Beş kadın, yüz ölü: Ne çok/az olanlar üstüne

Feride E. Tetik

Blog: Serbest Kürsü

 

Ibn-i Sina`dan Ankara Garı'na inen yokuşta gördüm onu. Bir gün sonra. Elinde bir kâğıt ve bir karanfil..  Tüm gece hastane hastane, morg morg dolaşmış Ankara`da, öyle bulmuş arkadaşlarını. Kimi ölü kimi yaralı... Göğsünden bilye girip çıkmış iş arkadaşını, sırf ölmedi diye, “iyi-yaralı - numune”  yazmış elindeki listeye. Sarılmak istedim, belki o da istedi. Nasıl sarılır nasıl sağaltılır bu acı... Yürüdük ard arda, yan yana, ağlaya ağlaya karanfillerle bir katliam anmasina. 

Ne ‘çok/az’ ız!  Ne ‘çok/az’ ağladık! Ne ‘çok/az’ öldük!

Aklında İdil; TCDD`de başmühendis, gülüşü güzel kendi güzel anne İdil, yüreği güzel bir kadın İdil Güneyi. BTS üyesi, BTS Ankara şube sekreteri yoldaş İdil. O gün orada öldürülenlerden. Kadınlar kaldırmak istedi cenazesini. Yoldaşı kadınlar, kadın şube sekreterine yaraşır biçimde. Öyle “şehitler ölmez” falan değil. Ölüyoruz işte. Öldü işte. Öldürüldü.. Bu önemli!  

Osman`ın annesi gelecek, Numune`nin morgundan alacak oğlunu. Daha yeni sendikali olmuş Osman, hayatında ilk kez eyleme katılmış. Üyesi olduğu sendikanın şube başkanı ve şube kadın sekreteri de var Osman`ın cenazesini bekleyenler arasında. Acıdan elleri ayakları birbirine dolaşmış iki kadın; içeriğine itirazından dolayı mitinge katılmamış birisi, diğeri yetişememiş. İkisi de tüm acıya ortak; Osman’ı bekliyorlar birlikte, Osman’ın annesi gelecek, haberi yok daha. “Kardeşimi siz öldürdünüz” “beynini yıkadınız Osman`ın” diye bağıran yengesi.. Acısından, Osman için dökülen gözyaşlarını bile sahiplenemeyen bir kadın.  “Bilmiyor muydunuz? böyle olacağını bilmiyor muydunuz” diye bağırıyor. Katliamın sorumlularını orada uzun uzun anlatmaya karşısındakilerin ne halleri ne de mecalleri var. Katillerin biliniyor Osman Ersava. Bu önemli! 

Bir kadın daha var belleğimde; gençliğiyle, kararlılığıyla ama en çok sesiyle... Kurtardığı yaralıyı hayatta tutmaya çalişirken bilincini yitirmemesi için, “sakın, ölme sakın, daha on yedi yaşındayım, bana bu acıyı yaşatma” diye bağıran bir genç kadın.. Ertesi hafta havalimanından uğurluyoruz, üniversite sınavına çalışmasını öğütleyerek, saçlarının kısa daha güzel olduğunu söyleyerek, on yedi yaşındaki genç kadın gözlerine bakarak...  Bu acı otuz alti yaşında da yaşanmıyor, kaç yaşında olursan ol, hangi dilden yakarsan yak o ağıtları…yürek tercüme ediyor. Bu önemli! 

Ama, acı kendi başına öğretmiyor. Dayanışma duygusu olmasa, hepimiz o gün ölürdük. Bu doğru. Ama biz çok öldük diye, biz çok öldürüldük diye, biz çok acı çektik diye daha fazla insan gelmeyecek saflarımıza.  O matematik yanlış.  Hesap soracağımız için, hesabını bir tek biz sorabileceğimiz için gelecekler. O gün orada ölmeyenler de “öldürülmesinler” diye daha fazla ölüm olmasın diye yapacak şeyler, yapmak zorunda olduğumuz şeyler var hala. Bu “bozgun” psikolojisi çok doğal ama bir faydası yok kimseye, zararı açık. Kararlı yüreklerimizle söylememiz gereken şey; belki gözlerimiz dolu dolu belki ağzımızın içi zehir zıkkım…“Bizim de günümüz gelecek… o gün geldiğinde, işte o zaman arkanızdan ağlayanınız olmayacak. Günümüz gelecek ve bunun hesabını soracağız” olmali. O zaman daha fazla olacağız biz. Ne ‘çok/az’ kalmayacağız böyle. Bu önemli!

Farklı bir yerde, farklı bir zamanda yaşansa, aslında tarihin akışının değişmesine yol açacak bir katliamin ardından, sandık sonuçlarının bile değişmeme ihtimalinin olduğu bir ülkede, bir başka kadın, TRT ekranlarında KP`nin seçim konuşmasını yapıyor. Sesinde öfke ve cesaret… “İçine itildiğimiz kan gölü, şu günlerde yaşadıklarımız, sermaye düzeninin ve emperyalizmin siyaset tarzıdır. Bu düzen değişmedikçe, barış da savaş da kanlı siyasetin, halk düşmanı katliamların ve büyük çatışmaların içinde şekillenecektir. Kardeşlik için de, barış için de, birlik için de bu düzen değişmelidir. Yol budur” diyor. İdil`in cenazesini sırtlamak için değil; kahve sohbeti için, sinemaya tiyatroya gitmek için kadınları bir araya getirecek,  o  “bilmiyor muydunuz”  sorusuna cevap verebilecek, onyedi yaşındaki bir genç kadının yaşayacağı tek acının sadece ilk aşk acısı olacağı bir dünyayı kurmak için mücadele eden komünist kadınlar.

Elinde karanfiliyle kaybettigi arkadaslarini ve hic tanimamis oldugu diğerlerini anmak icin İbn-i Sina`dan Ankara Garı'na dogru yürüyordu kadın. Elinde kaybettiği arkadaşlarının “ölü mü sağ mı” listesi. Bir katliamın ardından. Yürüyordu. Yol budur diye diye. 

Ölüm haberi vermek de var, almak da işin içinde… İçinde inançsızlığın, umutsuzluğun, kararsızlığın ve korkaklığın insanlığın geleceğinde yeri olmamasına dair bir güven. Yol budur. 

Beni içinde taşıdığından…Ben onu içimde taşıdığımdan..  

İçinizdeki kadına inanın…

Bu önemli!

* Sevgili  Gülere  redaktesi ve susmayan yüreğime artık kendine gel dediği için teşekkürler.