8 Mart'ı pazarlamak

Feride E. Tetik

Blog: Serbest Kürsü

8 Mart’ları anneler günü ile sevgililer günü arasına sıkıştıran satış stratejilerine alışkındık. Son yıllarda değişen bir ‘pazarlama’ taktiği ile haşır neşiriz şimdi. İşyerlerinde karanfil dağıtmak, meme kanseri üzerine uzman çağırıp söyleşi yapmak çok basit kaçmaya başladı, kadınlar çiçektir söylemi de yıprandı çok, kendilerini geliştiriyorlar. Trend, 8 Martlarda sosyal sorumluluk kisvesi altında duyarlılık pazarlamaktı şimdi direk 8 Martı pazarlıyorlar. Artık kapitalistlere sosyal devleti zorunlu kılan bir sosyalist kutup yok bu yüzden her türlü sosyal duyarlılıklarda çok rahatlar. Emekçi kadın mücadelesinin yıllarca verdiği kavga ile edindiği kazanımları kendilerine viral reklamlar haline getirip tribünlere oynuyorlar. Kelimenin gerçek anlamıyla reklam yapıyor, göz boyuyorlar.

Siyahlara yapılan şey yıllarca bunun bir benzeri idi, özellikle ABD de ağır sömürüyü perdelemek için siyahi şarkıcılar, sporcular çıkarır “çok çalışırsan başarabilirsin” mesajları verirlerdi. Gerçekten en yetenekliysen, en zekiysen, en güzelsen olmadı en çalışkansan vs sınıf atlayabilirdin. Şimdi kadınlara sesleniyorlar: Spor malzemeleri satan firmalar bir yandan kız çocuklarının/ kadınların da iyi birer sporcu olabileceğini, hayallerini gerçekleştebilecekleri mesajını verirken bir yandan ürünlerini tanıtıyor. (Tabi Sabancının dediği gibi “herkes maalesef eşit şartlarda dünyaya gelmediğinden” bazı kadınlar mağdur olabiliyor) “Beyaz atlı prensini bekleyen prensesli hikâyelerden değiliz” diye animasyon filmler sunuluyor, temizlik ürünleri firmaları evde kadının görünmeyen emeğine değinen reklamlar sunuyor. Klasik güzellik anlayışına karşı çıkıyoruz diye kendi yerleştirdikleri anoreksi sınırındaki manken furyasını değiştiriyorlar, vücudunuzla barışın mesajı yayıyorlar. Ve sonra da moda tabirle, “Dünya beş dakikalığına güzelleşiyor”.

“Yüreğimizi soğutan bu anlar, ya tencerenin buharını almak içinse?” diye kuşku duyamıyoruz bile. “Kadınlar ölmesin” diyen az-çok ünlü şahıs bizim kahramanımız oluyor. “Kızlar da okusun” diyeni alkışlıyoruz. Kendimizi bilinçli tüketici hissetmenin hazzı ve birkaç dakikalık iç soğuması ile izliyoruz biz de bunları. ‘Helal olsun’larla, ‘olacaksa böyle olsun’larla, ‘ne güzel di mi’ lerle… 

Alacakaranlıktan zifiri karanlığa ilerleyen bir ülkede doğal ve insani tepkiler bunlar. AKP’ nin sınır tanımazlığı kadına dair en doğal, en insani söylemi bile suç haline getirdiği için en basit vurguyu ayakta alkışlar hale geldik. Muhalif kitlelere Filli Boya kadar bile temas etme derdi olmayan, tepkileri örgütleyemeyen bir pilli parti olunca ve bu parti ana muhalefet partisi olarak görev alınca doğal mı doğal. Üstelik sadece firmaların satış stratejisi değil “çürüme edebiyatı”nın da pazarlama stratejisi bu. (1) Bol sıfatlı karşı duruşlar iklimindeyiz, hetero- seksist- beyaz baskılara karşı ‘erkek devlete karşı mor devrim’lerden  hetero seksüel erk zincirine başkaldırılara, ekolojik-etnik feminist akımlar revaçta. Erkekli mi erkeksiz mi yürüyeceğimize bir karar versek mesele çözülecek.
Suyu beş dakikalığına bulandırmak yetiyor. Kendimizi “ayyy ne güzel reklam hazırlamışlar” derken buluyoruz. Yanılsama şu ki,  su ne kadar bulanıksa o kadar derin görünüyor. 

İsminin açıklanmasını istemeyen hayırsever iş adamları olurdu eski Türk filmlerinde, çok iyi niyetli patronlardı onlar, çağ değişti şimdi viral reklamları ile karşımıza çıkıyorlar. Geziden Koç a övgü ile çıkılmıştı, 8 Mart’tan da Filli boya…

Bu 8 Mart’ın en fazla konuşulanı Filli Boya reklamı oldu. İçeriğine çok girmeyeceğim, ceviz kadar aklı ceviz kadar yüreği olan birinin bile içi boş diyemeyeceği bir senaryo. Reklamın kendisinden çok kokusuna dair bir şeyler yazmak gerekiyor. Aynı firmanın bir de, 2016 8 Mart'ında da Fazıl Hüsnü'nün "Mustafa Kemal'in kağnısı" şiirini seslendirdiği bir reklamı vardı. Eskiden bam teline basmak derdik şimdi duyarlılık noktalarını tesbit etmek deniyor şimdi, başarılı reklamcılar. Ama o kadarlar.

O kadar tenha ve çaresiziz ki soL yazarı Tolga Binbay’ ın yazısındaki ifadesiyle iyi birşeyler olsun (2)  istiyoruz. Filli Boya'nın; Özgecan Arslan’ dan sonra ekranları siyaha boyarken ölümü bile ranta çevirdiğini, milli boya olmakla övündüğünü, Türkçe olimpiyatları sponsorluğunu unutuyoruz. Kendimizi bu kadar çaresiz, çıkışsız, yalnız ve kendi ülkesinde sürgün hissetmemizden dolayı ice “bucket challenge sevimliliklerine” bile aldanıyoruz.

90 yıllık reklam arasının nihayeti reklamlarla avunmak olmamalı.

Filli boyadan öğrendiğimiz bir şey daha var. Basit bir PR çalışmasının ötesinde aldıkları bir koku var… Duyargaları açık, rüzgara doğru kanat çeviriyorlar, sadece işçilerinin değil tüketicilerinin de hangi duygularını nasıl sömüreceklerini biliyorlar. Rüzgarı kokluyorlar.

Bizimse yüzümüz aydınlıktır.

Görüş ne kadar düşerse düşsün komünist kadınların karanlığa karşı çağrısı sınıf mücadelesi için çağrıdır. Başka sıfata ihtiyacımız yok.

Bazen basite indirgeyerek algılamak gerekiyor:

Ya bizdensin ya onlardan..

(1) http://haber.sol.org.tr/toplum/edebiyat-toplumu-yonlendirecek-guctedir-1...

(2) http://haber.sol.org.tr/yazarlar/tolga-binbay/once-kediler-ve-kopekler-1...