendiği bataklık olarak kapitalizmle mücadelenin birlikte yürütülmesi gerekliliğini görmeyi reddetmek, feminizmin açmazıdır. Doğal olarak, nasıl ki kapitalizm kadının ‘bedeni ve emeğini’ sömürerek var oluyorsa, kapitalizmin ataerkinin sunduğu olanaklarla sınıf iktidarını sürdürdüğünün altını çizmesi gereken özne, sosyalistlerdir. Ataerki ve toplumsal cinsiyetçilik bu noktada, kapitalizmin bireye ve topluma müdahale kanallarından biri olarak özellikle gerici ve dinci ideolojilerle beslenen topraklarda vazgeçilmezdir. Bu bağlamda ele alınırsa ‘içindeki erkeği öldürmek’  yani dayatılan ‘erkeklik’ algısını sorgulamak/reddetmek, önemlidir. Toplumsal cinsiyetin ‘kadın’ ‘erkek’ rollerini,  sistemle bağlarına işaret ederek bir toplumsal mücadele başlığı olarak önemle ele almak gerekmektedir. Ayrıntıya girmek istemiyorum, bugün dinci ideolojinin ve toplumsal formasyonun örneğin eğitim ve aile gibi kurumlarında, bir oğlan çocuğuna ‘erkek’ olmanın ‘erkeklik’ in nasıl öğretildiği (bir eğitim kurumunda kızlar mini etek giymesin diye taciz timleri kurdurtacak kadar iğrençleşilebilmektedir) ve bu kimliğin nasıl kodlandığını ele almak bile yeterli veriyi sağlar.

Yazı ile uyuştuğumuz diğer nokta, tartışmaya lüzum yok, idam karşıtlığıdır. İnsanların adaleti; birey bazında ele alınınca kindir, intikamdır, öçtür, kısasa kısastır. Bu yüzden toplumsal adalet ve adalet duygusundan bahsediyoruz. Çocuğu idam edilmiş bir annenin örneğin Mehmet Kambur un annesinin olunun idamının ardından “O kenan paşayı bir görsem… Onu dişlerimle yolacağım, dişlerimle” demesi insanidir, doğaldır. Acının, içinde bulunulan çaresizlik ve öfkenin billurlaşmış halidir. Fakat Bir bakanın çıkıp Özgecan’ın ardından "bunu benim kızıma yapsalar silahı elime alır cezasını kendim verirdim” sözleri basiretsizlikten başka anlamlar ve mesajlar da taşımaktadır.  Benzer şekilde aynı acı, öfke ve çaresizlik hissi bugün kadınları korku ile yaşamakta oldukları bu hayattan ve dayatılan yaşam tarzından çıkabilmek için “Kadınların silahlanması”, Hindistan’da tecavüzcüleri cezalandırmak için kadınlar tarafından kurulan Pembe Çeteler (Gulabi gang)  benzeri çeteler kurulması fantezilerini üretmeye yöneltmektedir. Saçmadır, şiddet kültürünün üretimidir, sapmadır ama “çözüm yolunun” buradan hareketle aranıyor olması bizim için önemli bir sosyolojik veridir. Bu noktada yine kadınların ‘erkek adalet değil gerçek adalet’ talebinde, tecavüzcüye haksız tahrik adı altında sunulan indirimler, Kayseri’de kendisinden boşanmak istediği için eşini katleden adama “öldürme hakkımı” kullandım dedirtecek kadar güven vermekte, teşvik etmekte olan hukuk düzeni ve adalet anlayışına itirazlar dile getirilmektedir. Burada bu ‘adalete’ itiraz yatmaktadır. “Namusum için yaptım” dendiği anda akan suların durduğu, her türlü kadın katliamını aklayan hafifletici sebepler olarak katilin “erkekliğini” sunduğu savunmasını kabul eden adalet sistemi yer almaktadır. Kadınları silahla kendini savunma arayışlarına sokan çaresizliğin büyüklüğü karşısında itiraz etmemiz gereken nokta “  ‘erkek’ adalet diyorsunuz ama tüm erkeklerin adalet anlayışı bu değildir” den daha fazla ‘gerçek’ adaletin niteliği ve mücadelesidir. Toplumsal adalete,  eşitlik ve özgürlük kavgası ile kavuşulabileceğinin altını çizmektir. Bu bağlamda her nasıl feministlerin “bireysel olan politiktir” önermesi biz sosyalistlerin itiraz edemeyeceği bir kavramsallaştırma ise, “erkek adalet değil gerçek adalet” önermesi de bağlamını kurarak ve çözümüne işaret ederek altına imza koyabileceğimiz bir diğer önermedir.  

Yazıda geçen ve erkekleri kastettiğini sezdiğimiz, ’’çünkü bizimle sadece biyolojik olarak aynılar ve kelimenin tam anlamıyla insan değiller’ cümlesini ‘Bırakalım kadını erkeği, insanı insan olarak ele alalım’ diye devam ettirilebilmek mümkündür.  Her ne kadar kulağa çok hoş gelse de “Hangi insan” sorusuna cevap verilmedikçe bu sonuç da ‘boş verelim bunları hepimiz insanız!’ kolaycılığına kaçmak anlamına da gelebilmektedir. Toplumsal cinsiyet tartışmalarına ve iktidarın kendini yeniden ürettiği mekanizmalara göz yummayı beraberinde getiriyorsa bu faydasız ve zararlı bir yaklaşım olacaktır.

Yazıda hatırlatılmasının yerinde olduğu ikinci başlık, Türban konusudur. Feminizmin sığlığı, Her türlü kadınlık halini kadın dayanışması adına kabul etmek örneğin türbanı savunmak gibi uç noktalarına varmıştır. Tekrarlayalım bu feminizmin kadınları türdeş bir kategori olarak ele alıp dayanışma adı altında hudutsuz ve ilkesiz birliklere tamah etmelerinden dolayıdır. Müslüman feministler gibi akıllara ziyan oluşumlar (!) bile bu zeminde kabullenilmektedir, türbana destek vermek için türban takan erkek eylemciler de…

Fakat sosyalistlerin türbana sadece siyasi dolayımları ile değil, “kadın olmak” üzerinden de karşı çıktığının tekrar tekrar vurgulaması gerekmektedir. Türbana karşı olmanın bir sebebinin de, çocukluktan itibaren kadınlara kendi bedenlerini bastırmak, gizlemek, ‘kadın’ı kendi bedenine yabancılaştırıp, bedenini erkeklerden saklaması-koruması ve utanılması gereken, saldırgan erkeklere karşı örtülmesi gereken bir şey olduğunu öğreten’ cinsiyet tarifini reddediyor oluşumuzdur. Bu tabloda, Erkek öyle bir şeydir ki ‘- erkekler -kendi oğlum bile- benim saçımdan kahkahamdan -diz kapağımdan bile- tahrik olabilir, kendimi örtmeliyim’ ihtimali kafamızda oluşturulur ve buna uygun hareket etmemiz istenir. Sistemin erkek tarifi de kadın tarifi de sapkındır. ‘İnsan’ rotasından sapmadır.  Kadın bedeninin her zerresinin bir tahrik unsuru olduğu, erkek cinselliğinin ise bu tehlikeli tahrik unsurları karşısında kolayca provoke olup ‘günaha girmeye hazır’ bulunduğu ve etrafımızdaki herkesin böyle olduğu bilgisi hem kadın hem erkek için bir işkencedir.  Diğer şeylerin yanında bu işkenceye karşı da, aydınlanmacılık hattında mücadele etmek gerekmektedir.

Yazıdan devam ediyorum.

...ama kendi annenin diz kapağından tahrik olmak tercihtir; sapığın teki olmayı tercih etmektir.

(Sapık kelimesini hiç sevmem. Ne kastedildiği, nerden sapıldığı bilgisi eklenmeden konduğu zaman hep sıkıntı duymuşumdur. İki sebepten dolayı… Sapık kelimesinin “cinsel olarak toplumsal normlara uymayan” anlamında kullanılması ve bu yönde bir sebebi de toplumun dışına itilmeye çalışılan LGBT bireylerin de bu iğrenç sıfat ile yaftalanmaya çalışılmasıdır. Bununla beraber bu cümlenin “tecavüzcü bir erkeğe sapık yahut sapıklığından yaptı diyerek adam ‘normal’ olsa yapmazdı zaten” kolaycılığına sapmak anlamına geleceğinden korkuyorum. Bu bireyin sapıklığı ile açıklanamaz, bu kapitalizmin ürettiği kadın ve erkek, bu kapitalizmin ürettiği insandır.  Yazarın sapık tanımı ile bu iki noktayı da kastetmediğini biliyorum fakat geçerken not etmek gerektiğini düşünüyorum)

Sapık olmayı tercih etmenin psikiyatrinin alanına girmesinden mukabil, sapıklık tercihi üzerine bir şey diyemeyeceğim ve fakat AKP düzeninde çocuklarımıza öğretilen ‘kendi annenin diz kapağından tahrik olabilme ihtimalidir’. Kız-oğlan, çocuklarımız bu algı ile kuşatılmaktadır. Bunun karşısında örneğin bilimsel laik eğitim mücadelesinde toplumsal cinsiyet dersleri talebini eklemek bu tercihlerde bulunulmamasını toplumsal olarak garantiye almak için bir önlemdir.

Bu vahşete bakıp kendimizi sorgulamak sadece faydasız değil basbayağı zararlı; çünkü uygarlığımızı ve insanlığımızı hiçbir ortak yönümüz olmayan bu vahşilerden korumalıyız.

Uygarlık ve insanlık İyelik eki ile ortaya konduğu zaman yani ‘uygarlığımız ve insanlığımız’ dan bahsedildiği zaman, söz konusu uygarlık ve insanlık’ ın kadının bedeni ve emeği ile sömürülmesinin son bulduğu zaman ‘bizim’ olacağını ama kavgamızın zaten bu da olduğunu eklemek istiyorum.

Özgecan’ın katilinin en aşağılık suç ortakları onun güzel gözlerine bakınca gözleri dolan aydınlık erkekler değil, yüreğinde en ufak bir sızı hissetmeden İslamcı iktidarı savunmaya geçen türbanlı kadın kalemşorlardır.

…….

Hepimiz aynı karanlığın içinde yaşıyoruz, birazının üstümüze bulaşmaması mümkün değil.

Yazının elbette tersini söylediğini düşünmüyorum ama altına ekleme ihtiyacı duyuyorum. Söz konusu aydınlık erkek, evine gittiği zaman yemeğinin ‘evin kadını’ tarafından hazırlanıp önüne konmuş olmasını beklemediğinde, birlikte çalıştığı kadın iş arkadaşı doğum iznine çıkacağı için tepki duymadığında, ben kadın müdürün altında çalışmam demediğinde, ikili duygusal ilişkilerinde psikolojik, ekonomik, duygusal ya da fiziksel şiddetin hiçbir türüne bulaşmadığında yani ataerkinin zincirlerine de boyun eğmediğinde yazarın ifadesi ile “birazı üstüne bulaşmış olan o karanlığın” zerresine bile tahammül etmediğinde aydınlık tanımı tam karşılığını bulacaktır.  

‘Biz o erkeklerden değiliz’ derken Önal’ın çok haklı olduğu bir konu var. Karşısında konumlandığın ve bunun mücadelesini verdiğin sistemin ürettiği bir katille sadece biyolojik özelliklerinden dolayı aynı kefeye konmak can sıkıcıdır. Tekrarlama ihtiyacı duyuyorum iyi erkek ya da kötü erkekten değil, toplumun sunduğu erkeklik ya da kadınlık rollerinin değiştirilmesinden bahsediyorum. Ve bir parantez de ben açıyorum. ‘Biz sizin bildiğiniz erkekler den değiliz’ yahut ‘bu erkeklikse ben erkek değilim’ derken, Özgecan için oluşan duyarlılık, erkeklerin de kendilerini sorgulamasını sağlayan bir sürece en azından bu yönde çağrılara da yol açmıştır. Kadıköy boğada etek giyerek olayı protesto etmeyi planlayan erkek arkadaşlar, her ne kadar kadın olmayı etek giymekle eş tutma hatasına ve ‘gelin yiyorsa bana da tecavüz edin’ alt mesajına sahip bir eyleme çağrı yapıyor ve bu anlamda sakat yaklaşımlara sahip olsalar da kişisel olarak doğrultu verilmesi gereken içten ve insani bir tepki gösterdiklerini düşünüyorum.   Eleştirilebilir, farklı bir tartışmadır, fakat mesajı yakalamışlardır. Sistem ve sistemin sunduğu erkeklik algısına itirazları vardır. Eylemleri ile sistemin sunduğu kadınlık algısını da tekrar ürettiklerinin farkında olmamaları ise tek kelime ile talihsizliktir. Bu algıya karşı nasıl mücadele edip nasıl değiştirilebileceğine dair bir eylem ve mücadele hattı sunmak da zaten sosyalistlerin işidir.

“Erkeklik buysa ben erkek değilim” deki dayanışma notasını ‘Toplumun dayattığı erkeklik ve kadınlık’ı reddediyoruz’a çevirelim, ta ki toplumsal ilişkilerde kadın, erkek ya da LGBT birey olmak örneğin kan grubunun AB Rh (–) ya da B Rh (+) olması kadar önemsiz bir tanımlamaya dönüşene kadar…

8 Mart’la başladık, öyle de bitirelim… 2015 8 Mart’ına nasıl bir atmosferde ilerlediğimiz ortada. Belirtmek gerekir ki komünist kadınlar 8 Mart için kolları sıvadı bile. O haftasonunuzu boş bırakın çünkü kadınlı erkekli eylemde olacağız.