Kadıköy'de Genç Olmak: Bira, dans, dövme… Yersen!

'Akıl dışı, bizi her yerden acımasızca kuşatan bu düzene karşı insanca yaşamak için sosyalizmi örgütleyeceğiz, işçi sınıfının sesini ve mücadelesini yükselteceğiz.'

Eylül Evren

Blog: Serbest Kürsü

Geçtiğimiz günlerde Los Angeles Times'da Orçun Behram imzasıyla bir haber yayınlandı. (http://www.latimes.com/world/la-fg-turkey-youth-20180925-story.htm ) Haber ülkemizde Cumhuriyet, Diken, Amerikanın Sesi gibi haber sitelerinde asıldı. Yazının gündeme alınmayı ve tartışılmayı hak eden yanı şu: Son süreçte Batı merkezli bir yayıncılık faaliyeti sıklıkla benzer tezleri ileri sürerek ülkemiz gençliğine dönük bir tartışma açıyor. Los Angeles Times'da yayınlanan haberden üç gün önce T24'te, yine yakın zamanda BBC’de ve AFP’de yayınlanan yazılar aynı tezi kuvvetlendirmeyi amaçlıyor.

Yazılar özetle, Türkiye'deki gençlerin giderek ağırlaşan otoriter yönetimden kaçış yolları aradığını savunmakta. Yazılarda ileri sürülenlerse şu şekilde: Gençler siyasetten uzaklaşmış, muhafazakar baskıdan ve yaşam alanlarına dokunulmasından usanmış durumda. Yazılarda bu gençlerin ülkenin eğitimli gençleri olduğu, Haziran Direnişine katıldıkları ama ülkenin geleceğinin AKP ve Erdoğan tarafından ipotek altına alındığı vurgulanıyor. Gençlerse Kadıköy gibi kaçıp, nefes alabilecekleri yerlere yöneliyor ya da yurtdışına kaçmayı düşünüyor.

Gençlerin ülkeden kaçışının bu kadar vurgulandığı haberler, haberlerin kaynağı da düşünülecek olduğunda; bir yönlendirme ve gençliğe kılıf giydirme niyeti taşımıyor; hatta gençlik içerisinde mücadele kaçkını umutsuz bir ideolojik sos yaymayı amaçlamıyorsa; en iyi ihtimalle sermaye sınıfı ile pazarlık yapmak amaçlanıyor. Deniyor ki, bu ülkenin dinamik, eğitimli ve sömürülebilir gençleri yurt dışına kaçıyor. Ey sermaye bu AKP’nin baskısından dolayı ve AKP’yi biraz dizginleyin ki bizim üzerimizdeki basınç da azalsın.  

Los Angeles Times'da yayınlanan yazıya dönecek olursak, tartışmayı hak eden pek çok başlık var.

BASKI ORTAMINI SADECE ERDOĞAN MI KURDU?

Yazıda gençliğin pes etmesinde ya da çareyi yurt dışında aramasındaki baskı ortamının yaratıcısı olarak vurgulanan isim Erdoğan. Niyetimiz elbette Erdoğan'ı aklamak değil, Sezar’ın hakkı Sezar’a. Türkiye'nin 16 yıldır içine düştüğü bu karanlıkta Erdoğan'ın özel bir sorumluluğu olduğu doğru. Oysa atlanan ya da anlatılmak istenmeyen bir gerçek var ortada. Erdoğan şamar oğlanı değil, sermaye sınıfının bir temsilcisidir. 

Erdoğan'ın bugünlere nasıl bir ittifakla geldiğini hatırlamakta fayda var. Uluslararası tekellerden cemaatlere, liberallerden ılımcı İslamcılara kadar birçok bileşeni bu ittifak içerisine saymak mümkün.  Tabi ki başa sermaye sınıfını yazmak kaydıyla. Bugün yargı bağımsızlığını sorgulayan, tek adam rejimi ve yarattığı baskıdan rahatsız olanların, samimiyetsizliği bu gerçeği görmek istememelerinden ileri geliyor. Çünkü AKP ve Erdoğan’ın ihtiyaç duyduğu her süreçte yanında yer alınıp gelinen noktayı beğenmemek, ancak bilinen gerçekleri tahrif etmekle mümkün olabiliyor.

12 Eylül 2010 referandumunda sözde daha demokratikleşme için yetmez ama evet diyenler, 12 Eylülcüleri yargılayacak olan Erdoğan'a omuz vermek için sıraya dizilenler, ülke sistemli şekilde dinci gericilikle ve tarikatlarla kuşatılırken cemaatleri sivil toplum örgütü ilan edenler, Türkiye’nin gelişimi sermaye sınıfının daha fazla serpilip boy atmasında olduğunu savunanlar; AKP’nin gençliği işsizleştirdiğini, baskı altına aldığını ve hayatlarına müdahale ettiğini ileri sürmek, hiç bir şey değilse; iki yüzlülüktür.

NEDEN KADIKÖY?

Neden bahsi geçen tüm haberler, Kadıköy’e dönük bir vurguyu barındırıyor? Sorulması gereken temel sorulardan biri de bu. Gençler neden kaçış olarak Kadıköy'ü tercih ediyor ya da tersinden tercih etmek zorunda bırakılıyor. Bu soruya verecek çok fazla cevabımız var. 

Burada da haberlerin tek yönlü ve eksik olduğunu vurgulamak gerekiyor. Çizilen tablo ‘özgür’ Kadıköy ve burada soluğu alan gençler şeklinde. Bu tablo da gerçeklikten uzak. Çünkü gençler ve emekçiler, sistemli olarak kent merkezlerinin dışına itiliyor. İstanbul’un mevcut kültürel-sanatsal, sosyalleşme mekanları bir bir kent merkezlerinin dışına ya da Kadıköy’e doğru ‘ittiriliyor.’

Bu ittirilişle bağlantılı olarak kimi kent merkezleri büyük ölçüde değersizleştiriliyor. Verebileceğimiz en gözle görülür örnek Taksim.Tiyatrolar, sinema salonları, galeriler, kitapçılar büyük bir hızla kapanmaya devam ediyor. Orhan Aydın’ın yazısında belirttiğine göre (http://haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-aydin/pera-dedikleri-246218) daha on yıl önce 7 tiyatro, 14 sinema salonu olan Beyoğlu’nda şimdi 2 tiyatro, 4 bölünmüş sinema salonu, 5 kitapçı kaldı.Haliyle gençlerin nefes almak için Kadıköy'e yığılmalarına şaşırmamak gerekiyor.

Fiziksel bir boşaltmanın yanında gençleri ve emekçileri kent merkezlerinin dışına itmenin başka bir anlamı daha var: İşçi sınıfının yarattığı kültürle hesaplaşmak.Yukarıda bahsettiğimiz mekanların kapanmasının yanı sıra kültürel bir tasfiyeyi de görebiliyoruz. Tasfiye edilen kültürün yerine, Kadıköy gibi belirli kent merkezlerinde yaratılmaya çalışılan orta sınıf kültürünün bilinçli bir müdahale olduğu ve en çok da gençlerin bu kültürle tanıştırılmasının amaçlandığı gözler önününe serilmiş halde.

Yaratılmaya çalışılan orta sınıf kültürü Kadıköy'ü de birçok açıdan değişimle buluşturuluyor. Kültür sanat etkinliklerinin, cafe ve barların merkezinin yoğunluklu şekilde Kadıköy'e kaydığı elbette doğru. Ancak Kadıköy'ün eski dokusunun bozulduğunu, kültür sanat etkinliklerinin içinin boşaltılmasını vurgulamadan geçemeyiz. Buna bir örnek olarak Akmar Pasajı nın bir müzik kalesi olduğu dönemlerden bugünkü kuru kalabalığa dönüşümünü verebiliriz. Kolektif bir şekilde tartışılan, paylaşılan ve üretilenlerin yerini yüksek ses ve anlamsız gürültüden insanların birbirini duyamadığı gece kulüplerinin almaya başlaması bu değişimin en belirgin ve en yıpratıcı kısmı. 

LOS ANGELES TIMES NE ÖNERİYOR? 

LA Times üstü kapalı bir kaçış propagandası yapıyor. Ne derseniz deyin; ülkeden kaçış, mücadeleden kaçış, umuttan ve doğru olandan kaçış… Oldu ki kaçamadınız ülkeden, vicdanınızdan , aklınızdan. O zaman da bu sistem içerisinde nefes alınabilir alanlar yaratılabileceğine örgütlüyor sizi. Aklınızı , insanlığınızı sadece o alanda hatırlayın diyor. Hatta buna gerek olmadığını bile biliyor çünkü bu alanlara da ideolojik olarak müdahale edildiğinin farkında. 

Bu durumda şunu sormak zorundayız : Kadıköy ne kadar özgür bir alan ya da özgürlük nedir?Daha iki ay önce 'karne' eylemi yapan liseli öğrencilerin darp edilerek gözaltına alındığı Bahariye Caddesi de( http://haber.sol.org.tr/turkiye/liselilerin-kadikoydeki-karne-eylemine-s... ), Eylül ayının ortalarında insan onuruna yaraşır çalışma ve barınma koşulları talepleriyle başlatılan eylemde; Üçüncü Havalimanı işçileri ile dayanışmak için toplananlara polis tarafından saldırının gerçekleştirildiği Khalkedon Meydanı da (http://haber.sol.org.tr/emek-sermaye/havalimani-iscileriyle-dayanismak-icin-toplananlara-polis-saldirisi-247670 ) Kadıköy'ün merkezindeydi.

Kadıköy'ün özgür olduğunu düşünenler doğal olarak özgürlüğü de sokakta bira içmekten ve dans etmekten, moda sahilinde oturup madde kullanmaktan ibaret sanıyorlar. Oysa ne Kadıköy sanıldığı kadar özgür bir alan ne de özgürlük bu kadar sığ bir kavram. Bir de yurt parasını ödemek için sınavdan çıkıp koşa koşa işe yetişmeye çalışanlara soralım özgürlük sermaye sınıfıyla olan bağını koparamadıkça özgürlük olarak kalıyor mu?

YURTDIŞINA KAÇIŞ BİR ÇÖZÜM MÜ YA DA ÇÖZÜM NE ?

Nefes alınabilecek her alana durmadan gökdelenler,avmler, plazalar diken; kültürel- sanatsal mekanları hatta daha korkuncu üniversitelerimizi bile ranta açan bir sermaye sınıfı var karşımızda.Toplumsal hayatın her alanında sürekli maruz kaldığımız dinci gericilik,daha öğrenciyken ucuz iş gücü olarak sömürülmemiz de bir uzantısı. Peki biz sermayenin bu pervasızlığına karşı ne yapacağız? Çözüm cidden yurt dışına kaçmak ya da belirlenen alanlarda, dışarıya gözlerimizi kapatarak tatmin olmayı beklemek mi?

Ülkeyi terk ederek sorunun kaynağı olan kapitalizmden kurtulmak mümkün değil. Kaçarak sorunu ertelemek mi ? Bugün gelinen noktada tartıştığımız sorun tüm dünyayı sarmış olduğu için artık ertelemek bile gerçekçi değil. Geleceksizliğimiz bir başka ülkede sona ermiyor, aksine başımıza bela olan bu düzeni yıkma cesareti gösteremedikçe kılıf değiştirerek devam ediyor.

Sol haber sitesinde liseyi bitirdikten sonra lisans eğitimi için yurtdışını tercih eden öğrencilerden biri ile yapılan röportaj (http://haber.sol.org.tr/toplum/yurtdisi-hayali-kuran-ogrenciler-kacmak-kurtulmak-midir-227997) ve Türkiye Komünist Gençliği’nin internet sitesinde yayınlanmış olan “Yurtdışına kaçma ‘hayali’ ve memleketi sevmeyi öğrenmek” başlıklı dosya (http://genclik.tkp.org.tr/index.php?option=com_content&view=category&id=105&Itemid=373) mutlaka incelenmeli.

Tek bir çözüm var, gerçekçi olarak önümüzde duran. Akıl dışı, bizi her yerden acımasızca kuşatan bu düzene karşı insanca yaşamak için sosyalizmi örgütleyeceğiz, işçi sınıfının sesini ve mücadelesini yükselteceğiz. Tek başına kurulan hayalleri mahkum etmeyi bu düzen iyi biliyor. Bu yüzden hayal kuranların, kurduğu hayal için mücadele edenlerin sayısını artıracağız. Umuda örgütleneceğiz, umudu örgütleyeceğiz.